Karanlık Yüz. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Karanlık Yüz - Хеннинг Манкелль страница 11

Название: Karanlık Yüz

Автор: Хеннинг Манкелль

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Kurt Wallander

isbn: 978-605-71714-7-4

isbn:

СКАЧАТЬ resim istedi.”

      “Bir resim mi?”

      “Senin tersine, o yaptığım işin değerini anlıyor.”

      Kurt Wallander duyduklarına inanamıyordu. Linda, küçüklüğü haricinde dedesine hiç özel bir ilgi göstermemişti.

      “Ne istiyormuş?”

      “Resim, dedim ya az önce. Yoksa beni hiç dinlemez mi oldun?”

      “Dinliyorum. Nereden gelmiş? Nereye gitmek istiyormuş? Kahretsin, buraya nasıl gelmiş? Her şeyi ağzından kerpetenle mi almam gerek?”

      “Bir arabayla geldi,” dedi babası. “Siyah suratlı bir genç adam kullanıyordu arabayı.”

      “Ne demek istiyorsun? Siyah suratlı mı?”

      “Zenci diye bir şey duydun mu hiç? Adam çok kibardı ve mükemmel İsveççe konuşuyordu. Ona resmi verdim ve sonra arabaya binip gittiler. Bunun seni ilgilendireceğini düşündüm, ne de olsa kızınla çok az görüşüyorsunuz.”

      “Nereye gittiler?”

      “Nereden bileyim?”

      Kızımın nerede yaşadığını hiç kimse bilmiyor, diye geçirdi Kurt Wallander aklından. Bazen annesinde kalırdı. Ama sonra yine kendi, bilinmeyen yoluna giderdi.

      Mutlaka Mona’yla konuşmam gerek, diye düşündü. Boşanmış olalım olmayalım, mutlaka konuşmalıyız. Bu böyle devam edemez.

      “Şnapsa ne dersin?” diye sordu babası damdan düşercesine.

      Kurt Wallander’in istediği en son şeydi bu. Ama hayır demenin boşuna olacağını biliyordu.

      “Olur, baba,” dedi.

      Atölye bir koridorla alçak duvarlı ve hayli mütevazı mobilyalarla döşenmiş eve bağlıydı. Kurt Wallander bir bakışta evin dağınık ve kirli olduğunu gördü.

      Artık bunu fark edemiyor, diye düşündü. Ya ben neden hiç fark etmedim?

      Kristina’yla bu konuda görüşmeliyim. Babam daha fazla yalnız başına yaşayamaz.

      Tam bu anda telefon çaldı.

      Babası açtı.

      “Seni arıyorlar,” dedi, sesinden öfkesi belliydi.

      Linda, diye düşündü. Kesin odur.

      Ama telefondaki, hastaneden arayan Rydberg’di.

      “Kadın öldü,” dedi Rydberg.

      “Hiç kendine geldi mi?”

      “Evet. On dakika kadar. Doktorlar krizi atlattığını sandılar! Sonra kadın öldü.”

      “Peki, bir şey söyledi mi?”

      Rydberg’in sesi yanıt verirken düşünceliydi.

      “Sanırım en iyisi şehre gelmen.”

      “Ne söyledi?”

      “Hoşuna gitmeyecek bir şey.”

      “Hastaneye geliyorum.”

      “Merkeze gelmen daha iyi olur. Dedim ya, kadın öldü zaten.”

      Kurt Wallander telefonu kapattı.

      “Gitmek zorundayım,” dedi.

      Babası öfkeyle baktı.

      “Benimle hiç ilgilenmiyorsun,” diye suçladı Wallander’i.

      “Yarın yine geleceğim.” Babasının içinde bulunduğu bu vahim durum için ne yapması gerektiğini düşündü. “Yarın mutlaka gelirim. Birlikte oturup sohbet ederiz ya da birlikte yemek yaparız. Sonra da istersen poker oynarız.”

      Kurt Wallander kötü bir oyuncu olmasına rağmen bunun babasını yumuşatacağını biliyordu. “Yedide gelirim,” diye söz verdi. Sonra Ystad’a döndü.

      Saat sekize beş kala, iki saat önce binadan çıkarken geçmiş olduğu kapılardan geçiyordu. Ebba onu başıyla selamladı. “Rydberg kantinde,” dedi.

      Orada bir fincan kahveye eğilmiş oturuyordu. Kurt Wallander onun yüzünü görünce kendisini kötü bir şeylerin beklediğini anladı.

      4

      Kurt Wallander ve Rydberg kantinde yalnızlardı. Dışarıdan, hapsedilmiş olmasına şiddetle itiraz eden bir sarhoşun sesi geliyordu. Bunun dışında ortalık sakindi. Bir tek kaloriferlerin sessiz zırıltısı duyuluyordu. Kurt Wallander, Rydberg’in karşısına oturdu.

      “Paltonu çıkarsana,” dedi Rydberg. “Yoksa rüzgâra çıkınca yine üşütürsün.”

      “Önce bana diyeceklerini duymak istiyorum. Daha sonra da paltomu çıkarıp çıkarmamam gerektiğine karar verebilirim.”

      Rydberg omuzlarını silkti.

      “Kadın öldü,” dedi.

      “Bunu anladım zaten.”

      “Ama ölmeden önce az da olsa kendine geldi.”

      “Bir şey söyledi mi?”

      “Söyledi dersem abartmış olurum. Fısıldadı. Ya da en azından hırıldadı.”

      “Kaydedebildin mi bari?”

      Rydberg başıyla hayır işareti yaptı.

      “Mümkün değildi,” diye yanıtladı. “Ne demek istediğini anlamak neredeyse imkânsızdı. Çoğu zaten saçma sapan şeylerdi. Anladığım her şeyi yazdım.”

      “Kocasının adını söyledi,” diye başladı Rydberg. “Sanırım onun durumunu öğrenmeye çalıştı. Sonra anlamadığım bir şeyler mırıldandı. Sonra da ben soru sormaya çalıştım: Size gece kim saldırdı? Saldırganları tanıyor muydunuz? Onları gördünüz mü? Bunları sordum. Soruları kadın kendinde olduğu sürece tekrarladım. Eminim ki ne dediğimi anladı.”

      “E, peki ne yanıt verdi?”

      “Sadece bir sözcüğü anlayabildim. ‘Yabancı.’”

      “Yabancı?”

      “Aynen öyle. Yabancı.”

      “Kendisini ve kocasını hırpalamış olanların yabancı olduklarını mı söylemek istedi?”

      Rydberg başıyla onayladı.

      “Emin misin?”

      “Emin olmadığım şey için emin olduğumu söyler miyim hiç?”

      “Hayır.”

СКАЧАТЬ