Karanlık Yüz. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Karanlık Yüz - Хеннинг Манкелль страница 13

Название: Karanlık Yüz

Автор: Хеннинг Манкелль

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Kurt Wallander

isbn: 978-605-71714-7-4

isbn:

СКАЧАТЬ yapacak çok işi olduğu bahanesiyle savuşturmaya çalışmıştı. Mona’nın, onu terk edişini en ince ayrıntısına dek hazırladığını çok geç fark etmişti. Bir cuma akşamı karısı ona, boşanmak istediğini açıklamış ve aynı hafta pazar günü kendisini terk etmiş, Malmö’de kiraladığı bir eve taşınmıştı. Terk edilme hissi utançla beraber çılgın bir öfkeyle doldurmuştu içini. Kendini kaybedip duygularına hâkim olamayacak hale gelmiş ve karısına bir tokat patlatmıştı.

      Bu olaydan sonra sadece suskunluk yaşanmıştı. Kendisinin evde olmadığı günler Mona evdeki eşyalarını alıp taşınmıştı. Ancak eşyasının çoğunu bırakmıştı. İşte onu en çok inciten de bu olmuştu. Oradaki varlığına karşılık tüm geçmişini ardında bırakmaya hazır olduğunu göstermişti. Üstelik bu geçmişinde, kendisinin bir anı rolü bile yoktu.

      Wallander onu aramıştı. Akşam geç vakit konuşmuşlardı. Kıskançlıktan ne dediğini bilmez halde, karısının kendisini başka bir adam için mi terk ettiğini anlamaya çalışmıştı.

      “Başka bir yaşam için,” diye yanıtlamıştı o da. “Başka bir yaşam için, daha da geç olmadan.”

      Karısına yalvarmıştı. Şimdiye dek ona ilgisiz kaldığını kabul etmiş, tüm bu ilgisizliği için özür dilemeye çalışmıştı. Ama ne derse desin, Mona’yı kararından caydırmaya yeterli olmamıştı.

      Noel gecesinden iki gün önce boşanma evrakları kendisine postayla ulaşmıştı.

      Zarfı açıp da artık gerçekten bu işin sona erdiğini kabullenmek zorunda kalınca, içinde bir şeyler tuzla buz olmuştu. Her şeyden kaçma isteği duymuş, o tatil günlerinde işyerine hasta olduğunu bildirmiş, kendisini amaçsız bir yolculuğa sürüklemiş, bu yolculuk onu Danimarka’ya getirmişti. Zealand’ın kuzeyinde birden karşılaştığı kötü hava İsveç’e dönüşünü engellemiş, Noel’i Gilleleje’de bir pansiyonun yeterince ısıtılmamış odasında geçirmişti. Oradan Mona’ya uzun mektuplar yazmış, sonradan bu mektupları yırtıp denize savurmuştu; her şeye rağmen olan biteni kabul ettiğine dair sembolik bir hareketti bu.

      Yılbaşına iki gün kala Ystad’a dönmüş ve işinin başına geçmişti. Böylece yılbaşını Svarte’deki bir olayla uğraşarak geçirmişti. Olayda adamın biri karısını ağır yaralamıştı. Bu olay, Mona’ya vurduğu için kendisinin de başına gelebileceği düşüncesi onu ürkütmüştü…

      “Fidelio” müziği tiz bir sesle kesildi. Bant sarmıştı. Otomatik olarak radyo açılarak bir buz hokeyi maçının özeti duyuldu.

      Park yerinden çıkarak bir yola saptı ve evinin bulunduğu Maria Caddesi’ne yönelmeye karar verdi.

      Buna rağmen aksi yöne doğru, Trelleborg ve Skanör’e giden kıyı yoluna çıktı. Eski hapishaneyi geçince hızını arttırdı. Araba kullanırken düşüncelerinden kurtulmayı başarabilmişti hep…

      Birden Trelleborg’a kadar geldiğini fark etti. O sırada büyük bir vapur limana girmekteydi ve ani bir kararla orada kalmaya karar verdi.

      Birkaç eski polisin sınır koruma göreviyle Trelleborg feribot limanına atandığını biliyordu. Belki içlerinden biri bu akşam görevde olabilirdi.

      Solgun bir ışık altındaki liman arazisini geçti. Büyük bir tır karanlık çağlardan çıkmışçasına gürültüyle belirdi.

