Название: Silahlarin Teslimi
Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Жанр: Героическая фантастика
Серия: Felsefe Yüzüğü
isbn: 9781632915085
isbn:
Reece merak etmeden duramadı, eğer çok bitkin düşerlerse diğerleri birer birer düşmeye mi başlayacaktı?
O sırada kayadan çıkan bir gürültü duyuldu, sonrasında küçük çapta bir çığ, tonlarca çakıl taşı aşağı dolu gibi yağıyor, Reece’in kafasına, yüzüne ve gözlerine geliyordu. Bir çığlık duydu ki bu diğerlerinden farklıydı, sanki bir ölüm çığlığıydı, işte o zaman kalbi duracak gibi oldu. Göz ucuyla tam da anlam veremediği bir hızda onu geçen bir vücut gördü.
Reece uzanıp onu yakalamaya çalıştı ama olay çok hızlı gelişmişti. Tek yapabildiği dönüp Krog olduğunu anladığı vücudun havada uçmasını, sağa sola çarpmasını, bağırarak sırt üstü doğrudan hiçliğe doğru gitmesini izlemek oldu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kendrick atın üstündeydi, yanında Erec, Bronson ve Srog yüzünü Tirus ve İmparatorluk’a döndüğünde ise önünde binlerce adam vardı. Hepsi de doğruca tuzağa düşmüşlerdi. Tirus hepsini satmıştı ve Kendrick anlamakta geç kalmıştı, ona inanmak büyük bir hataydı.
Kendrick önüne baktı, sağında, vadinin sırtında, okları hazır binlerce İmparatorluk askerini gördü solunda ve arkasında bir o kadar daha vardı. Kendrick’in bir kaç bin adamı bu sayıdaki askerleri asla yenemezdi. Denemek bile katliam demekti. Çekilmiş tüm o yaylarla, en küçük bir hareketi bile adamlarının katledilmesi demekti. Coğrafi olarak, vadinin başlangıcında olmaları da kar etmiyordu. Tirus pusunun yerini güzel seçmişti.
Kendrick orada çaresizce duruyordu, yüzü öfke ve hiddetle yanıyordu, tatmin olmuş kendi kendine gülümseyerek atında oturan Tirus’a baktı. Yanında dört oğlu ve onların yanında İmparatorluk komutanı duruyordu.
“Para senin için bu kadar önemli miydi?” diye sordu Kendrick Tirus’a, ondan sadece on adım uzaktaydı, sesi çelik gibi soğuktu. “Kendi insanlarını, kendi kanından olanları satar mıydın?”
Tirus hiç bir pişmanlık belirtisi göstermedi, gülümsemesi daha da yayıldı.
“Halkınla aynı kandan değilim hatırladın mı?” dedi. “Bu yüzden senin kanunlarına göre kardeşimin tahtına çıkmam yasak.”
Erec öfkeyle boğazını temizledi.
“MacGil yasalarında taht babadan oğula geçer – kardeşe değil.”
Tirus kafasını salladı.
“Artık hiç birinin önemi yok. Yasalarının bir kıymeti yok artık. Güç her zaman yasaların üstündedir. Sadece gücü olanlar yasalarda söz sahibi olur. Şimdi senin de gördüğün gibi, ben güçlüyüm. Yani bundan sonra yasaları ben yazarım. Bundan sonraki nesiller senin yasalarını hatırlamayacak. Beni, Tirus’u Kral olarak bilecekler. Seni ve kız kardeşini değil.”
“Kanunsuz alınan hiç bir taht yerinde durmaz,” diye karşılık verdi Kendrick. “Bizi öldürebilirsin, hatta Andronicus’u sana bir taht bahşetmesi için ikna bile edebilirsin. Ama sen ve ben biliyoruz ki uzun süre tahtta kalamazsın. Bizi terk ettiğin bu ihanet bir gün gelip seni de yakacak.”
Tirus istifini bozmadan durdu.
“O zaman şu kısacık taht günlerimin keyfini süreyim – sana ihanet etmek için kullandığım maharete haiz olan adamı bana ihanet edecek olsa kutlarım.”
