İbrahim bu mesele üzerine epey kafa yorduktan sonra karısını kocaman bir kutuya yerleştirip sakladı. Mısır sınırına gelince gümrük görevlileri kutunun içinde ne olduğunu sordular.
“Arpa,” diye cevap verdi.
“Arpanın gümrük vergisi en düşük olduğu için böyle söylüyorsun. Kutu muhakkak buğdayla dolu olmalı,” dediler.
“Buğday vergisini ödeyeceğim,” dedi İbrahim. Kutuyu açmalarından çok korkuyordu.
Görevliler çok şaşkındı çünkü insanlar genellikle gümrük vergisi vermekten kaçınırdı.
“Daha yüksek vergi ödemeye dünden razı olduğuna göre bu kutuda çok daha değerli bir şey olmalı. Belki de baharat var içinde,” dediler.
İbrahim baharat vergisini de ödemeye hazır olduğunu ima etti.
“Ha, ha!” diye güldü gümrük memurları. “Ne tuhaf adam! En ağır vergileri ödemeye bile gönüllü. Bir şey saklıyor olsa gerek. Belki de altın.”
“Altın vergisini ödeyeceğim,” dedi İbrahim sessizce.
Memurlar şimdi iyiden iyiye afallamıştı.
“En ağır gümrük vergisini kıymetli taşlardan alırız. Madem kutuyu açmayı reddediyorsun, senden en değerli mücevherler için uygulanan vergiyi talep etmek zorundayız,” dedi müdürleri.
“Vergiyi ödeyeceğim,” demekle yetindi İbrahim.
Gümrük memurları bu işi anlayamamıştı. Birbirlerine danıştıktan sonra kutunun açılması gerektiğine karar verdiler.
“Çok tehlikeli bir şey olabilir içinde,” diyerek bu kararı savundular.
İbrahim itiraz etti ama sonunda muhafızlarca tutuklandı ve kutu zorla açıldı. Sara’yı gördüklerinde memurlar şaşkınlık ve hayranlıkla geri çekildiler.
“Hakikaten nadir bir mücevhermiş,” dedi müdür.
Hemen Sara’yı Firavun’a yollamaya karar verdiler. Firavun onu görür görmez mest olmuştu. Sara’nın üstünde bir köylü kadının sade giysilerinden başka ne bir süs ne de mücevher vardı. Buna rağmen, Firavun böylesi büyüleyici güzellikte bir başka kadın daha görmemişti. Ne var ki İbrahim’i görünce birden canı sıkıldı.
“Kim bu adam?” diye sordu Sara’ya.
Sara, İbrahim’in hapse atılmasından, hatta idam edilmesinden korktuğu için onun kocası olduğunu kabul etmek yerine ağabeyi olduğunu söyledi.
Firavun’un içi rahatlamıştı. İbrahim’e gülümseyerek onu nezaketle selamladı.
“Kız kardeşiniz olağanüstü bir güzelliğe sahip ve çok da alımlı. Eşsiz cazibesiyle beni büyüledi. Haremimin gözdesi olacak. Onun kaybını size fazlasıyla telafi edeceğim. Hediyelerle donatılacaksınız,” dedi.
İbrahim kalbinde yükselen öfkeyi belli etmeyecek kadar akıllıydı.
“Cesaret, sevgilim,” diye fısıldadı Sara’ya. “Yüce Tanrı bizi yalnız bırakmayacaktır.”
Firavun’un teklifini kabul etmiş gibi davrandı. Firavun’un baş veziri ona yığın yığın altın, gümüş ve başka mücevherler ile koyunlar, öküzler ve develer verdi. Ardından İbrahim’i güzel bir saraya götürdüler. Burada pek çok köle ona hizmet edip önünde eğildi zira Firavun’un ülkesinde hükümdarın ihsanlar yağdırdığı biri, büyük bir adam olarak görülürdü. İbrahim yalnız kalınca tüm kalbiyle dua etti.
Bu arada Sara muhteşem bir odaya götürüldü. Burada kraliçenin kendi hizmetçilerine Sara’yı en güzel giysilerle donatıp hazırlamaları emredildi. Sonra genç kadın, Firavun’un huzuruna getirildi. Firavun tüm hizmetçilerine çekilmelerini emretti.
“Seninle yalnız kalmak istiyorum,” dedi Firavun, Sara’ya. “Sana söylemek istediğim çok şey var. Ayrıca nadir güzelliğini seyrederek gözlerim bayram etsin istiyorum.”
Fakat Sara kendini geri çekti. Firavun onun gözlerine çirkin ve iğrenç gözüküyordu. Şehvet dolu pis bir bakışla tebessüm ediyordu, sesiyse boğuk bir vakvaklayışı andırıyordu.
“Korkma,” dedi Firavun yumuşak ve nazik bir şekilde konuşmaya çalışarak. “Sana zarar vermeyeceğim. Seni çeşitli payelerle donatacağım. Her dileğini kabul edeceğim.”
“O halde gitmeme izin verin,” dedi Sara hemen. “Sizden yalnızca ağabeyimle gitmeme izin vermenizi istiyorum. Başka bir dileğim yok.”
“Şaka yapıyorsun,” dedi Firavun. “Bu söylediğin mümkün değil. Seni kraliçe yapacağım,” diye haykırdı tutkuyla ve Sara’ya doğru bir hamle yaptı.
“Durun!” diye haykırdı Sara. “Bir adım daha yaklaşırsanız…”
Firavun onun sözünü gülerek böldü. Bir kralı tehdit etmek öyle komikti ki boğuk bir şekilde kıkırdamaktan kendini alamadı. Fakat Sara birden susmuştu. Firavun’a değil, onun arkasına bakıyordu. Firavun sırtını döndü ama hiçbir şey fark etmedi. Sara’nın gördüğünü göremiyordu: Kocaman bir sopaya yapışmış bir adam, bir cin vardı orada.
“Hadi, aptal olma. Senin gibi güzel bir şeye öfkelenemem. Ama başında taç olan birine tehditler savurmak uygun değildir, daha doğrusu akıllıca değildir,” dedi Firavun.
Sara hiç cevap vermedi. Artık korkmuyordu. Kendisinin ve İbrahim’in dualarının kabul olduğunu ve başına kötü bir şey gelmeyeceğini biliyordu. Firavun onun sessizliğini yanlış yorumlayarak Sara’ya yaklaştı. Bu esnada başına büyük bir darbe aldığını hissetti. Bir an için afalladı. Kendine gelince odaya göz gezdirdi ama hiçbir şey göremedi. Sara kıpırdamadan durmaya devam ediyordu.
“Çok tuhaf,” diye mırıldandı Firavun. “Sanki odaya biri girdi.”
Sonra tekrar Sara’ya doğru yürüdü ama bir kez daha onu sersemleten bir darbe aldı. Bu defa omzuna vurulmuştu. Acısından haykırmamak için büyük bir irade gösterdi. “Ani bir hastalığa yakalandım herhalde,” diye düşündü ama biraz sonra kendini daha iyi hissetmeye başladı ve cesaretle Sara’ya gülümsemeye çalıştı.
“Şey, çok önemli bir şey geldi aklıma,” dedi saygın konumuna hiç yaraşmayan bir şekilde az kalsın yere yuvarlanacak olmasını açıklamaya çalışarak. Sara’ya iyice yanaşıp ona dokunmak için elini kaldırdı.
“Bana elinizi sürerseniz, başınıza geleceklerden kendiniz sorumlusunuz,” diye haykırdı Sara. Gözleri öfkeyle parlıyordu.
“Öööf!” СКАЧАТЬ