RAUF VE 2125’LILER KULÜBÜ – GEÇMISTEN GELEN SÖVALYE. AYDIN ALMILA
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу RAUF VE 2125’LILER KULÜBÜ – GEÇMISTEN GELEN SÖVALYE - AYDIN ALMILA страница 6

Название: RAUF VE 2125’LILER KULÜBÜ – GEÇMISTEN GELEN SÖVALYE

Автор: AYDIN ALMILA

Издательство: Автор

Жанр:

Серия:

isbn: 9789752114050

isbn:

СКАЧАТЬ derin bir nefes aldı. Rauf, kuzininin elindeki defteri alıp lastiğini çıkardı. Tam da Hurdacı’nın dediği gibi sayfalar formüllerle doluydu. Rahatlamış bir sesle, “Doğru defter!” dedi.

      İrene, Kayla’nın yardımıyla yerinden doğruldu. Bir yandan da kendi kendine, “Buldum!” diye tekrarlamayı sürdürüyordu.

      Eris, “İkinci adım, Geleceğin Anahtarı!” dedi. “Elimizi çabuk tutalım. Her zaman bu kadar şanslı olamayız.”

      Hep birlikte kapıya yönelmişlerdi ki, Yasemin onları durdurdu. Umutla, “Sizinle gelebilir miyim?” diye sordu.

      Kayla, “Nereye gittiğimizi bile bilmiyorsun ki!” diye karşılık verdi. Yasemin bunun bir önemi olmadığını anlatmak için omuzlarını silkti.

      Kayla, “Bizimle gelemezsin, ama yakında başka birinin kapını çalacağına emin olabilirsin.” dedi. Arkadaşları sorarcasına Kayla’ya baktılar. O ise muzipçe güldü. Yasemin’le ilgilenecek birini tanıyordu. Aslında o kişiyi hepsi tanıyordu.

      4. BÖLÜM

      YENİDEN GELECEĞİN ANAHTARI’NDA

      Geleceğin Anahtarı binasına yaklaştıklarında, Eris saatine göz attı. “Güneşin doğmasına daha vakit var.” dedi. Diğerlerinin sorarcasına baktıklarını görünce, “Yani gece karanlıkta kimseye görünmeden binaya girip çıkabiliriz.” diye açıklamada bulundu. İçinde, evden çıktığından beri izlendiklerine dair bir his vardı. Ancak diğerlerine bir şey belli etmedi.

      Rauf başını kaldırmış binaya bakıyordu. Binanın çıkıntılarındaki, insanın içini ürperten vahşi yaratık heykelleri kararmaya yüz tutmuştu. Hatta yer yer nereden çıktığı belli olmayan ince bir yosun tabakasıyla kaplanmışlardı. Mimarlıkta devrim yarattığı söylenen binanın, eski görkemini yeniden kazanması için iyi bir bakıma ihtiyacı olduğu belliydi. Aklına, Geleceğin Anahtarı’ndan içeri ilk kez adım attığı an geldi. Umutsuzluklarla dolu günlerdi; neyse ki geride kalmışlardı. Kayla’nın, “Hadi Rauf!” diyerek kolundan çekiştirmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. “Sadece bir taş yığını.” diye mırıldandı. Kayla onun kafasından geçenleri biliyordu. “Hep öyleydi Rauf.” demekle yetindi.

      Binadan içeri girdiklerinde, Rauf sırt çantasından el fenerini çıkardı. Feneri sallayınca önleri parlak, beyaz bir ışıkla aydınlandı.

      Çağla tedirginlikle çevresine bakınıp, “Arkadaşlar bina uzun bir süredir boş.” dedi.

      Eris alayla gülümsedi. “Gerçekten mi?”

      Çağla yüzünü buruşturarak aynı alaycı tonla arkadaşına, “Bir şeyi çok merak ediyorum!” diye karşılık verdi. “Burası boş olduğu için, büyük bir olasılıkla asansörler çalışmıyordur. Binanın yüksekliğini düşünürsek, en üst kata uçarak mı çıkmayı planlıyorsun?”

      İşte bu hiçbirinin aklına gelmemişti. Eris, “Yukarı çıkmayı başarsak bile bu saatler sürer.” diye mırıldandı. Yıkılmış görünüyordu.

      Kayla, “Bunu anlamanın bir tek yolu var.” diye atıldı. Ardından hızlı adımlarla az ilerideki asansöre yöneldi. Diğerleri de onu izlediler. Karanlığa gömülmüş duran büyük cam kutunun işlevini çok önceden yitirdiğini anlamak için sadece bakmak yeterliydi. Kayla yine de umudunu yitirmeden cam kapının üstündeki tüm işaretli noktalara bastı. Yapacak bir şey yoktu.

