“Burada olduğunuz öğrenilmiş,” diye fısıldadı haham. O konuştuğu sırada büyük bir gürültü işitildi. Sanki tiz sesli bir kalabalığın gevezeliğiydi. Bütün pencere ve kapılardan içeri tuhaf bir kalabalık akın etti. Çeşit çeşit şekil ve boyda ifritlerden oluşan bir gruptu bu. Bazılarının küçücük kafası ve kocaman vücutları, ötekilerinse devasa kafaları ve minicik bedenleri vardı. Kimi büyük gözleriyle dik dik bakıyordu, kimiyse uzun ve geniş ağızlara sahipti ve çoğunun yalnızca bir bacağı vardı. Tehditkâr hareketler ve seslerle Bar Şalmon’un etrafını sardılar. Haham minbere çıktı.
“Sessizlik!” diye buyurdu ve gürültü hemen kesildi. “Ölümlü kanına susamış olanlar, yöneticisi olduğum bu kutsal binayı kirletmeyin. Ne söyleyecekseniz, sabah duasının bitmesini bekleyin.”
İfritler en acayip yerlerde oturup sessizce ve sabırla beklediler. Bazıları koltukların arkasına tünemişti, birkaç tanesi kocaman sinekler gibi sütunlara yapıştı, ötekiler ise pencere pervazlarında oturuyordu. En küçüklerinden birçoğu da tavandaki kirişlerden sarkıyordu. Ayin biter bitmez yaygara yeniden başladı.
“Yalan yere yemin eden o kişiyi isteriz,” diye çığlık attı ifritler. “Yaşamayı hak etmiyor!”
Haham biraz güçlükle de olsa gürültüyü bastırarak şöyle dedi:
“Ey Ergetz ülkesinin ifritleri ve cinleri, beni dinleyin! Bu adam benim elime düştü ve ondan ben mesulüm. Kralımız Aşmeday bu adamın gelişinden haberdar edilmeli. İnsanları dinlemeden hüküm vermemeliyiz. Gelin, bu adamın âdil yargılanması için Kral’a niyaz edelim.”
Biraz itirazın ardından ifritler bu teklifi kabul etti. Tıpkı içeri girerken yaptıkları gibi tuhaf bir şekilde ve sürüler halinde sinagogdan çıktılar. Her biri içeri girerken kullandığı kapı ya da pencereden çıkmak zorundaydı.
Bar Şalmon’u alıp Kral Aşmeday’ın sarayına götürdüler. Önünde ve ardında ifritler ile perilerden oluşan yaygaracı bir kalabalık vardı. Sayıları milyonları buluyor gibiydi. Hepsi de gürültü patırtı yaparak Bar Şalmon’u işaret ediyordu. Seke seke yürüyüp hopluyorlar, havaya zıplıyorlar, bir evin çatısından ötekine sıçrıyorlar, sonra bir anda yerdeki deliklerden belirip sağlam duvarların içinden geçerek gözden kayboluyorlardı.
Saray, dantel işi kadar narin gözüken beyaz mermerden yapılmış kocaman bir binaydı. Güzel çeşmelerden berrak suların fışkırdığı muhteşem bir meydanda bulunmaktaydı. Kral Aşmeday balkona çıktı. Onun gözükmesi üzerine bütün ifritler ve periler susup diz çöktüler.
“Benden ne istiyorsunuz?” diye bağırdı gürleyen bir sesle. Haham öne çıkarak majesteleri önünde eğildi.
“Bir ölümlü elime düştü. Aynı zamanda bir İbrani. Fakat kullarınız onun kanını istiyor. Yalan yere yemin etmiş diyorlar. Yüce Majesteleri, bir mahkeme düzenlenmesini rica ediyorum sizden,” dedi.
“Ne tür bir ölümlü bu adam?’ diye sordu Aşmeday.
Bar Şalmon öne çıktı.
“Buraya zıpla da seni göreyim,” diye emretti Kral.
“Zıpla, zıpla!” diye bağırdı kalabalık.
“Yapamam,” dedi Bar Şalmon yerden on metre yükseklikteki balkona bakarak.
