CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA. Celil Oker
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA - Celil Oker страница 15

Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA

Автор: Celil Oker

Издательство: Автор

Жанр:

Серия:

isbn: 9789752126428

isbn:

СКАЧАТЬ da bizi severdi,” dedi adam. “Bayramda… seyranda… Gücü yettiğince.”

      “Şunca zamandır gelirim giderim evine, bir tek kötü sözünü duymadım,” dedi kadın. “Nur içinde yatsın.”

      “Nur içinde yatsın,” dedi İsmail Oba.

      “Son nefesini verdiğinde yanındaymışsın galiba,” dedim kadına bakarak.

      “Yok beyim,” dedi kadın, gözlerini halının üstünde gezdirerek. Hatırlamaya çalışıyor gibiydi. “Ben sonradan geldim. Yatağın içinde buldum zavallıyı. Ayça Hanım’ın oradan aramışlar aramışlar, açılmamış telefon. Bizim evi aradı sonra. Git bir yokla diye. Numaramız var onlarda. Dokuz numaranın sifonu bozulmuş, bu ona bakmaya gittiydi. Geldim, öyle yatıyordu. Gözlerini ben kapadım valla. Üstünü örttüm. Sonra haber verdim. Kitabımı aldım geldim, bir Yasin okudum başında. Ne edeyim? Noyan Bey, Ayça Hanım, Süleyman falan doluştular sonra.”

      “Nasıl anladın öldüğünü?” dedim. “Korkmadın mı?”

      Kalbinin oralarda bir delik olanda hemen anlaşılıyor, diye düşündüm kendi kendime. Biraz acele etse miydim acaba?

      “Ne korkacağım beyim?” dedi kadın. “Hiç mi görmedik ölü.”

      “Ne korkacak?” dedi İsmail Oba. “Allah rahmet eylesin. Üç Gulluval bir Elham, bitti. Hepimizin başında bir iş. N’olacak?”

      Sigaramı kaloriferin peteğinin üstüne koyduğum kül tablasına bastırıp söndürdüm. Bu kadar kolay olup olmadığından emin değildim.

      “Doktor ne demiş?” dedim.

      İsmail Oba’yla kadın yine birbirine baktılar.

      “Kıvırcık saçlı doktor mu?” dedi kadın.

      Küçük doktorun kuaförü değildim. Ama hemen cevap verdim.

      “Evet.”

      “O, o gün gelmedi beyim,” dedi İsmail Oba. “O bir gün önce, akşam gelmiş.”

      Bu “miş” dikkatimi çekti.

      “Sen görmedin mi geldiğinde?” dedim.

      “O nereden görecek?” dedi kadın. “Bakma vır vır konuştuğuna. At yarışı oynamaktan apartmana uğradığı mı var? Merdivenleri siliyordum ben üst katta. Kapıyı çaldığını duydum. Ben soluklanıyorum yukarda iki büklüm. “Vay doktor, hoşgeldin,” dedi Beyamca kapıyı açtığında. Gülüştüler hatta. Hiç devrisi gün ölecek hasta gibi değildi Beyamca’nın sesi. Takdiriilâhi.”

      “Takdiriilâhi…” diye yineledi İsmail Oba. “Allah cemi cümleye…”

      “Amin,” dedim neye amin dediğimi bilmeden. Bir süre sessizlik oldu. Kadın sanki alışkanlıkla karyolanın örtüsünün kırışmış yerini düzeltti eliyle.

      “Bir kahve içer misin beyim?” dedi sonra.

      “Yok, sağ ol bacım,” dedim. O kadar da değil, dedim içimden. Sormadan edemedim ama.

      “Bir tabanca…” dedim. “Evde hiç tabanca gördünüz mü? “Kadına baktım. “Hani ortalığı silerken, toparlarken…”

      Tekrar birbirlerine baktılar. İsmail Oba elini uzatır gibi oldu burnuna, sonra çekti.

