Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126428
isbn:
Üçüncü kata çıkarken kimseyle karşılaşmadım.
Çelik kapının önünde hiç duraksamadan montumun cebinden maymuncuğumu çıkardım. Kendi evimin kapısını açıyor gibi kilide yerleştirdim. Merdiven otomatiğine üçüncü kez basmaya ihtiyaç duymadan açılıverdi kapı. Aferin lan, dedim içimden.
İçeri girer girmez ardımdan kapadım kapıyı. Maymuncuğu cebime koydum.
Ev sessizdi. Temiz kokuyordu. Sıcaktı.
Kapının yanındaki düğmeye basıp antreyi aydınlattım. Bıraktığımız gibiydi ortalık.
Nerden başlayacağımı düşünerek kısa bir süre antrenin ortasında dikildim. Evde üst üste içtiğim kahvelerin sindirim sistemimi terk etmek için telaşlandığını hissettim sonra bir an. Dur bakalım, dedim içimden. Sonra evin tek görmediğim yeri olan mutfağa yöneldim. İçeri girip ışığı açtım.
İnce uzun, tertipli, çok temiz, neredeyse steril bir mutfaktı burası. Gülsüm Hanım’ın eksikliğini en çok burası hissediyor gibi geldi bana. Bir sürü dolap vardı. Sanki kapakları uzun süredir açılmamış gibi duruyorlardı. Yıkanıp ters çevrilmiş üç kahve fincanı lavabonun yanına bırakılmıştı.
Fırının, mikrodalganın kapaklarını açıp içlerine bakmak içimden gelmedi.
Işığı açık bırakarak çıktım dışarı. Antredeki kocaman Westinghouse’un kapağını açtım. İçi büyüklüğüyle çelişecek derecede boştu. Meyvelik, portakal ve mandalina doluydu. Üç greyfurt vardı.
Orta raflarda tencerelerin içine konulmuş, yarın yenilmeyi bekleyen yemekler falan yoktu. Benim buzdolabıma da girmesi ile çıkması arasında uzun süre geçmeyen hazır pizzalardan gördüm. Üç karton da süt.
Kahvaltılık bölümü en zengin bölümüydü buzdolabının. Beş çeşit ithal peynir gördüm. İki kâse doymamış yağ oranı yüksek kahvaltılık yağdan vardı. Siyah ve beyaz zeytinler iki küçük kâsede duruyordu. Portakal, vişne ve gül reçelleri küçük boy kavanozlarındaydı.
Westinghouse’u kapadım.
Salona geçtim. Dört kollu avizeyi şenlendirdim ilk iş olarak. Perdeleri açmak içimden gelmedi.
Odaya egemen olan dev ekranlı televizyon kör kör bakıyordu kocaman gri gözüyle. Elim uzaktan kumandalara gitmedi. Şöyle bir baktım etrafa. Kişiliksiz bir salondu burası. Gülsüm Hanım’la Nurullah Bey’in diz dize yaşadıkları bir hayatın izleri bilinçle silinmeye çalışılmış gibi. Işıkları açık bırakıp çıktım.
Hemşire odasına uğramadım koridordan arka odaya doğru geçerken.
Nurullah Bey’in aradaki duvar yıkılıp birleştirilmiş uzun yatak odasının girişinde durdum ışıkları yaktıktan sonra. Aşağı doğru uzanan odaya baktım.
İki kişilik yatak, üstündeki ince iş örtüleri, solda tek başına duran yastığıyla, “gel uzan üstüme” diyordu sanki. Demir karyolanın duruşuna bakarsanız, içinde yatan birisi de benim durduğum açıdan seyrediyordu odayı aşağı yukarı. Kendimi, her sabah uyandığında ölmediğine şaşan ihtiyar bir kalp hastasının yerine koymadım ama. Rafları 33’lük plaklarla dolu camlı kütüphane, odanın en kıymetli eşyası olduğunu sessizce bağırıyordu.