      Ancak personel harici kimsenin giremeyeceğini yazan kapıdan geçtiğinde gördüğü iki görevliyi de tanımıyordu.

      Kurt Wallander başıyla selam verip kendini tanıttı. İki memurdan yaşlı olanının gri sakalı ve alnında yara izi vardı.

      “Kötü bir olay, şu sizin oradaki,” dedi. “Onları enseledin mi bari?”

      “Henüz değil,” diye yanıtladı Kurt Wallander.

      Konuşmaları bölündü çünkü feribottaki yolcular pasaport kontrolüne yaklaşıyorlardı. Yolcuların büyük bölümü tatil günlerini Berlin’de geçirip evlerine dönen İsveçlilerdi. Ama aralarında Doğu Almanlar da vardı, yeni kazandıkları özgürlüklerini İsveç’e yolculuk yaparak değerlendiriyorlardı. Yaklaşık yirmi dakika sonra geriye sadece dokuz yolcu kalmıştı. Hepsi de farklı şekillerde İsveç’e siyasi iltica isteklerini açıklamaya çalışıyorlardı.

      “Bu akşam sakin,” dedi iki sınır memurundan genç olanı. “Bazen yüz kadar mülteci aynı anda aynı feribotla gelir. O zaman burada neler olup bittiğini bir düşünün.”

      İltica başvurusu yapanlardan beşi Etiyopyalı aynı aileye mensuptu. İçlerinden sadece birinin pasaportu vardı. Kurt Wallander onların sadece tek pasaportla böylesi uzun bir yolculuğu yapabilmelerine, bir dizi sınırı geçebilmiş olmalarına şaştı. Etiyopyalı aileden başka iki Libyalı ve iki İranlı da pasaport kontrolünde bekliyordu. Kurt Wallander bu dokuz mültecinin umutlu mu yoksa korku içinde mi olduklarını tam kestirememişti.

      “Şimdi ne olacak?” diye sordu.

      “Malmö’den meslektaşlarımız gelip onları götürecekler,” diye yanıtladı yaşlı olan sınır memuru. “Onlar bu akşam hazırlıklı. Feribotlarda evraksız çok insan olup olmadığını telsizle önceden öğreniyoruz. Bazen de desteğe ihtiyacımız olabiliyor.”

      Wallander, “Peki sonra, Malmö’de neler yapılıyor?” diye sordu.

      “Aşağıdaki petrol limanında duran teknelerden birine alınıyorlar. Başka yerlere gönderilene kadar orada kalmalarına izin veriliyor. Tabii ülkede kalmalarına izin çıkarsa.”

      “Buradakilere ne olacak sence?”

      Sınır memuru omuz silkti.

      “Sanırım bunların kalmalarına izin verilir,” diye yanıtladı. “Bir kahve daha ister misin? Bir sonraki feribotun gelmesi biraz zaman alır.”

      Kurt Wallander başıyla reddetti.

      “Bir dahaki sefere. Şimdi gitmem gerek.”

      “Umarım, onları enselersiniz.”

      “Evet,” dedi Kurt Wallander. “Bunu ben de umuyorum.” Ystad’a dönüş yolunda bir tavşanı ezdi. Hayvanı far ışığında gördüğünde frene basmıştı ama tavşan tok bir sesle sol ön tekerleğe çarptı. Tavşanın ölüp ölmediğini görmek için durmadı bile.

      Bana neler oluyor böyle, diye düşündü.

      O gece huzursuz uyudu. Saat beşi az geçe birden yatağından fırladı. Ağzı kurumuştu ve rüyasında biri onu boğmaya çalışmıştı. Bir daha uyuyamayacağını anlayınca kalktı, kendine bir kahve yaptı.

      Mutfak penceresinin dışındaki termometre sıfırın altında altı dereceyi gösteriyordu. Sokak lambaları rüzgârda şiddetle sallanıyordu. Mutfak masasına oturdu, geçen akşam Rydberg’le yaptığı konuşmayı düşündü. Korktuğu şey olmuştu. Ölen kadın onlara yardımcı olabilecek hiçbir şey söyleyememişti. Ağzından çıkan “yabancı” kelimesiyse fazlasıyla belirsizdi. Ellerinde peşinden gidebilecekleri herhangi bir ipucunun olmadığını СКАЧАТЬ