“Dene,” dedi haham.
Bar Şalmon bunu denedi ve ayaklarını yerden kaldırdığı anda kendini balkonda buldu.
“Aferin,” dedi Kral. “Hızlı öğreniyorsun anlaşılan.”
“Öğretmenlerim de hep öyle söylerdi,” diye cevap verdi Bar Şalmon.
“Yerinde bir cevap,” dedi Kral. “Demek bir bilginsin.”
“Kendi ülkemde, okumuş insanlar arasında önde geldiğimi söylerlerdi,” diye karşılık verdi Bar Şalmon.
“O halde, insanların ve onların dünyasının bilgeliğini açıklayabilir misin?” diye sordu Kral.
“Evet, açıklayabilirim,” dedi Bar Şalmon.
“Göreceğiz,” dedi Kral. “Böylesi bilgiye erişmeyi arzulayan bir oğlum var. Eğer onu kendi bilgi hazinene aşina kılabilirsen canın bağışlanacak. Mahkeme kurulması isteğin de kabul edildi.”
Kral asasını sallayınca iki köle gelip Bar Şalmon’u kollarından kavradı. Balkondan kaldırılıp süratle havada taşındığını hissediyordu. Köleler kocaman meydan boyunca onunla birlikte uçtular. Çeşmelerden en büyüğünün tepesine geldiklerinde onu bıraktılar. Bar Şalmon çeşmeye düşeceğini sanmıştı ama bir binanın çatısında durduğunu görünce çok şaşırdı. Haham ise hemen yanındaydı.
“Neredeyiz?” diye sordu Bar Şalmon. “Sersem gibi hissediyorum kendimi.”
“Saraydan yüz elli kilometre uzaktaki Adalet Sarayı’ndayız,” diye cevap verdi haham.
Karşılarında bir kapı belirdi. İçeri adım atınca güzel bir salonda buldular kendilerini. Kırmızı cübbeli ve mor peruklu üç hâkim bir platformda oturmaktaydı. Tıpkı sinagogda olduğu gibi büyük bir kalabalık tuhaf bir biçimde üst balkonları doldurdu. Bar Şalmon hâkimlerin önündeki küçük bir platforma yerleştirildi. Sadece on beş santimetre kadar minicik bir cin, Bar Şalmon’un sağındaki bir başka küçük platformda durup sonu yokmuş gibi gözüken bir belgeyi okumaya başladı. Bar Şalmon’un bütün hayat hikâyesini okudu. Önemsiz olayları bile atlamamıştı.
“Bar Şalmon, yani bu fani adam, ölüm döşeğindeki babasına ettiği yemini çiğnemekle suçlanmaktadır,” diye sözlerini tamamladı cin.
Ardından haham onun adına konuşarak yeminin bağlayıcı olmadığını beyan etti. Zira Bar Şalmon’un babası ona yurtdışındaki hazinelerinden bahsetmemişti ve dolayısıyla, aklı başında olamazdı. Ayrıca Bar Şalmon bir bilgindi ve kral ondan tüm bilgeliğini veliaht prense öğretmesini istiyordu.
Baş hâkim cezayı açıklamak üzere ayağa kalktı.
“Bar Şalmon, yemininizi bozduğunuz için ölmeniz gerek. Bu çok büyük bir günahtır. Fakat şöyle bir şüphe söz konusu: Babanızın aklı başında olmamış olabilir. Bu yüzden, canınız bağışlanacak,” dedi.
Bar Şalmon teşekkür etti.
“Ne zaman evime dönebilirim?” diye sordu.
“Asla,” diye cevap verdi baş hâkim.
Bar Şalmon morali çok bozuk bir halde mahkemeden ayrıldı. Artık güvendeydi. İfritler ona musallat olmaya cüret edemiyordu ama Bar Şalmon kendi evine dönmek istiyordu.
“Saraya nasıl geri dönebilirim?” diye sordu hahama. “Belki Kral, sahip olduğum bilgiyi Veliaht Prens’e aktardıktan sonra kendi memleketime СКАЧАТЬ