Silahlarin Teslimi . Морган Райс
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Silahlarin Teslimi - Морган Райс страница 9

СКАЧАТЬ azından biraz sakatlayabiliriz. Ne de olsa her iki gözüne de ihtiyacı yok, değil mi?”

      Diğeri güldü.

      “Madem öyle söylüyorsun, sanırım yok,” diye cevap Verdi. “Hadi bakalım, biraz eğlenelim.”

      Adamlardan biri yaklaştı ve hançerini yukarı kaldırdı.

      “Kıpırdama, küçük kız,” dedi asker.

      Mycoples, ona yakınlaşarak hançeri gözüne sokmak için gelen adam karşısında çaresiz irkildi.

      Aniden bir başka dalga güverteyi vurduğunda askerin ayakları yerden kesilerek doğrudan Mycoples’in suratına doğru kaydı, gözleri korkudan fal taşı gibi açılmıştı. Son bir çabayla Mycoples askerin altına kaymasına yetecek kadar pençesini kaldırdı ve adamın tam üstüne vurarak boğazını deldi.

      Çığlığı bastı ve kanı her yere dağıldı, suyla karışıyordu. Adam altında ölürken Mycoples bir nevi rahatlama hissetmişti.

      Diğer İmparatorluk askeri dönüp koştu ve yardım çığlığı atmaya başladı. An içinde bir düzine İmparatorluk askeri yaklaştı hepsinin elinde uzun hançerler vardı.

      “Hayvanı öldürün!” diye bağırdı biri.

      Hepsi öldürmek için ona yaklaştılar, Mycoples bunu yapacaklarından emindi.

      Aniden içinden yükselen çok güçlü bir öfke hissetti, daha önce böylesi bir şey hiç yaşamamıştı. Gözlerini kapadı ve son bir güç vermesi için tanrıya dua etti.

      Yavaşça göbeğinden yükselen kocaman bir ateş hissetti, boğazına doğru yol alıyordu. Ağzını açtı ve dışarı kükredi. O anda bir ateş yığının dışarı döküldüğünü görünce kendi de şaşırdı.

      Alevler ağı geçti, Akron’u yok etmese de, ona doğru gelen bir düzine askerin oluşturduğu et duvarı alevle kaplandı.

      Vücutları ateş içinde kalınca hepsinin çığlıkları duyuldu, çoğu güverteye çöktü ve o anda ölmeyenler koşarak denize atladılar. Mycoples gülümsedi.

      Bir düzine asker daha ellerinde sopalarla göründü, Mycoples ateşi tekrar çağırmaya çalıştı.

      Fakat bu sefer işe yaramadı. Tanrı dualarına cevap vermiş ve ona son bir şans vermişti. Ama şimdi yapabileceği daha fazla bir şey yoktu. En azından aldığı  küçük intikam için minnettardı.

      Onlarca asker üstüne çullanarak, onu sopalarla dövmeye başladı; Mycoples yavaşça tükendiğini, gözlerinin kapandığını hissediyordu. Kaskatı kıvrıldı, koyuverdi, dünyadaki zamanının sonuna gelip gelmediğini merak etti.

      Kısa süre sonra tüm dünyası karardı.

      YEDİNCİ BÖLÜM

      Romulus gövdesi siyaha ve altın renge boyalı, ağzında kartal tutan aslanlı İmparatorluk bayrağının rüzgarda tüm gücüyle dalgalandığı devasa gemisinin güvertesinde duruyordu. Elleri belindeyken kaslı çatısı her zamankinden daha geniş görünüyordu, sanki güverteye çivilenmişti; Ambrek’in hareketli ve parlak dalgalarına gözlerini dikmişti. İleride, henüz görünen Halka kıyıları uzanıyordu.

      Nihayet.

      Romulus’un kalbi, Halka’yı ilk kez gördüğü bu zamanda beklentiyle doldu taştı. Gemisinde özenle seçtiği onlarca en iyi adam ve arkalarında en iyi İmparatorluk gemileriyle denize açılmış binlercesi birlikte ilerliyorlardı. Denizi dolduran bu kalabalık donanmadaki her gemi İmparatorluk bayrağını taşıyordu. Çok uzun yoldan geliyorlardı, Halka’nın etrafını dolanmış ve McCloud tarafından karaya ulaşmayı hedeflemişlerdi. Romulus, Halka’ya kendi girerek, eski patronu, Andronicus’un arkasından sinsice gidip onu en beklemediği zamanda öldürmeyi  planlıyordu.

