Kral Aşmeday her gün daha çok sinirlenmekteydi. Nihayet, Bar Şalmon’a bizzat gideceğini söyleyerek tehditte bulundu.
“Hayır, ben gideceğim,” dedi Prenses. “Kocamın bana direnmesi imkânsız olacaktır.”
Çok sayıda hizmetçi seçti kendine. Prenses ve maiyetinin havadaki hızlı uçuşu, geçtikleri ülkelerde şiddetli fırtınalar kopmasına sebep oldu. Koyu bir kara bulut halinde Bar Şalmon’un yaşadığı ülkeye indiler. Tuhaf çığlıkları kuvvetli bir kasırganın gürültüsünü andırıyordu. Şehrin daha önce hiç şahit olmadığı müthiş bir fırtınayı beraberlerinde getirdiler. Ardından, geldikleri gibi hızlı bir şekilde fırtına dindi. Evlerine kaçmış olan insanlar tekrar dışarı çıkmaya cesaret edebildi.
Bar Şalmon’un küçük oğlu bahçeye çıktı ama sonra hemen eve girdi.
“Baba, gel de bak,” diye bağırdı çocuk. “Bahçe fırtınanın getirdiği acayip yaratıklarla dolu. Sürünüp emekleyen türlü türlü şeyler, kertenkeleler, kara kurbağaları ve bir sürü böcek bahçeyi işgal etti. Ağaçları, çalılıkları ve patikaları kapladılar. Bazıları alacakaranlıkta minik fenerler gibi parlıyor.”
Bar Şalmon bahçeye çıktı ancak kurbağa veya kertenkele falan görmedi. Bunun yerine kocaman bir sıra halindeki ifritler, cinler ve gulyabanileri gördü. Prenses, yani karısıysa etrafı peri hizmetçileriyle sarılı halde bir gül çalısındaydı. Kollarını ona uzatıyordu.
“Kocacığım, benimle Ergetz diyarına dönmen için sana yalvarmaya geldim. Seni çok özledim. Uzun zaman dönmeni bekledim. Babamın öfkesini yatıştırmam çok zor oldu. Hadi, kocacığım, benimle gel. Çok güzel bir karşılama seni bekliyor,” diye dil döktü.
“Dönmeyeceğim,” dedi Bar Şalmon.
“Öldür onu, öldür onu!” diye ciyakladı ifritler. Sonra bir sürü el kol hareketleri yaparak Bar Şalmon’un etrafını sardılar.
“Yo, ona zarar vermeyin,” diye emretti Prenses. “Cevap vermeden evvel iyi düşün, Bar Şalmon. Güneş battı ve gece yaklaşmakta. Gün doğana dek iyice düşün. Yanıma gel, bana dön ve her şey iyi olsun. Ama benimle gelmeyi reddedersen hak ettiğin gibi muamele edileceksin. Gün doğmadan önce çok iyi düşünüp kararını ver.”
“Peki, reddedersem gün doğarken ne olacak?” diye sordu Bar Şalmon.
“Göreceksin. Çok iyi düşün ve unutma, sabaha dek burada seni bekleyeceğim.”
“Ben cevabımı verdim. Sana meydan okuyorum,” dedi Şalmon ve içeri girdi.
Gece bahçeden yükselen tuhaf ve yaslı bir müzikle geçti. Güneş tüm görkemiyle doğarak altın ışıklarını şehrin üzerine yaydı. Işığın gelişiyle birlikte başka tuhaf sesler şehir halkını uyandırdı. Pazar alanında harikulade bir manzarayla karşılaştılar. Burası yüzlerce tuhaf varlıkla, gulyabanilerle, ifritlerle ve perilerle doluydu. O güne dek böyle şeyler görmemişlerdi. Küçücük elfler meydanda koştukça çocuklar pek eğleniyordu. Acayip cinler lamba direklerine tırmanıp belediye binasının çatısına çömelmişlerdi. Bu binanın merdivenlerinde ışıltılı bir sıra oluşturmuş periler ile hizmetçi cinler vardı. Ortalarında ise şafak gibi parlak bir hayal halindeki Prenses duruyordu.
