Ejderhanın Evrimi. Grafton Elliot Smith
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ejderhanın Evrimi - Grafton Elliot Smith страница 15

Название: Ejderhanın Evrimi

Автор: Grafton Elliot Smith

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258068917

isbn:

СКАЧАТЬ birlikte, tam olarak İran Körfezi’nden Çin’e kadar uzanan karayoluna denk gelen İran nüfuz bölgesinde, bazı göstergeler kendisini belli etmektedir. Merhum Profesör Moulton şunları söylemektedir: “Daha sonraki Fars kitaplarının bize söylediğine göre fravaşi iyi bir insanın kişiliğinin bir parçasıdır. Cennette yaşar ve ölümle birlikte ruhla yek vücut olur. Tam olarak bir koruyucu melek değildir. Zira insanlığın geri kalanının gelişiminde ve bozulmasında rol oynar.”84

      Aslında fravaşi, bir yandan Mısırlıların ka’sına diğer yandan Çinlilerin shen’ine benzemektedir. “Onlar ‘iyi bir halkın’ ölmüşlerinin ruhlarıdır” (s. 144). Ölenlerin ruhları sıfatıyla yıldızlara aittirler (s. 143). Tıpkı kanın ahirette ölülere rehberlik ettiği gibi, onlar da “ölmüşlere; güneşe, aya ve daimi ışığa doğru yol gösterirler.”

      Fravaşi’nin, her yıl kutlanan ruhlar bayramında da bir rolü vardır. Breasted’ın öngördüğü gibi, Orta Krallık dönemindeki Mısır’la neredeyse tamı tamına benzerlik söz konusudur.85 İki ayinin tüm koşulları köken olarak aynıdır.

      Profesör Moulton, fravaşi kelimesinin Avestaca var (döllemek) kökünden türemiş olabileceğini ve fravaşi’nin “soy meydana getirme” anlamına gelebileceğini ileri sürer (s. 142). Profesör bunu doğurmayla ilişkilendirdiği için, “soyun sağlayıcısı”nın yalnızca plasenta olmaması ihtimali söz konusudur.

      Bununla birlikte Loret (Moret’den alıntı yaparak, s. 202), fravaşi belki de yalnızca Mısırlı ka’nın İranlı muadilidir diye düşünerek ka kelimesini “neden olmak/babası olmak” anlamına gelen bir kökten türetmektedir.

      İran ile Mısır düşünceleri arasındaki bağlantı Dr. Langdon tarafından, Blackman’a verilmiş olan örnekte olduğu gibi Sümer üzerinden gerçekleşmiş olabilir.

      Bütün bu görüşler insanın şahsi özelliklerine ait özün ve kişiliğin, fiziksel bir vücuda gerek duymadan var olabileceği inancından türemişe benziyor. Uyku ve ölüm olgusu üzerine düşünülmesi, bunu doğrulayacak kanıtları meydana getirmiştir.

      Bebek, Ulu Ana’nın hayat verici ve soy sağlayıcı özelliklerine sahip olan, ay ve en eski totemlerle yakından ilişkili olduğuna inanılan plasentayla fiziksel olarak bağlı bir şekilde dünyaya gelir. Plasenta, açıkça embriyonun beslenmesiyle de ilişkilendirilir. Plasenta zaten, bir meyvenin koçanında gelişmesi gibi, embriyonun üzerinde geliştiği bir nevi bitki sapı değil midir?

      Kişilik özellikleri her zaman vücutla ilişkili görülmediğinden bu özelliklerin doğum sırasında meydana geldiğini ve plasentanın bunun sağlayıcısı olduğunu düşünmek doğal bir çıkarımdı.

      Mısırlıların heykeltıraş için kullandıkları terim, heykel yapma geleneği icat edildiğinde doğumla ilgili düşüncelerin, zihinlerini en çok meşgul eden mesele olduğunu gösterir. Moret, Mısır’ın ilk dini törenlerindeki yeniden doğuş ritüeli kavramının geniş kapsamlı anlamını ortaya koymak için birçok bulguyu bir araya getirmiştir. Buna göre Mısırlılar, düz anlamıyla kabul edilecek yeniden doğuş ritüelini gerçekleştirmede oynadığı rolden dolayı plasentaya büyük önem atfedeceklerdi. İşin özünde çok büyük bir rol oynayan plasenta, yeniden doğuş ritüelindeki rolüyle eşit bir öneme sahip olacaktı.

