Hakikat! Gerçekten büyük olan kibarın dünyada hiç hoşlanmaması ve en fazla nefret etmesi lazım gelen bir şey var ise o da riya ve dalkavukluk olması lazım gelir ve riya ile dalkavukluk yapan soysuzları huzurundan kovması gerekirken tam tersine, genellikle görülür ki o büyükler gözünde en fazla makbul olanlar dalkavuklar ve riyakârlardır.
Dalkavukluk ve ikiyüzlülük ile yaranmak isteyen terbiyesizlere neden hürmet etmelidir? Ki onlar kavuk salladıkları kibarın menfaatini, hukukunu, şanını, şerefini hayal ve hatırlarına bile getirmeyip tam tersine kendi riyaları ve dalkavukluklarının makbule geçtiğini görünce velinimetleri efendileri hakkında alaylara da başlarlar ve kendi kendilerine derler ki “İşte ahmak herifi aldattım! Gösterdiğim tüm yaltaklanmalara inandı.” Bu sözü yalnız kendi kendilerine söylemekle de kalmayıp hatta kendisi gibi kavuk sallayıcı ve riyacı olan kapı yoldaşları arasında da efendilerinin ahmaklıklarını maskaraya alarak eğlenirler. Bunlardan birçoğu, her zaman ortamda görüldüğü ve şu gerçek güneş gibi ortada olduğu hâlde büyükler hep riyakâr, ikiyüzlü, yalancı, hilekâr olan dalkavukları severek kalpleri temiz ve bağlılıkları ciddi ve hakiki olan hizmetkârlarını daima üzerler.
Besbelli bu durum da en temiz kalpli, en doğru özlü ve doğru sözlü adamların kıymetlerini bilen kibarın bir kat daha büyüklüklerini yüceltmek için yaradılışın kurallarının arasına konulmuş bulunmalıdır.
Resmi, Şehnaz Hanımefendi’nin kendisini sevmediğini önceden bildiği gibi Zekâyi Bey daireyle tanışıklık peyda eyledikten sonra hanımefendi hazretleri artık Zekâyi’nin ikiyüzlü yaltaklanmalarından açıkça hoşlandığını ve kendi hoşsohbetinden açıktan açığa hoşlanmadığını görünce nefretinin derecesini bir kat daha anlamış idiyse de Bahtiyar Paşa, kendi annesinden yadigâr kalan Hasna’nın velinimeti olduğu ve bu durumda Şehnaz Hanımefendi de velinimet-zadesi bulunduğu nedeniyle Şehnaz’ı yine takdir eder, yine sever ve tüm bu nedenlerle mesut ve bahtiyar olmasını can ve gönülden arzu ederdi. Eğer onun mesuliyeti kendisince büyük büyük fedakârlıklara muhtaç ise elinden gelen her fedakârlığı yapmaya daima hazır ve hazırlıklı bulunurdu. İyi ahlak ve fazilet erbabı için bittabi ortaya çıkan görev bu değil midir? İnsan, bir efendinin minnettâr kalınacak hediyeleri ve ihsanı olduğu zaman, şu kutsal göreve halel bile getirecek olursa, artık o durumda riyakâr ve dalkavuk olan yalancılardan daha kötü bir mel’un, bir hain olur kalır. Minnettarlık mutlaka ve ister istemez hayırseverliği gerektirip Resmi Efendi ise yalnız minnettar olduğu kişinin değil kendi minneti altında bulunanların bile hayırseveri olmak derecesinde yüksek ahlak sahiplerinden idi.
Bir yalancı riyakâr ile riyaya inanıp rağbet eden kibar arasında en parlak bir örnek vermek lazım gelir ise işte yine Şehnaz ile Zekâyi’yi gösteririz. O ikiyüzlü dalkavuk, biçare Şehnaz Hanım’ın huzurunda kendisini şöyle güzel bulduğuna ve her hâline hayran olmak lazım geldiğine dair nice dilbazlıklar ettiği ve her sözünü zarafetin ta kendisi saydığı hâlde, bazı kere Hasna ile iki dakikacık kadar yalnız bulunabilmek fırsatı ele geçtikçe, “Acaba Şehnaz Hanım’a söylediğim sözlere kendisi gerçekten inanıyor mu? Hiç sizin kadar güzel bir kişi kendi karşısında iken kendi güzelliğine bu kadar mağrur olmalı mıdır? Zarafet zanneylediği arsızlıkların nasıl farkına varamıyor ki sizin güzel terbiyeniz, zekânız ve zarafetiniz, onun zevzekliğini, çılgınlığını ve âdeta terbiyesizliğini kendi gözünde bile kanıtlamalıdır!” gibi sözler ile Şehnaz’ı alaya alır ve küçümserdi.
