Название: Cengiz Han'ı Aramak
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-81-2
isbn:
Geceleyin, şafak sökene kadar Emir siyah torbadaki görevlerin hepsini yerine getirdi… Ulu Cengiz Han soğuk toprağın altında ebedi uykuya dalmıştı…
Mezar kazılmaya başlandı. Topraklar dışarı atılıyordu. Emir otuz dokuz askeri mezarın etrafına dizdi, gözlerini siyah bez ile bağladı. Sonra Yüce Tanrı’ya tövbe edip deve yavrusunun derisinden yapılmış “def”e vurdu. Emir terlemeye başladı. Defin sesi yükseldikçe yer titriyormuş gibi oluyordu. Emir bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturuyor, Şaman gibi kötü bir ruh haline bürünüyordu. Ses yükselince etraftaki askerlerin kalpleri titredi ve onlar da Şamanlar gibi tuhaf hareketlerle ayine katıldılar. Emir çöküyor ve yeri dinliyor, sonra kalkıyor göğü dinliyordu. Ayinde söyledikleriyle etrafındaki askerleri yılan gibi zehirlemiş ve onları hipnoz etmiş gibi etkisi altına almıştı… Tanrı’ya dua etti. Bu sırada göğsünü yumrukluyor ve bağırıyordu: “Yüce Tanrım! Sen bizi yanına al! Makamına yükselt bizleri de! Yanına al!” Askerleri cinler çarpmış gibiydi ve tamamı Emir’in sözlerini bağırarak tekrarlıyorlardı. Onlar da gökyüzüne bakıyor, ellerini havaya kaldırarak avazları çıktığı kadar bağırarak Emir’in kelimelerini tekrar ediyorlardı:
– Yanına al bizi de! Yanına al bizi de! Yanına al! Muhafızların sesi kapkara bir güç haline döndü ve etrafı gürültüyle inletti. Onlar Cengiz Han’ın mezarına kendi istekleriyle atlıyor ve seve seve can veriyorlardı. Fakat onlar kendi istekleriyle atlamamalıydı mezara, bizzat onları mezara Emir atmalıydı… Emir yedi deve ve cellatları ile Cengiz Han’ın mezarını düzledi. Artık yer dümdüz olmuştu. Emir gökyüzüne baktı. Etraf çok sessizdi. Gökyüzünde ne bir bulut ne de uçan kuşlar vardı…
Cengiz Han’ın mezarına kurban olan kırkıncı muhafızı attılar. Sonra arçadan taht yaptılar ve mezara tahtı yerleştirdiler. Tahtın üzerine de Cengiz Han’ı oturttular. Ayrıca mezarın üstüne yedi sandık altın, gümüş, inci, değerli taşlar atıldı. Bu servete yerin Padişahı beyaz yılan sahiplik yapmaya başladı. Yani hazineyi çalacak olanlardan, Cengiz Han’ın cesedini rahatsız edecek olanlardan korumaya başladı. Artık beyaz yılan mezara yerleşmişti. Emir, kimsenin bilmediği, görmediği bu garip yeri Cengiz Han’ın nasıl bulduğuna çok şaşırdı. Bu ona gizemli bir olay gibi geldi. Cengiz Han’ın isteklerinin tümünü yapmış olmak Emir’in kendisini bir kuş gibi hafif hissetmesini sağladı. Yavru deveyi annesinin üzerinde kesti. Anne deve çıldırmışçasına bir o tarafa bir bu tarafa koşturdu. Devenin ağzından beyaz salyalar, gözlerinden yaşlar akıyordu. Deve bozlayıp iki hörgücünü silkeliyor, uzun ayaklarıyla yeri dövüyordu. Az önce yavrucağı annesinin yanında oynuyordu. Annesi onun parlayan gözlerine bakarak ne kadar da mutlu oluyordu. Şimdi ise yavrusunun kanının yere döküldüğünü görünce bu acıya kalbi dayanmıyor ve sızım sızım sızlıyordu. Emir acıklı anne deveye aldırış etmeden onun yavrusunun kanını mezara akıtıyordu. Yedi cellat, deveyi mezarın etrafından uzaklaştırmaya çalışsalar da nafile bütün gücüyle deve cellatları aşarak ölmüş yavrusunun yanına doğru koşturuyordu. Hayvan olsa bile anneydi. Öldürülmüş yavrusunu düşünüyor, kalbinden kan akıyordu. Daha sonra deveyi mezardan uzakta bir taşa bağladılar. Emir yedi cellada: “Develeri okla öldürün” diye işaret etti. Develer bozlayarak birer birer yıkılıyorlardı. Ölen develerin bedenleri mezarın üstünde toplandı. Develeri, ayakları yukarıya bakacak şekilde yatırdılar. Develerin ok ile delinmiş gövdelerinden kanlar sızıyordu. Emir, muhafızlarıyla birlikte develerin olduğu yöne doğru yürüdü. Bu esnada gökyüzünden akbabalar, bayağı kuzgunlar görünmeye başladı. Yırtıcı kuşlar çok sert görünüyordu. Yarı ölü yarı canlı develerin etlerini bu yırtıcı kuşlar yemeye başladı… Gittikçe akbabaların sayısı artıyordu… Göz açıp kapayıncaya kadar leş yiyen kuşlar develerin etlerini yiyip bitirmişti. Sonra tok karınlarıyla uçmak istemiyor, kanat vurmaktan üşeniyorlardı. Derken cellatlar yırtıcı kuşlara okları yağdırmaya başladılar. Hiçbir akbaba canlı bırakılmadı, hepsi atılan oklar ile öldürüldü. Emir kendisine verilen görevi harfiyen yerine getirmiş, arça dallarından büyükçe bir ateş yaktırarak akbabaların, bayağı kuzgunların ve develerden kalan parçalarını bu ateşte yaktırmıştı. Bu leşlerin yanmasıyla oluşan kapkara dumanlar her tarafı kapladı. Sonunda leşler kül haline geldi. Fakat uzunca bir süre etrafa yanık et kokusu yayıldı. Emir uzun bir süredir yanında taşıdığı kırmızı torbayı koynundan çıkarıp gizlice okumaya başladı. “Torbada Cengiz Han’ın son sözü, Emir’im, diye başlıyordu. Emir, bunu okur okumaz gözleri yaşardı. Hatta gözlerinden yere damlayan gözyaşlarını kendi bile hissetmedi…
Cengiz Han’ı hayattayken onu ismi ile çağırmak ölüme kapı açmakla denkti. Onun ismini söylerken yer titriyor, rüzgâr esiyor, seller akıyor, dağlar devriliyor, gökyüzü yırtılıyor, yıldırım çarpıyor gibi oluyordu. Şimdi ise Cengiz Han uzun bir uykuda idi. Emir, başından geçenleri hatırlayıp Cengiz Han’ın boş ve manasız bir hayat yaşadığını düşünüyordu. Kırmızı torbadaki yazıyı okumaya devam etti…
“Emirim! Ben bu yalan dünyayı bırakıp ebedi bir dünyaya gidiyorum. Söylediğim her şeyi yapacağına inanıyorum. Şimdi dikkatini dağıtmadan torbadaki yazıları oku. Her işi dikkatle yap. Bugün gece yola çıkacaksınız. Arkanızdan hiçbir canavar çıkmayacak. Akbabaların yuvası, ceviz ağacı, gökte uçan kuşlar da çıkmayacak…
Şu СКАЧАТЬ