Karnaval. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Karnaval - Ахмет Мидхат страница 13

Название: Karnaval

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6486-36-2

isbn:

СКАЧАТЬ olunan Madame Mirsak gerçekten kültürlü kabul edilmeye değer bir kadın olup Fransa edebiyatçılarının bütün eserlerini kütüphanesine sadece bir süs olsun diye koymuştur. Çünkü söz konusu edilmiş kitaplar tümüyle ezberinde olup kendi kalemi de şöhret yapmış Fransız hanımlarından Madame George Sand ve Madame Emile de Girardin gibi yazarlardan aşağı kalmaz. Bu kadın otuz yedi, otuz sekiz yaşında, vücutça da alımlı ve hele öğretmenlerin hepsinde görüldüğü gibi elbise ve tuvaletince büyük bir temizlik ve titizliğe düşkün olup şu kadar ki yine o öğretmen ve mürebbiyelerin hepsinde görüldüğü üzere, hâl ve tavrını altmış yaşındaki kadınların hâl ve tavrına benzetmeye çalışıyordu. Madame Mirsak yedi sekiz seneden beri Şehnaz Hanım’ın eğitim ve öğretimiyle meşgul olduğundan, Şehnaz Hanım’a Fransız lisanında iyiden iyiye pay kazandırmış olduğu gibi kendisi de Arapçayı ilerletmiş ve hatta okuyup yazmaya başlamıştır.

      Madame Gabat isminde Şehnaz Hanım’ın bir de müzik ve dans öğretmeni vardır. Bu kadın kırkını bir hayli geçmiş ve belki ellisine el uzatmaya yaklaşmışsa da Paris’in en meşhur tiyatrolarında geçirdiği gençlik âlemine nasılsa doyamayarak gerek süsçe ve gerek şuhlukça hâlâ kendisini yirmi altı yaşında zannederdi. Şunu kabul ederiz ki bu kadın genç iken Paris’te pek çok adamın ocağına incir dikmeye yardım eylemiş büyük bir güzelliğe sahip olup şimdi de geçip giden aylar ve yıllarla o güzel binaya gelen yıpranma ve çöküntüyü süs sanayinin yardımıyla tamire çalışarak bu binayı sıvaca, badanaca, nakış ve renkçe bayağı, insanların dikkatlerini çekebilecek bir hâlde korumayı başarmakta idi.

      Şehnaz’ın oda hizmetçisi olan Sofi isminde bir Fransız kızını ne Mirsak’a ne de Gabat’a asla kıyas edemeyiz. Bu kız ancak on dokuz, yirmi yaşında, varışlı gelişli dalyanlar gibi bir kız olup çehrece de o kadar güzeldir ki bu büyük güzelliği kendi etkisini meydana koymak için öyle süse müse de muhtaç değildir. Bir oda hizmetkârının sadece elbisesi eğer bir çirkin kadının üzerinde küçük görülmeye neden olabilirse de Sofi’nin üzerinde bulununca kimse elbiseye dikkat bile etmeyip fistanına sığmayan balık gibi sımsıkı bir vücudun kim bilir ne kadar körpe bir şey olduğunu tahmin için insan gözlerini kızın gerdanından, boynundan, yüzünden ayırıp da elbisesiyle uğraşmaya zaman bulamazdı.

      Bu yosmanın güzelliğinden kendisinin habersiz olmadığını da özel olarak yazmalı ve uyarmalıyız. Hatta kendisini görenlerce vücudunun ahengi ve yüzünün güzelliğinin ne etki yaptığını kendisi de daima gözler ve her hâl, duruş ve tavrını ona göre düzenlerdi. Hatta bir defa Resmi Efendi, Matmazel Şehnaz Hanımefendi ile birlikte kahvaltı etmek şerefine ulaştığında (Çünkü Bahtiyar Paşa dairesi pek alafranga olduğundan kaç göçe o kadar uyulmaz.) Sofi bu sofrada yemek takdim etmekteydi. Misafirin sol tarafına yemek tabağını uzattığı zaman en usta hizmetçiler için birinci derecede dikkat edilmesi lazım geldiği gibi burnunun solumasıyla yemek alan kişiyi rahatsız etmemek için başını o kişinin tepesi hizasına doğru kaldırınca Sofi o kadar yaklaşmış ve öyle güzel bir duruş almıştı ki kızın gerdanında olan güzellik öyle göz yumulması mümkün olan güzelliklerden de olmadığı için Resmi biraz başını kaldırdığı zaman gözleri kamaşır gibi bir şeyler hissetmiş ve hemen aklını başına alarak kendi kendisine, “Vay canına yandığım yosma şey! Sanki yemek takdim etmiyor! Güya gerdan takdim ediyor!” demiştir. Sofi de Resmi’de olan bu çalkantının farkına vardığından yüzünde o kadar hafif ve anlamlı bir gülümseme görülmüştür ki artık bu gülümsemeyi ne yolda anlamak isterseniz sizi hür ve yetkili bırakırız.

      Nasıl? Resmi’nin Zekâyi’yi tanıştırmış olduğu şu Bahtiyar Paşa ailesine tanıtılmak bahtiyarlığını siz de kendiniz için arzu ederdiniz ya!

