Название: Cengiz Han'ı Aramak
Автор: Анонимный автор
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-81-2
isbn:
Son eğlencesi böyle sona ermişti Cengiz Han’ın.
Cengiz Han’ın durumu gittikçe kötüleşiyordu. Zehrin gücü onu kuvvetinden ayırıp ayakta duramayacak kadar güçsüzleştirdi. İyileşeceğine bir damla bile umudu kalmamıştı. Göz açıp kapatıncaya dek canı bu dert yüzünden gücünü gittikçe kaybediyordu. Bir türlü iyileşememesi yüzünden her türlü dedikodu konuşuluyor, halk şüpheleniyordu. Fakat cesaretini yitirmeyen Cengiz Han’ın bu durumu, onun tam kalbine saplanmış ve kalbinde fokurdayan derin yaralar açsa da bu durumu hiç kimseye sezdirmiyor, düşmanlarına belli etmiyor, askerlerini hayal kırıklığına uğratmamak için gizliyordu. Böyle bir durumda bu haberin dışarı çıkmaması gerekirdi.
Cengiz Han yaşamdan umudunu kesmek üzereydi. Düşüncelerin karanlığında kederleri, tasaları ve korkularıyla baş başa kaldı. Alnı terlemiş, bitkin düşmüş içini bir kuşku sarmıştı. Kalbinde bir beze gibi duran ölüm ve hayat hakkındaki düşünceler sağlığı kötüleştikçe daha da sıkı yapışıyordu yakasına. Her türlü şeyi düşünür, rüyasında görürdü, iyice tasalanırdı. Dün rüyasında insan gibi konuşan gökyüzünü kaplamış binlerce karga, ateşte yanan beyaz eşekler görmüştü. Bu rüyayı görmektense gözü kör olsa daha iyiydi… Ölüm ona bu şekilde rüyalarla yaklaşıyormuş gibi geldi. Bu gördüğü felakette başındaki kavuğu yanan dilenciler, dervişler, falcılar, üfürükçüler de vardı. “Bir kadının elinden öleceksin!” diye kehanette bulunan yaşlı Şaman da gördüğü kâbusu yorumlayamayıp zorlanmıştı. Son günlerde Şamanı da rüyasında çok görüyordu. Kaderin hükmü, ölümün soğuk yüzü… Şimdi o beynini ezen düşüncelere bağlanıp cehennem ateşine düşmekten bütün hücreleriyle korkmaya başlamıştı. Yaradan’ın merhametini diledi içinden. Eğer hayat satın alınsaydı ölmeyecek kadar gücü vardı, bir tahıl ambarı dolusu hazinesi vardı. Cengiz Han şu anda hayatın acımasız kuralına boyun eğmişti, “doğdun, öldün.” Bu kelimeler Cengiz Han’ı kuvvetinden tamamen mahrum bıraktı. Onu paniğe sürükleyen ölüm korkusu, korkunç zorluğu, kıyamet zorluğu beynine bir kılıç gibi saplanmıştı.
İnsan ömrünü bir paçavra gibi değersiz gören, nice sarayları dümdüz edip halkının soyunu kurutan, dünyaya bela olan Cengiz Han’ın şimdi sadece kendine ait bir derdi vardı. Ölümü, hayatı, sadakati, külfeti, yaşamanın ne olduğunu anlamaya şimdi ruhunun bedenini terk etmek üzere olduğu hayatının bu lahzasında düşünüyor gibiydi. Kılıcından kan damlayan zorba Cengiz Han birçok insanı öldürmüştü, şimdi bu garipleşmiş, acınacak haline rağmen zamanında başsız bıraktığı gövdeleri, öldürdüğü insanları, yok ettiği aileleri aklına getiriyor, bunların vebalını iç çekiştirerek üzüntüyle düşünüyordu. Onlar da Cengiz Han gibi ölümle ömrün ne olduğunu anlayabilmişler miydi ya da anlayamamışlar mıydı? Bu sorular sıkıntısını daha da artırmıştı. Gözü ölüme, kılıcı kana doymayan açgözlü Cengiz Han’ın kalbini sonu gelmeyen bu düşünceler bir testere gibi kesiyordu. Belki onlara da Cengiz Han’a olduğu gibi hayat tatlı gelmişti. Ne ölü ne diri sayılabilecek bir durumda olan Han ölümden değil, öldürdüğü insanların vebalinden korkuyordu. Çünkü hem Tanrı’yı hem de ölümün varlığını hem de ölümün kendisi için de var olduğunu unutmaya başlamıştı… Bu olay onu yüzüne su serpmiş gibi uyandırdı. Halsiz düşmüş, takati kesilmişti, artık Han’ın içecek suyu, görecek günü bitiyordu. Gittikçe her şeyi hatırlıyor, her şey rüya gibi gözünde uçuşuyordu.
Yılanın zehrine ilaç bulunamadı.