      Düşüncesi onu gülümsetti. Andronicus görevinin başındaki sağ kolunun gücü veya kurnazlığı hakkında hiç bir fikri yoktu ve bunu en acı yoldan öğrenecekti. Onu hafife almamalıydı.

      Koca dalgalar gemiyi dövüyordu ve Romulus yüzüne vuran soğuk serpintilerden keyif alıyordu. Kolunda ormandan edindiği sihirli pelerin vardı, bunun işe yarayacağını, onu Kanyon’dan geçirebileceğini düşünüyordu. Onu giydiği zaman görünmez olduğunu, kalkandan geçerek Halka’ya tek başına gidebileceğini biliyordu. Görevi son derece gizli, kurnaz olmayı ve karşısındakini hazırlıksız yakalamasını gerektiriyordu. Adamları elbette onu takip edemezdi ama hiç birine ihtiyacı yoktu. Bir kere içeri girdi mi Andronicus’un adamlarını, İmparatorluk adamlarını bulacak ve davası için onları bir araya toplayacaktı. Onları bölerek kendi ordusunu , kendi iç savaşını yaratacaktı. Ne de olsa İmparatorluk askerleri Andronicus’u sevdikleri kadar Romulus’u da seviyorlardı. Andronicus’un adamlarını ona karşı kullanacaktı.

      Sonrasında MacGil’i bulup pelerinin emrettiği gibi onu Kanyon’a getirecekti ve eğer efsane doğruysa Kalkan yok olacaktı. Kalkan indiğinde tüm adamlarını çağıracak, donanması içeri doluşunca da Halka’yı sonsuza dek ezeceklerdi. Ardından nihayet Romulus tüm evrenin tek hakimi olacaktı.

      Derin bir nefes aldı. Şimdiden bunun tadını alıyordu. Tüm hayatı boyunca bu an için savaşmıştı.

      Romulus kan kırmızısı gökyüzüne baktı, ufukta devasa bir top gibi görünen ikinci güneş batıyor ve günün bu saatinde uçuk mavi bir renkle parlıyordu. Bu, Romulus’un tanrılara dua ettiği vakitti, Kara Tanrısı, Deniz Tanrısı, Gökyüzü Tanrısı, Rüzgar Tanrısı ve hepsinden önemlisi Savaş Tanrısı. Hepsinin hakkını vermesi gerektiğini biliyordu. Hazırlıklıydı, feda edecek çok sayıda köle getirmişti,  dökülen kanlarının ona güç bağışlayacağını biliyordu.

      Kıyıya yaklaşırken dalgalar  gemiyi daha kuvvetle dövüyordu. Romulus diğerlerinin ipleri indirmesini beklemedi bunun yerine pruva kuma değer değmez gövdeden kendini atıp yirmi adım kadar düştükten sonra ayakları üzerinde beline kadar suyun içinde durdu. Biraz olsun irkilmemişti bile.

      Romulus, sanki kendi mülküymüş gibi sahilde dolanmaya başladı, ayak izleri kumda ağır izler bırakıyordu. Ardında, adamları ipleri indirmeye ve gemileri birbiri ardına karaya yanaştırmaya başladılar.

      Tüm yaptıklarını inceleyen Romulus gülümsedi. Gökyüzü kararıyordu, bir kurban vermek için mükemmel bir zamanda kıyıya ulaşmıştı. Bunun için teşekkür etmesi gereken tanrılar olduğunu biliyordu.

      Dönüp adamlarına baktı.

      “ATEŞ!” diye bağırdı Romulus.

      Adamları üç başlı bir yıldız formunda yayıp şekil verdikleri beş metre yüksekliğinde, devasa bir odun yığınını hazırlamışlar, yakmayı bekliyorlardı.

      Romulus kafasını salladı ve adamları birbirlerine bağlı bir düzine köleyi getirdiler. Köleler kamp ateşi odunlarının etrafında sıralanarak bağlanmışlardı. Gözlerinde panik okunuyordu. Hazır olan ateşi ve canlı canlı yakılmak üzere olduklarını anladıklarından çığlık çığlığa bağırıyor, korkudan çırpınıp duruyorlardı.

      “HAYIR!” СКАЧАТЬ