      Bu aileden hikâye kahramanları arasında hemen birincilerden sayılacak kişi hakkında henüz gereken ayrıntıları vermedik. O ise Şehnaz Hanım’dır. Yalnız Şehnaz Hanım’ın bu hikâyenin geçtiği zamanlarda on yedi yaşında bulunduğunu söylemiştik. Bu kadar düzenli bir terbiye içinde bulunan bir kızın ne kadar mükemmel olmasını arzu edersiniz? Vah yazık ki bu arzunuzun yerine geldiğini göremeyeceksiniz. Şehnaz Hanımefendi aslında yüce kudretin o kadar özenerek yarattığı ve süslediği bir sanat eseri olmadığından, kız sekiz dokuz yaşlarına geldiği zaman sanki Yüce Sanatçı Hazretleri bu yarattığını kendisi de beğenmemiş de modelini beğenmeyen ressamların fırçalarını boyaya batırarak çizimlerine doğru serpiverdikleri gibi hatsız hesapsız çilleri ve çiçek bozukluklarını bu kızın yüzüne serpivermişti.

      Boy, kısaya yakın orta; vücut, bir iskelet olup yaradılıştaki inada bakınız ki dişler de dudaklarından dışarı fırlamaya her zaman hazır ve tetiktedir. Uzun bir yüze, ufacık bir burun ne kadar yakışmaz ise, bir sivri çene üzerinde ve bir geniş ağzın ipince dudakları arasında bu dişlerin bile o kadar yakışıksız olacağını aklınızda bulabilirsiniz.

      Güzel ahlakın en güzel yüzlerde aranılması gerekeceği hakkında verilmiş olan bir karara itirazınız var mıdır? Yok ise Şehnaz Hanım’ın ne kadar hoppa, ne kadar hırçın, ne kadar kıskanç bir şey olacağını da ayrıca anlayınız.

      Şu kadar ki kızın zekâsını yüz kadına bölüştürselerdi, o kadınların her birini de başka başka olarak zeki ve fettan birer kadın olmak üzere kabul ederdiniz. Pergel ile resmolunmuş gibi testekerlek ve küçücük açık mavi gözleri, sanki iblisin kör olmayan gözü gibi ekseni üzerinde fırıl fırıl döner, pırıl pırıl parlardı. Bu kız ihtiyar olursa şüphe yok şeytanı bile aldatan kocakarıyı da aldatacak bir acuze29 olur.

      Fıkra aklınızda mıdır? Değilse arz edelim:

      Bir kocakarı ile şeytan bir salonda düelloya çıkarlar. Silahların birisi gereğinden fazla uzun olan bir tavan süpürgesinin sapı ile diğeri gereğinden fazla kısa olan bir meydan süpürgesinin sapından ibaret olup kocakarı şeytana der ki: “Hangisini istersen al!” Şeytan uzununa göz dikerse de onu elinde evirip çevirip idare edinceye kadar kocakarı kısa sopa ile durmadan yapıştırır. Şeytan birbirini izleyen süpürge sapından kafasını kurtarıp da uzun sırığını kullanamayacağını görünce önceki seçiminden cayıp, “Hayır, hayır! Şu kısayı bana ver de sen uzunu al!” der. Kocakarı buna da razı olur. Bu defa ise acuze, süngü davranır gibi sırığa davranıp aralıksız (şeytanı) dürtmeye başlar. Şeytan için hasmına yaklaşmak bile imkânsız olunca galibiyet meydanını kocakarıya terk ederek kaçar gider.

      İşte bizim Şehnaz Hanım, bir kocakarı olsaydı mutlaka şeytanın üstün gelemediği bu acuzeye de üstün gelirdi. Hiçbir şey yapamaz ise bari elindeki kısa sopayı kaldırıp kocakarının kafasına atarak Vodina kavunu gibi kafasını yardıktan sonra kaçardı.

      Şehnaz’ın dünyada hiç sevmediği iki insan varsa, birincisi Hasna idi. Hasna’yı nasıl sevebilsin ki kendisi çirkin olduğu hâlde Hasna güzel; kendisi hoppa olduğu hâlde Hasna ağırbaşlı; kendisi kötü huylu olduğu hâlde Hasna melek yaradılışlı bir kız. Bayan öğretmenleri her dersi ona verdikleri hâlde sırf hoppalık ve tembelliği nedeniyle derslerine dikkat etmemesine karşın Hasna, sanki o dersler doğrudan doğruya kendisine veriliyor imiş gibi hepsini alıyor ve ezberliyor. Dolayısıyla Hasna, Şehnaz’a arkadaş değil rakibe sayılırdı. Bereket versin ki Şehnaz’ın haddinden fazla kibirli olması Hasna ile açıktan açığa düşmanca bir rekabete girişmekten kendisini alıkordu. Öyle ya! Bir kontes veya prenses iken, her durumda hizmetçinin bir parmak üst tarafı demek olan bir yoldaşı önemseyip de onunla rekabete kalkışması СКАЧАТЬ



<p>29</p>

Acuze: Kocakarı.