      Gözün Gücü

      Göze atfedilen ayrıcalıklı işlevleri anlamak için girişilen araştırmada, araştırmacıların meseleye Mısırlıların erken dönemki bakış açıları hakkında bilgi sahibi olması çok önemlidir. Ölen kişiyi elden geldiğince kendi şeklinde yeniden oluşturmak amacıyla sarılı mumyayı kalıba döküp şekil verdikten sonra, mumyayı yapan kişi, suratın üzerinden gözleri boyardı. Heykeltıraş, taştan ya da tahtadan mükemmel modeller yapmayı öğrendiğinde ve boyama yaparak gerçek görünüşe benzerliği artırdığında bile heykel yalnızca bir ölüden ibaretti. Bunların dışında heykele, kelimenin tam manasıyla, renk getirmek, diğer bir deyişle onu canlandırmak için gerekli olan şey gözdü. Böylece Mısırlı ressamlar işe koyulup gerçekten harikulade bir hünerle canlı gözlerin görünümünü elde ettiler (5. şekil). Dr. Alan H. Gardiner tarafından son zamanlarda yayımlanan olağanüstü fotoğraflara86 göz gezdiren birisi, bu inancı gerekçelendirmek için girişilen çabayı takdir edecektir. Bu harika gözler heykeli ışıl ışıl ve canlı kılıyordu. Mısırlıların somut zihin yapısı için sanattaki bu üstün övünç kaynağı yalnızca teknik bir başarı ve estetik bir kazanım olarak görülmedi. Sanatçının heykeli gerçekten canlandırdığı düşünüldü. Aslında heykel, kelimenin tam manasıyla “yaşayan bir imge”ye dönüştü. Gözler, heykele verilen canlılığın ana kaynaklarından birisi olarak kabul edildi.

      5. şekil: Piramitler çağı döneminden bir asile ait heykel. Bu heykel, gözlerin yapımında kullanılan teknik beceriyi göstermektedir.

      Suni göz yapımına bu kadar özen gösterilmesinin, böyle bir sanat ortaya konulmasının ardında yatan sebep buydu. Şüphesiz ki bu sanat, gözün canlandırıcı gücüne dair bu dikkate değer inancın sınırlarının çizilmesinden de büyük ölçüde sorumluydu. Ancak gözün dölleyici gücüne ilişkin rasyonelleştirme sürecindeki bütün aşamaların muntazam bir şekilde düzenlenemeyeceği, karmaşık bir teorinin kurulmasında pek çok farklı türde etmen rol oynamıştır.

      Burada bir soru yönelterek meselenin belirli bir veçhesini sunuyorum. Bunlar, bazı erken dönem Mısır literatürü çalışmalarını konuyu daha derinlemesine incelemelerini teşvik etmek açısından değerli incelemeler gibi görünüyor.87

      Ölümün bir nevi uyku olarak kabul edilmesi ve gözlerin kapalı olması ikinci durum için ayırt edici bir işaretti. Gözlerin açık olması doğal olarak uyanıklığın ve canlılığın açık bir belirtisi olarak görülüyordu. Aslında, gerçekçi bir insan için gözlerin mumyada veya heykelde geri getirilmesi hayata uyanmakla eşdeğerdi.

      Aynadaki veya sudaki yansımanın, her bir insanın “tamamlayıcı eş”inin varlığını ispatlamanın oldukça kesin bir belirtisi olarak düşünüldüğü ve “ruh”un veya daha somut bir ifadeyle “hayat”ın anlık bir görüntü veya homunkulus olarak tasarlandığında gözdeki yansımanın, gözün içinde yaşayan “ruh” olarak yorumlanmış olması pek muhtemeldir. Göz kesinlikle, bilhassa “ruhsal öz” bakımından zengin olarak görülüyordu. Osiris, Set’le ikinci mücadelesinde sökülen gözü Horus’tan aldığında, “bir ruha” sahip olabilmiştir.88

      Gözün canlandırıcı gücüne ilişkin bu inanç, inanılmaz bir şekilde, doğuda Polinezya ve Amerika’ya, batıda ise Britanya’ya kadar yayıldı.

      Şüphesiz ki sahibiyle sahibinin etrafındaki dünya arasında bir iletişim aracı olarak gözlerin fizyolojik işlevi çok belirgindir. Gözler, konuşmaya gerek kalmadan görüş ve duygu ifade etme gücüne sahiptir. Mısır yazınında, gözün kapalı hali ile açık hali arasındaki benzerliğe ve gün ışığı ve karanlıktaki değişimine değinilmektedir.

СКАЧАТЬ



<p>84</p>

Early Religious Poetry of Persia, s. 145.

<p>85</p>

A.g.e. s. 264.

<p>86</p>

“A New Masterpiece of Egyptian Sculpture”, The Journal of Egyptian Archaelogy, 4. cilt, 1. kısım, Ocak 1917.

<p>87</p>

Büyük ihtimalle, göze böylesine belirli hayat verici güçleri bahşeden ana etmen, ayın Ulu Ana ile özdeşleştirilmesiydi. Zira ay, Güneş Tanrısı Ra’nın gözüydü.

<p>88</p>

Breasted, Religion and Thought in Ancient Egypt, s. 59. “Bir ruh” olarak çevrilen ifadenin buradaki anlamı “yeniden canlandırılmış” olarak verilseydi daha doğru olurdu.