Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126428
isbn:
Bir riske daha girdim.
“Daha yatmamıştır Noyan Bey,” dedim başımla komodinin üstündeki telefonu göstererek. “Çok merak ediyorsan aç sor.”
Ayaklarını kımıldatmadan beliyle yan dönüp telefona baktı İsmail Oba. Onunla birlikte karısı da. Kararsız döndü geriye.
Sormaya kalkmaz inşallah, dedim içimden.
“Gecenin bu saatinde…” dedi.
Üstüne gittim o zaman.
“Bakarsın o da sana bazı sorular sorar,” dedim.
“Ne soracakmış?” diye geveledi ağzının içinde.
“Valla bilmem,” dedim. “İnsanın aklına neler gelir soracak.”
Benim aklımda da vardı daha bir iki soru ama momenti kaçırmıştım herhalde. Ayağa kalktım. Kolum çok ağrımıyordu ama izi vardı kalorifer demirinin hâlâ kaslarımda.
“Neyse,” dedim. “Ben yine uğrarım. Bir kahve alacağım olsun bacım.” Adama döndüm. “Koluma yediğim demiri saymıyorum.”
Berjerin arkasındaki lambanın ışığını söndürdüm. Adamla kadın seslerini çıkarmadan yatağın kenarından karyolaya doğru yürüdüler. Peşlerinden gittim. Kadın elini odanın ışık düğmesine attı.
En son ben çıktım odadan. Çıkmadan önce son bir kez baktım odaya alacakaranlıkta. Onlar önde, ben arkada koridorda yürüdük. Dönüp banyonun kapısına bakmadım. Antreye gelince İsmail Oba salona, kadın mutfağa girdi ışıkları söndürmeye. Onları beklerken portmantonun aynasında kendimi inceledim. Bogart şapkasının montumun üstüne pek uymadığına karar verdim.
Antrenin ışığını da söndürüp çıktık kapıdan. Kapının kilitlenmesiyle bir ilgim olmayacağını belirttim iki adım geride durarak. Asiye Hanım, elini elbisesinin göğüs aralığına soktu, karıştırdı içerisini şöyle bir. Kafamı başka tarafa çevirsem iyi olacak dedim içimden. Öyle yaptım. Asiye Hanım uzun bir ipin ucuna bağlanmış bir dizi anahtar çıkardı içerilerden. Aralarından birini seçti, ip çok uzun olmadığı için hafif eğilerek kilitledi kapıyı. İki kez çevirdiğine dikkat ettim anahtarı. Sonra doğruldu.
Elimi uzattım.
Kocasına baktı Asiye Hanım. İsmail Oba bana baktı. Elimi bir kere daha oynattım kadının gözünün önünde.
“Noyan Bey al dediydi,” diye palavra attım hiç utanmadan.
“Ver Asiye,” dedi İsmail Oba. “Ver de kurtulalım.”
Asiye Hanım arkasını döndü bana. Omuzlarını hafif kamburlaştırarak bir şeyler yaptı iplerle anahtarlarla. Elimi indirdim. İsmail Oba’ya bakıp gülümsedim. Bana gülümsemedi.
Sonra döndü Asiye Hanım. Birbirine iple bağlanmış iki anahtar uzattı bana. Uzanıp aldım.
“Sonra evde bir şeyler eksik meksik demeyesiniz,” dedi İsmail Oba.
Evde eksik bir şeylerin olduğu açıktı. Üstelik fazla, çok fazla bir şeyler de vardı ama bunu onlara söylemedim.
Onlar önde, ben arkada merdivenlerden hiç konuşmadan indik. Dışarısı iyice soğumuştu. Asiye Hanım elleriyle bedenine sarıldı.
“Noyan Bey’e selam söyle bey,” dedi İsmail Oba elimi sıkmaya niyetlenmeden.
“Söylerim,” dedim. “Sizin ev yandaki apartmanda ha?”
