“Aman Allah aşkına Madam!..”
“Elverir25 beyefendi elverir! Artık demek istediğimi anlatmışım zannederim. Fakat verdiğim şu cevap üzerine dostluğumuza zarar gelmiştir zannetmeyiniz. Tersine hakkımdaki sevginizin sizi böyle bir şeye cesaretlendirecek kadar arttığını görmek beni memnun eder. Benden mahrum olmuyorsunuz. Fakat o sevginizi açıklama konusunda göstermek istediğiniz sonuç beni aşağılamak demek olacağından, reddettiğim şey işte yalnız bu sonuçtur. Bunu şöyle açıktan açığa reddedişim, sadece dostluğunuzu pek kıymetli sayışımdandır. Yoksa dostluğunuza önem vermemiş olsa idim, şimdi sizden yüzümü çevirip bir daha buraya ayak basmanıza izin vermemesi için kapıcıya emir verirdim.”
Anlaşıldı ya? Kadın işi kesip attı. Hem de ne fena ve acıklı bir şekilde kesti attı! Eğer bir daha oraya ayak basmaması için kocasına söyleyeceğini bildirse idi, Zekâyi için bunu daha fazla hoş karşılanmış saymak mümkündü. Fakat kapıcıya emir verecekmiş! Kapıcılar, uşaklar aracılığıyla kovdurulan bir adamın ne kadar düşük olması lazım gelir!
Zekâyi, bu inceliklere tamamıyla akıl erdirdi. Pancar kesildi! Kadından özür dilemeyi de beceremeyip hele nasılsa o aralık salona birkaç misafir daha geldi de kendisini şu zor durumdan kurtardı.
Bilemeyiz; Madam Hamparson’a hak verenler, veremeyenlerden çok mu bulunur. Fakat gerek kendisine hak verilsin gerek verilmesin, madamın yorumu başkaydı. “Filanca âşık imiş!” diye onun arzularına uyum gösterecek olursa, kendisinin o filan efendinin heveslerine eğlence etmiş olacağını düşünürdü. Ama Madam Hamparson’un bu düşüncesi, aşkın ne olduğunu bilmediğinden ve aşka hürmet etmediğinden dolayı değildi. Aslında Soeurs de Charité okulunda dinin gereklerinden başka bir eğitim almamış ve Hazreti Meryemü’l-Azrâ’yı kendisine örnek alınacak bir model sayarak hele aşk denilen şeyin Cenab-ı Hak’tan başkasına uygulanacak bir yeri olduğunu, kimse kendisine söylememiş ise de aşkın anlamını öğrenmeye fazlasıyla düşkün ve şöhret olan kızların zaten bu yolda eğitim görenler olduğu bilinir. Fırsat ele geçip de türlü türlü romanları okumaya başladıkları zaman, onlar genellikle en açık romanları tercih ederek bunca garip olayın kahramanları ile sanki beraber yaşayıp onlara eşlik etmiş olurlar.
Şu kadar ki bu durumda olan kadınların pek çoğu romanlardan genellikle pek kötü örnekler aldıkları hâlde Madam Hamparson başkalarının maceralarındaki hatalardan kendisi için bir gerçek dersi, bir selamet örneği, bir iffet ibreti alan kadınlardandır. İşte bu nedene dayalı olarak kendisine aşkını açığa vuran Zekâyi gibi bir adama uyma konusunda başkaları her ne anlam verirlerse versinler, Madam Hamparson en galiz tabirince âdeta fuhuş anlamı verirdi.
Hem Madam Hamparson’a aşk ilan edenlerin birincisinin Zekâyi olduğunu düşünmezsiniz ya? Bu kadar genç, güzel, zarif bir kadın Beyoğlu’nda tam alafranga bir hâlde yaşar da ona Avrupa’nın her milletinden güzelliğine, terbiyesine mağrur birçok adam Zekâyi’den belki daha ustalıklı bir şekilde aşk ilan etmez diye akla gelebilir mi? Madam Hamparson ise her ne zaman böyle bir durum olsa kendi kendisine derdi ki:
“Beni her arzu edenin kucaklarına atlayacak olsam, dünyanın kucağına atlamam lazım. Bana her olanca varını feda edecek olanın hevesine ayak uyduracak olsam, bütün dünyanın olanca varını ben toplamalıyım. Hâlbuki bende en fazla arzusu olan kocamdır. Bana varını ve hatta ismini vermiş olan da odur. Öyle ise herkesten çok kocamın arzularını kabul etmeliyim. Ama başında saç, ağzında diş, yüreğinde şevk kalmamış bir ihtiyar olup sevilmezmiş. Zaten bana özlemlerini sunanlar, benim kendilerini sevdiğim için arzularını sunmuyorlar ya? Kendileri beni sevdikleri için hevesleniyorlar. Mesele benim sevmekliğimde değil sevilmekliğimde olduğuna göre sevilmekliğim için en büyük izni ve hatta tek izni kocama vermeliyim. Ama mutlaka bir aşk suçlamasıyla suçlandırılacaksam, bari benim seveceğim veyahut sevdiğim bir adam olsun ki hiç olmazsa başkalarının istek ve hevesine kurban olmayım da kendi istek ve hevesim yolunda mahvolayım.”