Hâlbuki Şehnaz Hanımefendi, kendisine edilen ikiyüzlülüklerin ve yaltaklanmaların doğru olduğuna o kadar inanıyordu ki Zekâyi’ye olan duyguları âdeta muhabbet ve aşk derecelerine varıp, bazı kere bu sırrını Hasna’ya da açar ve Hasna’yı kendisine dost bildiği için değil, belki, “Bak, ne kadar güzel, nazik ve sevimli bir hanımefendi hazretleriyim ki Zekâyi Bey gibi güzel ve terbiyeli bir kibarzade bana âşık olmak derecelerinde davranışlar gösteriyor!” tavrıyla sohbetlerde bulunurdu. Hasna ise Zekâyi’nin kendi hakkında söylediği sözleri doğru olarak görmekte haklı iken bile o sözlerin hiçbirisine inanmayıp “Bunun gibi ikiyüzlü ve alçak bir herifin yaltaklık ve riyalarından Allah cümleyi esirgesin!” diye Cenab-ı Hakk’ın ulu koruyuculuğuna sığınırdı.
Şimdi biraz düşünelim ki ikiyüzlülük ve dalkavukluktan hoşlananlar, bundan ne fayda ümidiyle hoşlanırlar? İşte Şehnaz Hanım, Zekâyi Bey’in riya ve yaltaklanışlarına önem vermekle, kendi kendisini o dalkavuğa alay konusu ettirmekten başka bir şey kazanamamış ve fazla olarak habise gayet müthiş bir şekilde aldanmıştır da. Çünkü bir kız, hakikatte sevilmediği bir adam tarafından “seviliyorum” inancına düşerse, bu aldanışın onun için pek müthiş bir aldanış olacağına şüphe yoktur. Yalnız bir kızın değil en büyük adamların bile riyakâr ve dalkavuklara aldanması daima müthiştir. Tarihin sayfaları karıştırılacak olursa bundan dolayı meydana gelmiş o kadar facialar görülür ki insan onları okuyarak üzülür ve üzüldüğü zaman riyakârları herkesin gözü önünde asacağı gelir. Çünkü efendisinin en büyük bela ve felaket günlerinde, hâllerine ağlayacak iken gülmek gibi bir lanetlenesice davranış, daima ikiyüzlü ve dalkavuklarda görülmüştür.
Zekâyi Bey tarafından gösterilen yaltaklanmaları, Şehnaz Hanımefendi’nin tamamıyla ciddi olarak kabul etmesini gerektiren bazı sebepleri de okuyucularımız bilmelidir. Ta ki biçare kızın Zekâyi hakkındaki duygularının çabucak bir aşk derecesine varmış olduğunu görmekle hayrete düşmesinler.
Malumdur ki alafrangada kızlara roman okutmak yasaktır. Bu yasağın nedeni, kızlara zevk ve şehvetin ne olduğuna dair örnekler göstermemek konusu olacak ise de söz konusu yasaktan hiçbir memlekette, beklenen fayda elde edilememiştir. Çünkü bu hâl, bu yasaklama tam tersine, kızların romanlar için daha fazla hırs ve düşkünlük göstermelerine neden olduğundan, piyasada gezen romanları noksansız olarak okumaya yol bulduktan başka, kadınlar ve hatta erkekler için bile yasak olan birtakım zararlı kitapları da ele geçirip büyük bir hırs ve hevesle okurlar. Pek çok kızın en gizli yerlerinde öyle kitaplar bulunmuştur ki bunlar bir kızın değil, hatta bir erkeğin bile elinde görülse içeriğini okumak değil, resimlerine göz gezdirmek bile o erkek için pek büyük ayıplardan sayılır.
Aslında Şehnaz Hanım’ın öğretmeni Madam Mirsak da öğrencisine roman ve tiyatro gibi eserleri asla göstermezdi. Ancak kütüphanesinde türlü türlü romanlar ve tiyatrolar mevcut olduğundan, Şehnaz habersizce bunları çalıp gece odasında okurdu. Bu hırsızlıkta Hasna’nın da suçsuz olduğunu iddia edemeyiz. Şu kadar ki Şehnaz’ın okumasıyla Hasna’nın okuması arasında büyük bir fark vardı. Bu farkı görmek için Hazret-i Sadî’nin beytini araştırmalıdır. Hakikaten bitkilerin tümü için selamet nedeni ve bereket olan yağmur, hep o yağmurdur. Ancak, lale ve sümbül tohumunu içeren bir bağda lale ve sümbül bitirdiği gibi diken ve çalı kökleri ile dolu olan bir yerde de bunları yeşillendirir. Yaradılışında kötülük tohumu olan Şehnaz için okuduğu romanlar, kendisinin de o romanlarda gördüğü olay kahramanlarından birisi olma istek ve becerisine güç verirdi. Hasna ise yaradılışında zaten saf iyilik olduğundan, okuduğu romanlarda durumu beğenilemeyecek olan olay kahramanlarının her birini birer ibret numunesi olarak algılamış ve şu âlemde henüz aşkın ne olduğunu kendi şahsında tecrübe etmediği hâlde zevk ve şehvet âleminin olanca tehlikelerini romanlarda okuyup öğrendiği için o olay kahramanlarına benzemeyi değil benzememeyi asıl kahramanlık olarak görmüştü.
İşte СКАЧАТЬ