“En alttaki zil,” dedi İsmail Oba.
Asiye Hanım, kapıcı dairelerinin en altta olduğunu yeni öğrenmişim gibi hayretle baktı yüzüme. Şapkayı elimde sallayarak selamladım onları. Bir şey söylemeden döndüler. Sonra şapkayı geçirdim başıma, montuma uyup uymadığını hiç umursamadan. Cebimden bir sigara daha çıkarıp, arkalarından karanlığın içine doğru yürümelerini izledim.
Derin bir nefes aldım, kömür kokusuyla karışık İstanbul gecesi havasından.
Yandaki, adını bilmediğim apartmanın merdivenlerinden çıkıp demir kapının arkasında kaybolmalarını beklerken biraz hesap yaptım kafamdan. Sorarlarsa, sormalarına izin verirsem, pekâlâ Süleyman Çiçek’in banyoda abdest almaya çalışırken fena halde şaşırtılmasından önce gelmiş olabilirdim eve. Anahtarı bana evin sahibi vermişti. İçeri girip basılmıştım. Kapıcı ve karısı beni hırsız sanmıştı. Konuşmuştuk. Sigara bile içmiştim. Neredeyse kahve ikram edeceklerdi bana. Evde başka bir anormallik yoktu. Ne olduysa benden sonra olmuştu. Herhalde öyle olmuştu. Mutlaka öyle olmuştu. Sokağa baktım. En yakın sokak lambası yedi metre ilerideydi. Elimi montumun cebine daldırıp sokak lambasına doğru yürüdüm, yanmamış sigara ağzımda. İçimi bir merak kaplamıştı. Aldığım risklerin artırdığı bir merak.
Arkamdan gelen otomobilin gecenin bu saatinde gereksiz öttürdüğü lastik seslerini dikkate almadım o yüzden.
Motorun öfkeli homurtusunu da.
Ardından gelen patlamaları dikkate alsam iyi ederdim ama.
İlk mermi şapkamın biraz yukarısından geçti.
Bölüm 6.6
Bana doğru ateş edildiğini algılar algılamaz sırt kaslarımı kastım elimde olmadan. Elimi montumun cebinden çektim. Arkama değil, önüme baktım.
Bir daha, bir daha patladı tabanca.
Çocukluğumuzda bayramlarda patlattığımız mantarlardan daha tok, Hava Harp Okulu’nun poligonunda yaptığımız atışlardakinden daha keskindi tabancanın sesi. Doğaldı bu. Arkasında değil, önündeydim namlunun.
Mermilerden birinin Bahar Sitesi’nin krokisini taşıyan teneke tabelaya değdiğini duydum. Burnuma taze yanık barut kokusu doldu.
Dördüncüyü beklemeden karar verdim.
Tabelanın önünde uzayıp giden bel hizasındaki lüküstrümlere doğru hamle yaptım. Kitaplarda yeri olmayan bir ukemi olacaktı bu. Sol kolumu önümdeki havayı yarmak ister gibi öne doğru aldım, kafamı kolumun iç tarafına yapıştırıp başım önde uçtum bitkilerin üstünden.
Havadayken, düşeceğim yerde çimleri sulamak için musluk falan olmasa bari, diye geçirdim içimden.
Lüküstrümlerin öte tarafında önce sol elimin dışı temas etti yere. Ardından büktüğüm kolumun üstünden omzumu ve ardından sırtımı yere temas ettirmeyi başararak yuvalandım. Humphrey Bogart şapkamın uçtuğunu hissettim. Dojo’daki tatami’lerden daha sertti zemin, orada atladığımdan çok daha yüksekten atlamıştım, iç organlarım titreyip birbirlerine çarptılar sanki.
Tabanca dördüncü kez ben tam yere inerken patladı. Bana değmediğinden emindim, nereye gittiğinin üstünde durmadım merminin.
İyi düşmüştüm СКАЧАТЬ