Odanın aşağısına doğru ilerleyip berjer koltuğun arkasındaki ayaklı lambayı da açtım. Dönüp dolabın kapağını açtım. Yakası kürklü paltonun bütün ceplerine baktım sırayla. Elimi çektiğimde boştu.
Devam o zaman, dedim içimden. Süleyman Çiçek yanımda değildi. İstediğim gibi karıştırabilirdim ortalığı.
Nereden başlasam, diye düşündüm. Odanın girişine yürüdüm yeniden.
Yatağın başucundaki komodinin çekmecesini çektim. Kalp ilaçları falan yoktu. Bir tansiyon ölçme cihazı gördüm. Yanında bir dürbün.
Doktorların kullandığı cinstendi cihaz. Üç kollu bir ahtapot gibi yatıyordu çekmecenin içinde. Kola sarılan bölümünün üstünde bir ilaç firmasının adı yazıyordu. Sanki toparlanmadan sıkıştırılmıştı çekmeceye kullanıldıktan sonra. Dürbünü elime aldım. 9x22’lik, sevimli bir opera dürbünüydü. İki yandan katlanıyordu. Ortasında bir ayar düğmesi vardı. Gözlerime götürdüm. Odanın diğer ucuna baktım dürbünün içimden. 33’lük plakların yan kenarları bir tarağın kirli dişleri gibi göründü gözüme.
Dürbünü gözümden çekip en yakındaki pencereye baktım. Kareli perdeler manzarayı kapıyordu. Yatağa doğru biraz eğilip yatan birinin görüş alanında neler olabileceğini kestirmeye çalıştım. Bir işe yaramadı. Odanın ışıklarını kapayıp perdeleri çekmeyi sonraya erteledim.
Dürbünü yerine yerleştirip çekmecenin altındaki kapağı açtım. Boştu. Tamtakır. Bu bana tuhaf geldi. Kapadım kapağı.
Demir karyolayı terk etmeden önce elimi yatağın altına daldırıp başucundan ayakucuna kadar hızla gezdirdim. İlk ganimetim bir mendil oldu. Kullanılmamış bir mendil. Kapı tarafındaki uzun kenarda başka bir şey yoktu. Ayakucundaki kısa kenar da boştu. Pencere tarafındaki kenarın başucuna geldiğimde elim sert bir şeylere değdi.
Üç kaset çektim yatağın altından. İkisi çok kullanılmış, epeyce el değiştirmiş kutusuz VHS kasetlerdi. Üstlerindeki etiketler yolunmuştu. Üst üste birkaç etiketin yapıştırıldığı belli oluyordu yırtıklardan. Üçüncüsü, üstünde mayolu kızların fotoğrafı olan bir karton kutunun içindeki Benny Hill kasetiydi. Kutunun kartonuyla kaset arasında katlanmış bir kâğıt vardı.
Benny Hill kasetlerinin prospektüsü olmaz, dedim içimden. Kaseti kartonun içinden çektim. Dörde katlanmış bir kâğıt düştü içinden.
Acıbadem Levent Kliniği’nin logosunu görür görmez cebime attım katlanmış kâğıdı.
Kasetleri yerine yerleştirdim. Mendili de.
İkinci odaya doğru ilerledim. Daha bakılacak yerler vardı. Sonra durdum. Mesanemde beliren baskının ikinci dalgasını bir kez daha ertelememeye karar verdim. İlk kez işemeyecektim izinli ya da izinsiz girdiğim yabancı evlerde.
Geri döndüm. Yatağın yanından hızla ilerledim. Odadan çıktım. Bir elimle yatak odasının hemen yanındaki banyonun kapısına el atarken öbür elimle elektriğin düğmesine bastım.
Kapıyı açtım.
Keşke açmasaydım, dedim içimden. Ama açmıştım.
Süleyman Çiçek artık hiç ama hiç itiraz edemeyecekti Gülsüm ve Nurullah Sert’in evlerinin ötesini berisini kurcalamama.
Bölüm 6.5
Başka hiçbir şeye de itiraz edemeyecekti.
Gözleri СКАЧАТЬ