      “Yok beyim,” dedi. “Görmedik hiç.”

      “Görmedik vallaha,” dedi kadın. “Ne tabancasıymış?”

      Soru değildi bu. Cevaplamadım zaten. Soracak bir şeyler daha bulmalıyım yakalamışken, dedim içimden.

      “Geleni gideni olur muydu Nurullah Bey’in çok?”

      “Kim gelip gidecek?” diye başladı kadın. “Garibim tek başına. Hasta adam. Gülsüm ablanın geleni gideni olurdu az biraz. O ölünce ayakları kesildi tabii. Bir başına. Noyan Bey gelirse arada bir… Karısı bir iki uğrardı ama kulak asma. Gelin gibi gelin öyle mi olur? Cart curt… Bütün bildiği…”

      “Asiye!” diye uyardı adam karısını.

      “Yalan mı?” dedi Asiye Hanım. “Asiye’ymiş… İnsan kayınbabasına böyle mi bakar? Attılar adamı bir köşeye… Tamam. İnsanlık parayla değil. Bir çene kadında, Allah göstermesin.”

      “Bir de Doktor Hanım gelirdi haftada bir,” dedi İsmail Oba, ortalığı sakinleştirmek isteyen bir sesle. “Sabahları erkenden.”

      Asiye Hanım hızını alamamıştı.

      “Vallaha beyim,” dedi. “Bir seferinde, iki gündür gördüğüm tek Âdem evladı sensin, dediydi Beyamca bana. Ortalığı toplamaya geldiğimde. Günah, günah bu kadarı!”

      “Dışarı çıkmaz mıydı peki?”

      “Çok az,” dedi İsmail Oba. Karısının lafa karışmasını önlemek için hızlı hızlı konuşuyordu. “Korkuyordu herhal. Sokağın birinde başına bir iş gelir diye. Bildiğim, on gün önce Yasemin Hanım arabayla çıkardı bir hava alsın diye. Arabası da pek yaman, hecin devesi gibi. Bir o görüp gördüğü aylardır. Bakkala çakkala ben giderdim işte. Bir de Süleyman Efendi uğruyordu eksiği gediği var mı diye.”

      Yüzümden bir şey anlaşılmaması için gayret ettim adamın adı geçince. O konunun üstüne gitmedim ama.

      “Garibim oturup televizyon seyrederdi evde bütün gün,” dedi Asiye Hanım. “Maç varsa maç. Bir de plakları. Şu senin oturduğun yerde oturup dinlerdi saatlerce. Toz almam için bile izin vermezdi dokunmama o plaklara.”

      Sanki dokunmuş da, Nurullah Sert kızıyormuş gibi suçluluk hissederek dönüp baktı plakların durduğu kütüphaneye. Ardından ağzını kocaman açarak esnedi. Kapatmak aklına gelmedi hiç.

      İsmail Oba, çişi gelmiş gibi iki yana sallanmaya başladı karşımda. Derdin büyüğü bendeydi, bilmiyordu. Bakışlarından, borç alınmış otoritemin zayıflamaya başladığını sezdim. Sallanışı o yüzdendi bence. Eli de önünde bağlı değildi artık. Oralı olmamaya karar verdim.

      “Hastalığı?” dedim. “Çok mu hastaydı?”

      Asiye Hanım bir daha esnedi.

      “Aman beyim, hastalık işte,” dedi. “Düşman başına.”

      İsmail Oba kaşlarını çattı.

      “Beyim,” dedi. “Sen ne iş yaparsın?”

      Hadi cevap ver bakalım Remzi Ünal, dedim içimden. Saatime baktım.

      “Sorular sorarım,” dedim gülerek.

      “Aboo! Polis!” dedi Asiye Hanım. Bakışları dolabın ayakucunda yatan kalorifer demirine gitti.

      “Yok,” dedim. “Polis СКАЧАТЬ