Şehrin belediye başkanı ne yapacağını bilmiyordu. Makam zincirini boynuna takıp Prenses’i karşılamak için uzun bir konuşma yaptı.
“Bu sıcak karşılama için çok teşekkür ederim. Siz Sayın Belediye Başkanı ve bu ölümlüler şehrinin iyi insanları, beni dinleyin! Ben Ergetz Peri Diyarı’nın prensesiyim. Babam Aşmeday ise bizim ülkemizin kralıdır. Aranızda bir adam var, işte o da benim kocamdır,” diye cevap verdi Prenses.
“Kimdir o?” diye sordu kalabalık şaşkınlıkla.
“İsmi Bar Şalmon’dur,” diye cevap verdi prenses. “Bozulması imkânsız yeminlerle bağlıyım ona.”
“Yalan!” diye bağırdı Bar Şalmon kalabalığın içinden.
“Doğru söylüyorum. İşte oğlumuz,” diye cevap verdi Prenses. Elf gibi sevimli bir oğlan çocuğu öne çıktı. Şıp demiş Bar Şalmon’un burnundan düşmüştü.
“Bu şehirde yaşayan siz ölümlülerden tek bir şey istiyorum: Adalet. Bizim Ergetz diyarında Bar Şalmon’a gösterdiğimiz adaletin aynısı. Babasına verdiği yemini bozarak yabancı bir ülkeye yelken açmış ve sonunda bizim elimize düşmüştü. Biz onun canını bağışladık. Adil yargılanma isteğini kabul ettik. Şimdi ben de aynı dilekte bulunuyor ve dileğimi kabul etmenizi rica ediyorum. Kendi Adalet Sarayınızda beni dinleyin.”
“Ricanız son derece makuldür, Prenses,” dedi Belediye Başkanı. “Burada yabancıların adaletten mahrum bırakıldığı söylenmemeli. Bar Şalmon, peşimden gel.”
Belediye Başkanı önden yürüyerek Adalet Sarayı’na gitti. Şehrin hâkimleri, Prenses’le aralarında hahamın da bulunduğu şahitlerin ve Bar Şalmon’un söylediklerini dinledi.
“Majestelerinin, yani Ergetz Peri Diyarı Prensesi’nin doğru söylediği çok açık. Fakat Bar Şalmon’un bu şehirde bir karısı ve çocuğu var. Koparılması imkânsız bağlarla onlara bağlıdır. Bu yüzden, Bar Şalmon Prenses’ten boşanarak evlendiklerinde ondan aldığı çeyizi geri vermelidir,” dedi Belediye Başkanı mahkeme kararını açıklayarak.
“Yasalarınız böyle diyorsa itirazım yok,” dedi Prenses.
“Sen ne diyorsun, Bar Şalmon?” diye sordu Belediye Başkanı.
“Ah! Benim de itirazım yok,” diye cevap verdi Bar Şalmon kaba bir şekilde. “Şu ifrit prensesten kurtulmak için her şeyi kabul ederim.”
Bu acımasız sözleri işiten Prenses utanç ve öfkeyle kıpkırmızı oldu.
“Bu sözleri hak etmedim!” diye haykırdı gururla. “Ben seni sevdim ve sana sadık kaldım, Bar Şalmon. Yasalarınızın hükmünü kabul ediyorum. Ergetz diyarına bir dul olarak döneceğim. Senden merhamet dilenmiyorum. Ama hakkım olan şeyi istiyorum: Son bir öpücük.”
“Pekâlâ,” dedi Bar Şalmon daha da kaba bir şekilde. “Senden kurtulmak için ne gerekiyorsa yaparım.”
Prenses gururla ona yaklaşarak Bar Şalmon’u dudaklarından öptü.
Bar Şalmon’un yüzü ölü gibi bembeyaz kesildi. Arkadaşları onu tutmamış olmasa yere düşüverecekti.
“Bütün günahlarının, bozduğun yeminlerin ve yalan sözlerinin cezasını buldun işte!” diye bağırdı Prenses kibirle. “Kendi Tanrı’na, kendi babana, benim babama ve bana yalan söyledin.”
СКАЧАТЬ