Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126428
isbn:
“Hangi salak hırsız lambaları açar düğün evi gibi?” dedim. “Hiç mi hırsız görmediniz siz?”
“Aboo… Hırsız sandıydık,” dedi kadın. “Hırsız sandıydık biz…” Heyecandan ya da deminki atlayışından, haddinden fazla büyük memeleri inip çıkıyordu konuşurken. Adam daha da gerisine çekti onu. Gözleriyle giysilerimi, duruşumu denetliyordu. Ağır ağır doğruldum. Belimin üstüne çıkmış montumu çekiştirdim. Şapkayı düştüğü yerden aldım.
“Manyaksınız siz!” dedim. “İnsan bir durur dinler. Anahtarla girdim adam gibi.” Etkimi artırmak için ekledim, “Noyan Bey şimdi duysa…”
“Hırsız sandıydık,” dedi kadın yeniden. “Işığı görünce hırsız sandıydık.”
Adama döndüm.
Çizgili bir gömleği vardı. Üstüne yelek giymişti. Ayağındaki pantolon sanki çok bol gelmiş gibi kemeriyle iyice toparlanmıştı. Ayaklarında yıpranmış spor ayakkabıları vardı.
“Kimsin sen?” dedim kolumun acısını adamdan çıkarıyormuşçasına. “Adın İsmail galiba.”
“Apartmanın kapıcısıyım,” dedi İsmail. Kafasıyla bir işaret yaptı. “Bununla yandaki apartmanın.”
Kolumu ovuşturarak koltuklara doğru ilerledim. Kadınla adam ağır ağır kımıldayıp yüz yüze pozisyonlarını korumaya çalıştılar ben yürüdükçe. Lambanın altındaki berjere oturdum. Canım fena halde sigara çekti.
Bir karar vermem gerekiyordu. Verdim. Biraz riskli olduğunu biliyordum ama verdim.
“Bir kül tablası getir!” diye emrettim kadına. “Kül tablası yoksa çay tabağı da olur.”
“Bir kül tablası getir kız!” dedi İsmail, kadına. “Yürü çabuk!”
“Sigara içmese burada…” dedi kadın alçak sesle sanki kendi kendine. “Nurullah Bey…”
“Nurullah Bey öldü, gömüldü, gitti,” dedi adam, kadına hafif yan dönerek. “Uzatma, bir şey getir kül dökecek. Bir bok yedik, düzeltelim.”
Kadın bir kez daha itiraz edecekmiş gibi dikildi. Vazgeçti sonra. Yere bakarak çıktı odadan.
“Otur İsmail,” dedim adama. Elimle ikisini birden kastettiğimi belirten bir hareket yaparak sordum: ”Soyadınız ne sizin?”
Karısına verdiğim emirden daha etkili oldu soyadlarını sormam. İki elini önünde birleştirdi adam. Yüzüne bilmiş bir sırıtma geldi.
“Kusura bakma beyim,” dedi. “Bu delinin aklına uydum hırsız diye. Işıkları görünce tutturdu. Elime kazanın demirini tutuşturdu. Kusura bakma valla.”
Cebimden paketimi çıkardım. Dudağıma bir sigara yerleştirdim. Kolum hareket ettikçe hâlâ ağrıyordu. Battı balık yan gider, dedim içimden.
“Siz her ışığa koşup gelir misiniz böyle?” dedim. “Soyadınızı söylemedin,” diye ekledim yakmadan önce.
“Oba,” dedi. “Benim soyadım Oba. “Yalandan olduğu belli olan bir sırıtışla konuştu. “Kusura bakma beyim. Ağrıyor mu kolun?”
Gözü yerdeki demir çubuğa kaydı bunu söylerken. Evet, kolum ağrıyordu. Ama bunu ona söylemedim.
“Tamam, tamam. Dert etme,” dedim sigaramdan kocaman bir nefes çekerek. “Otur.”
“Böyle iyi,” dedi İsmail Oba. Elleri hâlâ önündeydi.
Bence de iyiydi. Ufacık bir nokta dışında.
“Resmi nikâhlı değil misiniz?” dedim.
Sırıtışı mahcubiyet sırıtışına dönüştü. Yere baktı.
Beni çok ilgilendirmiyordu medeni durumları. Ama sanki önemliymiş gibi başımı iki yana salladım. Küçük avantajımın ne zaman işe yarayacağı belli olmazdı.
“Noyan Bey git bir kolaçan et evi, dediydi,” dedim. “Ne bileyim basılacağımı. Gerçekten hırsız mı sandınız?” Sigaramdan bir nefes daha çektim. Kadının gelmesi tıpkı sigaramın külü gibi uzamıştı. Bu kadın bir yerden gidip ciddi ciddi polis çağırmasın, dedim içimden. Ya da iki ara bir dere tuvalete koşmasın.
İsmail Oba, söyleyeceklerini zihninde hazırlamak için toparlanıyor gibiydi. O yüzden biraz geriden aldı hikâyeyi.
“Valla yatacaktık beyim,” dedi. “Sabah erken kalkarız biz. Kalorifer, çöp, merdivenlerin silinmesi falan. Bu kadın tutturdu birden, Beyamca’nın evinde ışık var, hırsız mırsız diye. Zoraki giyindirdi beni. Ulan dedim, ne arasın hırsız Beyamca’nın evinde. Dinlemedi.”
“Çalacak bir şey var mı bu evde?” dedim. Kolumu ovuşturuyordum bir yandan da.
İsmail Oba omzunu silkti.
“Ne olacak beyim,” dedi. “Noyan Bey geldi toparladı ne varsa. Geriye kalan ıvır zıvır. Bir de o televizyonla buzdolabı. Onları da çalmak için hamal gerek.”
Bir deneyeyim dedim. Kendi kendime koyduğum zaman sınırını çoktan aşmıştım nasıl olsa.
“Tabloları almak için de kamyon getirdi mi?”
“Yok,” dedi İsmail Oba. “Süleyman Efendi’nin Kartal’ına doldurdu gitti. Hatta bana bile taşıtmadı Süleyman Efendi. Kendi taşıdı teker teker. Maşrapaları falan. Ben arabanın başında bekledim bir iş gelmesin diye.”
Sigaramdan nefes çekmeye korkar olmuştum.
Sustu İsmail Oba.
“Severdik Nurullah Bey’i” dedi ne gereği varsa.
Bundan böyle çakmak yerine kibrit kullanmaya karar veriyordum tam, kadın içeri girdi. Hızlı hızlı yürüdü bize doğru. Elinde büyükçe, tahtadan oyulmuş bir kül tablası vardı.
“Bir koşu indim eve,” dedi gecikmesini izah etmek için. “Beyamca’nın şeylerine kıyamadım.”
Üzerinde kocaman harflerle “Bolu Hatırası” yazan kül tablasını koyacak bir yer bulamadı önce, sonra sigarayı tutan elime doğru uzattı. Aldım elinden, Gülsüm Hanım’ın demek ki o kadar değerli olmayan halısı kurtuldu.
“Sağ ol bacım,” dedim.
Cevap vermeden boynunu büktü kadın.
Otoritenin dayanağı başka bir otoritedir, diye geçirdim içimden. Ortalıkta gördüğüm tek otoriteye sığındım.
“Neyse, üzülmeyin,” dedim. “Oldu olan. Noyan Bey’e söyleyeceğim, kendi evleri gibi bakıyorlar diye.”
İsmail Oba’yla kadın bakıştılar.
СКАЧАТЬ