Karanlık Yüz. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Karanlık Yüz - Хеннинг Манкелль страница 14

Название: Karanlık Yüz

Автор: Хеннинг Манкелль

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Kurt Wallander

isbn: 978-605-71714-7-4

isbn:

СКАЧАТЬ insanlar sabahları erken uyanırlar, diye düşündü, Nyström’lerin evine giden yola saparken. Belki de olan biten hakkında bir kez daha düşünmüşlerdir?

      Arabayı durdurup kontağı kapattı. Aynı anda mutfaktaki ışık söndürüldü.

      Korkuyorlar, diye düşündü. Belki de katillerin geri döndüğünü sanıyorlar?

      Arabadan inerken farları açık bıraktı. Çakılların üzerinden girişteki basamaklara yürüdü.

      Evin yanındaki küçük koruluktan parlayan kıvılcımı gördüğünde bir silahın ateşlendiğini anlayıverdi. Kulakları sağır eden patlamayla birlikte kendini yere atmak zorunda kaldı. Bir taş yüzünü sıyırdığında bir an için yaralandığını düşündü.

      “Polis,” diye seslendi. “Ateş etmeyin. Kahretsin, ateş etmeyin.”

      Yüzüne el feneriyle ışık tutulmuştu. Feneri tutan el öyle titriyordu ki ışık oradan oraya gidip geliyordu. Bu Nyström’dü, eski bir av tüfeğiyle karşısında dikilmişti.

      Nyström, “Siz misiniz?” diye sordu.

      Wallander ayağa kalkıp üzerindeki çamurları silkeledi.

      “Nereye hedef almıştınız?”

      “Havaya ateş ettim,” diye yanıtladı Nyström.

      “Silah ruhsatınız var mı?” diye sormaya devam etti Wallander. “Eğer yoksa şu an başınız büyük belada.”

      “Bu gece nöbet tuttum,” dedi Nyström. Kurt Wallander adamın ne kadar şaşkın olduğunu anladı.

      “Önce şu farları kapatayım,” dedi Wallander. “Sonra konuşmamıza devam ederiz, siz ve ben.”

      Mutfakta, masasında iki kutu fişek duruyordu. Kanepenin üzerinde ayrıca bir levye ve balyoz vardı. İçeri girerken pencerenin yanında oturan siyah kedi tehdit dolu gözlerle Wallander’e bakıyordu. Nyström’ün karısı ocağın başında kahve yapıyordu.

      “Gelenin polis olduğunu anlayamadım,” dedi Nyström özür dilercesine. “Sabahın bu saatinde.”

      Kurt Wallander balyozu bir kenara itip oturdu.

      “Komşunuz dün öldü,” dedi. “Bunu size buraya gelip bizzat söylememin daha doğru olacağını düşündüm.” Kurt Wallander ölüm haberini vermek zorunda kaldığı zamanlar hep aynı duyguya kapılırdı: Tanımadığı insanlara bir çocuğun ya da bir aile ferdinin öldüğünü ağırbaşlılıkla söylemek mümkün olmuyordu bir türlü. İnsanların polis aracılığıyla haberdar oldukları ölümler hep beklemedikleri anlarda, çoğu kez şiddet dolu ve gaddarca olurdu. Biri sadece alışverişe gitmek için arabasına biner ve ölüverirdi. Bisikletli bir çocuğu, oyun alanından eve dönerken araba ezerdi. Birileri dövülür ya da soyulur, intihar eder ya da boğulurdu. Polis kapı eşiğinde göründüğünde, insanlar verilen habere inanmak istemezdi.

      Mutfaktaki iki yaşlı sessizdi. Kadın hâlâ kahve yapmakla meşguldü. Adam tüfeğini kurcalarken Wallander çaktırmadan ateş alanından kenara çekildi.

      “Yani Maria artık yok,” dedi adam yavaşça.

      “Doktorlar ellerinden geleni yaptılar.”

      “Belki de böylesi daha iyi,” dedi kadın ocağın başından, beklenmedik bir sertlikle. “Neden yaşasın ki, kocası zaten ölmüşken?”

      Nyström tüfeği mutfak masasına bırakıp ayağa kalktı. Wallander adamın dizlerinin yine ağrıdığını fark etti.

      “Ben gidip ata biraz ot vereyim,” dedi ve başına kenarlıklı eski bir şapka geçirdi.

      “Benim gelmemde bir sakınca var mı?” diye sordu Wallander.

      “Neden olsun ki?” diye karşılık verdi adam, çıkmaları için kapıyı açtı.

      Onlar içeri girerken ahırdaki kısrak kişnedi. İçerisi taze gübre kokuyordu, Nyström el çabukluğuyla bir çatal samanı atın önüne attı.

      “Gübreyi daha sonra temizlerim,” dedi. Atı yelesinden okşadı.

      “Neden at besliyorlardı?” diye sordu Wallander.

      “Yaşlı bir mandıra köylüsü için boş bir ahır cenaze evinden farksızdır,” diye yanıtladı Nyström. “At onlara dost gibiydi.”

      Kurt Wallander sormak istediği soruları ahırda da sorabileceğini anladı.

      “Tüm gece nöbet tuttunuz,” dedi. “Korkuyorsunuz ve sizi anlıyorum. Neden özellikle bu ikisinin öldürüldüğünü düşünmüş olmalısınız. Neden onlar? Neden biz değil, diye düşünmüş olmalısınız.”

      “Paraları yoktu,” dedi Nyström. “Çok değerli sayılabilecek bir şeyleri de yoktu. Zaten bir şeyleri de çalınmamış. Bunu dün buraya gelen polise de anlattım. Kaybolmuş olabilecek tek şey var, eski bir duvar saati.”

      “Olabilecek?”

      “Belki de kızlardan biri almıştır. İnsanın her şeyi hatırlaması mümkün olmuyor.”

      “Para yok,” dedi Wallander. “Düşman da yok.” Birden aklına bir fikir geldi.

      “Evinizde para saklıyor musunuz?” diye sordu. “Acaba katilin evleri karıştırmış olma ihtimali var mı?”

      “Sahip olduğumuz her şey bankada,” diye yanıtladı Nyström. “Ve bizim de düşmanımız yoktur.”

      Eve dönüp kahve içtiler. Kurt Wallander kadının gözlerinin kızarmış olduğunu gördü. İki adam dışardayken ağlamış olmalıydı.

      “Son günlerde olağan dışı bir şey fark ettiniz mi hiç?” diye sordu. “Örneğin Lövgren’lere gelen sizin tanımadığınız ziyaretçiler gibi?”

      İki yaşlı birbirlerine bakıp, sonra ikisi de kafalarını salladılar.

      “Onlarla en son ne zaman konuşmuştunuz?”

      “Dün onlara kahve içmeye gitmiştik,” dedi Hanna. “Olağan dışı bir şey yoktu. Biz her gün birlikte kahve içerdik. Kırk yıl boyunca.”

      “Korkar gibi bir halleri var mıydı?” diye sordu Wallander. “Tedirgin ya da?”

      “Johannes üşütmüştü,” diye yanıtladı Hanna. “Ama bunun dışında her şey olağandı.”

      Durum ümitsizdi. Kurt Wallander artık ne sorması gerektiğini bilmiyordu. Aldığı her yanıt yüzüne kapatılan başka bir kapı gibiydi.

      “Yabancı tanıdıkları var mıydı?” diye sordu.

      Adam hayretle kaşlarını kaldırdı.

      “Yabancı tanıdıklar mı?”

      “İsveçli СКАЧАТЬ