İşte Madam Hamparson’un düşünceleri bu yolda idi. Bu fikir ve yorum üzerine herkes istediğini söylesin. Bizim fikrimiz sorulursa deriz ki:
Eğer bir kadın için şöyle bir aşk felaketi kaderinde var ise, o felakete birtakım heveskârların ateşli arzularını yatıştırmak için uğraşmaktansa, kendi arzuları uğrunda uğraşmak ve başkası için mahvolacağına kendisi için mahvolup gitmesi elbette tercih edilirdi. Özellikle bu tutum, bu yolda görülen genel felaketi bir anda yarısından aşağı bir dereceye indirir. Çünkü kendisini mahveden kadınların yarısından çoğu, kendilerinin bir arzusuna yenilmekten değil, belki başkalarının hevesine kurban gitmelerinden doğduğunu tahmin eden hakikat peşinde olanların yorumları itiraz kabul edemeyecek kadar doğrudur.
Demek oluyor ki Resmi Efendi’nin Madam Arslangözyan’daki güzelliğin çekicilikten ve zarif neşesinden yalnız dışardan bir seyirci olarak, bir temiz dostluk ve terbiye ile istifade etmesi pek doğru imiş. Resmi, kadının bu seviyede bir kadın olduğunu Zekâyi gibi acı bir tecrübe ile keşfetmeyip belki hâl ve tavrından işi anlamıştı.
Bununla birlikte, Zekâyi’nin aldığı ret cevabından dolayı tamamen ümitsiz olduğunu da zannetmemelidir. Bir adam Zekâyi kadar kibirli olur da öyle kolay kolay yenilgisini kabul ederek ümidini keser mi? Zekâyi, madamın şu ret cevabını nazda aşırılığına verdi. “Pek tok gözlü bir kadın taklidi yapıyor.” dedi. Aslında bu düşüncesinde bütün bütün haksız da sayılamaz. Çünkü Madam Hamparson, Zekâyi’nin mektubunu yırtıp atmadı. Kendisine de iade etmedi. Yanında alıkoydu. Bu ise Zekâyi için henüz bir ümidin varlığının bulunduğuna işaret etti. Zekâyi kendi kendisine dedi ki: “ Eğer madamın bir başka sevdiği olup da ona sadakat satmak için böyle bir nazlanma gösterdiyse, doğrusu bu ustalığını ben de alkışlarım. Mademki oynayacağımız oyun biraz güç görünüyor, o hâlde bunun için lüzumu olan yardakçıları da hazırlamalıdır. Hizmetçisi Maryanko en uygun görünüyor. Onu ele alıp madamın gönlünün kimden hoşlandığını öğrenerek usulünce rekabet etmeye başlarız. Yani yerimizi sağlamlaştırmak için ilk keşfimizi yaparken oluşan hücumda başarılı olamadık ise usulünce etrafını çevirmeye başlayarak elbette teslim olmaya mecbur ederiz.”.
İşte Resmi’nin Zekâyi’yi tanıştırdığı büyük ailelerin birisi şu Arslangözyanlar olup bundan başka Resmi Bey, Zekâyi’yi Cezayirli Bahtiyar Paşa’ya da tanıştırmıştır ki Bahtiyar Paşa haysiyet ve mevki yönüyle Arslangözyanlara hiç benzetilemeyeceğinden fazla, Zekâyi Bey orada Madam Hamparson’dan gördüğü tavrı da görememiş ve aksine şansı, hemen hiç de ümit edemeyeceği kadar ve daha doğrusu istediğinin de üstünde bir bahtiyarlık göstermiştir.
Cezayirli Bahtiyar Paşa Ailesi
Cezayirli Bahtiyar Paşa denilen kişi, aslen Cezayir Dayızadelerindendir. Urban’ın Fransızlara karşı bir isyanında kendisi de taraftar olduğundan Cezayir sınırlarının dışına çıkmaya Fransa hükûmeti tarafından mecbur edilmiş ve böylelikle İstanbul’a gelmişti. Ancak şu göçünde mallarına СКАЧАТЬ
25
Elverir: Yeterli, kâfi, yeter.