Şaman Cengiz Han’ın yumruk gibi büzüşen kafasının ter içinde kaldığını görünce artık ölmek üzere olduğunu anladı. Bazen bitkin vücuduna yeni bir can girmiş gibi aniden uyanıyor sonra da yeniden uzun rüyasının dipsiz kuyusuna iniyordu… Cengiz Han, Şaman’a: “Gözlerimi kapattığım zaman yakınlarımı görüyorum, bu ne demek,” diye sorumuştu. Şaman şüpheyle “tövbe ediniz, tövbe ediniz” diye cevap verdi. Onu da anlayamayan Cengiz Han içinden tövbe ederek hayalini kurduğu düşüncelere tüm gücünü vererek yöneldi. Şimdi ise o kocakarı öbür dünyadan dirilerek gelmiş gibi gözlerinin önünde duruyordu. Yüzü buruşuk, elleri kurumuş, ağaç gibi şekli vardı. Cengiz Han öbür dünyadakiler canımı almak için şu kocakarıyı görevlendirmiş midir? Acaba canımı almak için bu soysuz yaşlı kadını mı göndermişlerdi? Onun bulanık belleğine bu düşünceler geldi… Kocakarı ağzına doldurduğu suyu Cengiz Han’ın yüzüne püskürttü, gözlerini yumup derin uykuya dalmadan, öbür dünyaya gitmeden önce benim nasihatimi dinle, dedi. Kocakarı yün gibi parça parça kılarak ne dua ediyor ne de ibadet ediyormuşçasına, sanki kirli bir camın öbür tarafında duruyormuş gibi uzun bir söze başladı… “Ey Tanrı ile taht kavgasına tutuşan zavallı kul, senin vücudun ikiye ayrılıp ruhun cesedinden ayrılmak üzere. Bana gök perdesi açıldı, bazı soğuk haberler bana malum oldu. Seni himayesine alan kara güçler cesedini kuzgunların önüne atıp kemiklerini mezar sıçanlarına bırakalım diyor. Lanetli bir bedduaya seni mahkûm edeceklerini söylüyorlar. Senin ruhunu teslim edeceğin saati bekliyorlar… Şu anda yakınlarını gördün, sen onlara hitap edeceksin ama onlar ne senin sesini duyabilecekler ne de buruşuk bedenini görebilecekler. Yakınlarının ağladığını görüp: “Ben öldüm! Ben öldüm!” diye tekrarlayacaksın. Ölümün inlettiğini de sızlattığını da tasasını da can acıtan hastalığını da hissetmeden ruhunu havaya kaldırılacak… Sen bundan korkma, tasalanma, ürkme, üzülme, bir tek Tanrı’ya yalvar, tövbe et ve pişmanlık duy. Önünde üstünde her tarafını alaca bulaca karanlık bürüyecek. Ardından tüm bedenini titreten korkunç bir duygu her yanını saracak. Sen bundan korkma, bu senin hayalinin yansıması. O korkunç karanlıktan anlamsız sesler, şiddetli bağırışlar duyulacak… “Vur! Öldür!” diye sesler kulaklarında yankılanacak. Bütün bunlar cehennem ateşine giderek yaklaştığının emareleri… Bundan da korkma… Daha da ilerle, sorgu meleklerine yaklaş! Ecele önce cesedini ver, sonra o ruhunu isteyecek. Cesedi Yaradan vermişti, canı da Yaradan vermişti, ama ruhunu Yaradan’ın eline geri verme, ruh sonsuz yaratılmıştır, ruh sonsuzdur… Ruh cezalandırılamaz… Ruha yeniden doğmanın, yeniden yaratılmanın kapısı sonsuza dek kapalıdır. O Tanrıların dünyasına da devlerin dünyasına da giremez, o sadece mahlûk dünyasına girebilir. Ama mutsuz ruhların ağı yayılıp onlar ruhun yolunu keserek iki ayrı yolu gösterirler. Bu yolların birine beyaz ışık yansıtılır, bu yol insanların dünyasını gösterir. İkincisi ise mavi ışıktır, bu da hayvanların dünyasını gösterir. Ruhun Yaradan’dan gideceği, rahatını bulacağı iki yer var… İkisinde de ruh yaşar. Ruh insanı hayvanın, hayvanı insanın yerine geçirebilir. Senin de ruhun asla yok olmayacak, ama ruhun da cezasının olduğunu unutma, senin ruhun da cezasını çekecek, o cezanın ne olduğunu biliyor musun? Ulu Cengiz Han’ın ruhu yüzyıllar sonra bedenini yılan sokan ve akıl hastalığına tutulan bir adamın bedenine yerleşecek. Döktüğün kanların, işlediğin soykırımların cezasını ruhun çekecek. Sen beni yılan soktu, ceza çekmeden gidiyorum diye düşünme, cezanın sonu yoktur, o ceza bir gün ardında bıraktığın soyunun gözünden, göğsünden çıkacak… Ceddin, senin döktüğün kanların, işkencelerin hesabının cevabını sonuna kadar verecek… Yaptığın işlerin cezasını onlar çekecek! Bedduaların soyuna kalacak!” diyen kocakarı can acıtan, hüzün veren sözüne son verdi. Cengiz Han nihayet ölüm denilen belanın onu yere doğru sürüklediğini, kendisinin de aslında sıradan bir insan olduğunu anladı. Yanlıştı. Hem kendisi hem de Tanrı hakkındaki o hadsiz düşünceler, sesi Ay’a kadar yükselen Ulu Han’ın Tanrı’yla kendisini aynı СКАЧАТЬ