“Bu kadar konuşma yeter!” diye bağırdı İmparatorluk komutanları. “Şimdi teslim olun yoksa adamlarınız ölecek!”
Kendrick dik dik baktı, öfkeliydi, istemediği halde teslim olması gerektiğini biliyordu.
“Silahlarınızı indirin,” dedi Tirus yavaşça, sesi güven veriyordu, “ben de size bir savaşçının diğerine yapacağı gibi adil davranayım. Benim savaş tutsaklarım olacaksınız. Sizin yasalarınız beni bağlamasa da bir savaşçının savaş kuralını onurlandıracağım. Size söz veriyorum, benim gözetimimdeyken kılınıza zarar gelmeyecek.”
Kendrick hepsi de muhteşem savaşçılar olan Bronson, Srog ve Erec’e baktı, altlarında hareketli atları, sessizliğe gömülmüşlerdi.
Bronson Tirus’a “Neden sana güvenelim?” diye sordu. “Adaletinin yoksunluğunu tecelli ettin. Bana kalsa şu suratından o pis gülümsemeni silmek için burada savaşarak ölürüm.”
Tirus dönüp küçümseyerek Bronson’a baktı.
“Bir MacGil bile değilsin ama yine de konuşuyorsun. Sen bir McCloud’sun. MacGil işlerine burnunu sokma hakkın yok.”
Kendrick arkadaşını savunmaya geçti: “Bronson en az bir çoğumuz kadar MacGil’dir. Söyledikleri, adamlarımızın sözleridir.”
Tirus dişlerini gıcırdattı, belli ki sinirlenmişti.
“Karar sizin. Etrafınıza baktığınızda hazır halde bekleyen binlerce okçumuzu görüyorsunuz. Kandırıldınız. Kılıçlarınıza davranırsanız, hemen oracıkta adamlarınızı öldürürüz. Bunu da gördüğünüze eminim. Savaşacak zamanlar vardır, teslim olunacak zamanlar vardır. Adamlarınızı korumak istiyorsanız, her iyi komutanın yapacağını yapmalı silahlarınızı indirmelisiniz.”
Kendrick defalarca çenesini sıktı, içten içe yanıp kavruluyordu. Her ne kadar kabul etmekten nefret etse de Tirus haklıydı. Etrafına baktı, savaşa girişmeleri durumunda hepsi olmasa da adamlarının çoğunun oracıkta öleceğini biliyordu. Savaşmak istese de bu bencil bir karar olurdu ve her ne kadar Tirus’u küçümsese de doğruyu söylediğini ve adamlarına zarar vermeyeceğini hissediyordu. Onlar yaşadıkları sürece bir başka günde, bir başka yerde, bir başka alanda karşı karşıya gelebilirlerdi.
Kendrick, sayısız defa birlikte savaştığı, Gümüş şampiyonu Erec’e baktı ve onun da aynı şeyi düşündüğünü biliyordu. Bir lider olmak, bir savaşçı olmaktan farklıydı. Bir savaşçı hiç umursamadan savaşabilirdi ama bir lider önce diğerlerini düşünmeliydi.
“Silahlar için olduğu kadar, teslim olmanın da bir zamanı var,” diye seslendi Erec. “Bir savaşçı olarak adamlarımıza zarar vermeyeceğin sözüne güveniyoruz, bu şartla silahlarımızı indiriyoruz. Fakat eğer sözünde durmazsan, Tanrı şahidimiz olsun, her bir adamımın intikamını almak için ta cehennemden kalkıp gelirim.”
Tirus tatmin olmuş halde kafasını salladı ve Erec kılıcını ve kınını yere bıraktı. Hepsi yere inerken şıngırdadı.
Kendrick onu takip etti, sırasıyla Bronson ve Srog da aynını yaptı; hepsi gönülsüz olsa da yapılabilecek en akıllıca şey buydu.
Arkalarından binlerce silahın yere inme sesi geldi hepsi havadan aşağıya kış zeminine iniyordu, tüm Gümüş, MacGil ve Silesia ordusu teslim oluyordu.
Tirus sırıttı.
“Şimdi atlarınızdan inin,” diye emretti.
СКАЧАТЬ