      Eris, önlerinde uzanan merdivenlere umutsuzca bakıyordu. Diğerlerine göre çelimsiz bir çocuktu ve binlerce basamağı çıkıp çıkamayacağından emin değildi.

      İrene ise deli gibi söylenmeye başladı. “Nasıl oldu da bunu daha önce düşünemedik. Bir de akıllı geçiniriz. Hurdacı bize güvendiğine pişman olacak!”

      Eris, “Bir çaresi olmalı…” diye kendi kendine konuşmaya başladı. “Bir çaresi olmalı…”

      Rauf birdenbire coşkuyla gülümsedi. “Evet bir çaresi var.” Bir yandan da gözünü Jak’a dikmişti. Çocuk ürkerek birkaç adım geriledi. Bu grubun içindeki çocukların hepsinin biraz tuhaf olduklarını düşünüyordu. Ancak aralarında en tuhaf olanı kesinlikle Rauf’tu.

      İrene, kuzeninin aklından geçenleri anlamıştı. Sevinçle ellerini çırptı. Diğerleri ise şaşkınlıkla bu görüntüyü izliyorlardı.

      Rauf, Jak’a, “O sihirli ayakkabılarına yine ihtiyacım var.” dedi. Çocuk yere oturdu ve ayakkabılarını çıkardı. Rauf’a uzatırken, “Binanın en üst katına kadar yükselir mi bilmiyorum.” dedi.

      Rauf, ayağına birkaç numara küçük gelen ayakkabıları aldı. “Birazdan öğreniriz. Tek şansımız bu ayakkabılar.” Ardından diğerlerinin meraklı bakışları altında ayakkabıları ayaklarına geçirdi. Topuğunun yarısı dışarıda kalmıştı. Ayağından çıkmasınlar diye, bağcıkları sıkıca bileğine bağladı. İşi bitince, “Hazırım!” dedi. “Siz beni burada bekleyin. Hologram taşıyıcıyı bulup hemen geri döneceğim. Az sonra görüşürüz.”

      Kayla, yalnızca kendisinin duyabileceği kadar alçak bir sesle, “Umarım…” diye mırıldandı. Eris, dostça bir tavırla arkadaşının omzuna vurdu. Çağla ve İrene, Rauf dengesini sağlamaya çalışarak yavaşça yükselirken ellerini kaldırıp arkadaşlarını selamladı.

      Jak ise 22. yüzyıldaki çocukların tuhaf değil, kesinlikle kaçık olduklarına karar verdi.

      Sedna, Geleceğin Anahtarı’nın önüne dek çocukları sessizce izlemişti. İçeri girdiklerini görünce yine dışarıda beklemeye başladı. “Anlaşılan bu geceyi sokakta nöbet tutarak geçireceğim.” diye kendi kendine homurdandı. Ne tür bir iş karıştırdıklarını merak ediyordu, ama peşlerinden içeri dalıp çocuklar tarafından görülme riskini göze alamazdı. Rüzgâr hızını iyice arttırmıştı. Alnına dökülen saçlarını geriye itti. Ceketinin yakasını kaldırıp ellerini ovuşturdu. İşi gereği gece takiplerine alışıktı. Ancak bu kez gerçekten hazırlıksız yakalanmıştı. Ona yardımcı olacak tek şey içgüdüsüydü.

      Rauf ayağındakilerle, İrene’yi korkutmak için bir evin ikinci katına yükselmekle bir gökdelenin en üst katına yükselmek arasındaki farkı anladığında iş işten geçmişti. Ara sıra katlardan birinde duruyor, bozulan dengesini yeniden sağlamaya çalışıyordu. Merdivenleri yürüyerek çıksa belki ancak bu kadar yorulurdu. Cesaretini toplamak için, “Az kaldı. Birazdan varacağım.” diye kendi kendine konuşuyordu. Ama çıt çıkmayan binada, yalnızca kendi sesini duymak cesaretini kırmaktan başka bir işe yaramıyordu.

      Arkadaşlarının sabırsızca beklediklerini bilmek, acele etmesine ve dengesinin bozulmasına neden oluyordu. On beşinci katta neredeyse tepetaklak olmuştu. Yirmi ikinci katta sol ayakkabısının bağı çözülmüştü; ayakkabı tam ayağından çıkmak üzereyken yakalamıştı. Yine de şanslı sayılırım, diye geçirdi içinden. Hâlâ hayattayım!

      Sonunda en üst kata vardığında rahat bir nefes aldı. Kısa koridoru, aslan kafalarını ve tam önünde yükselen Santini’nin ofisinin kapısını görünce durdu. Aslan kafaları gözlerinden kırmızı СКАЧАТЬ