Ejderhanın Evrimi. Grafton Elliot Smith
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ejderhanın Evrimi - Grafton Elliot Smith страница 13

Название: Ejderhanın Evrimi

Автор: Grafton Elliot Smith

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258068917

isbn:

СКАЧАТЬ yaratan Atum’un, Ptah-Tatenen’le ilgili şu ifadeleri kullandığı söylenir: ‘O, tanrıları tasarlayandır.’ Ptah-Tatenen, tanrıları, gönüllerine uygun bir şekilde yaratmıştır. Sonra tanrılar, her biri ağaçtan, taştan ve metalden yapılma vücutlarına girmişlerdir.”70

      Piramit Metinleri’nde İsis’in yaşam kaynağını “kanatlarıyla rüzgâr yaratarak” Osiris’e taşırken resmedilmesi, bu fikirlerin gerçekten çok eski olduğunu göstermektedir.71 Yaşam kaynağının geri getirilmesini sağlamayı amaçlayan “ağız açma” merasimi, heykel veya mumyanın önünde yapılan ritüelin önemli bir parçasıydı. Daha önce bahsettiğim gibi (s.25), tasvir heykelini biçimlendiren heykeltıraş, “hayat veren” olarak isimlendiriliyordu ve bir heykeli “meydana getirmek” kelimesi “doğurmak” anlamına gelen kelimeyle özdeşti. Tanrı Ptah, insanı kendi suretinde, kilden yaratmıştır. Benzer bir şekilde hayat veren heykeltıraşlar, varlığın ebediliğini güvence altına alma aracı olan tasvirler yaptılar. Bu varlıklar libasyon ve tütsü yakma eşliğinde “ağız açma töreni” ile canlandırılıyorlardı.

      Bu sürecin Mısır’da rasyonelleştirilmesinin bir sonucu olarak birçok yaratılış efsanesi ortaya çıktı. Bunlar Hindistan’da, Endonezya’da, Çin’de, Amerika’da ve başka yerlerde bütünlüklerini tamamen koruyarak günümüze kadar ulaştılar. Taştan, tahtadan veya kilden bir heykel tasarlanmış, pek çok yerde gökyüzünden indiği düşünülen, yaşam kaynağı olan nefesin bu heykellere girebilmesi için canlandırma ritüelleri gerçekleştirilmiştir.72

      Mısır inancından türeyen dünya genelindeki efsanelerin pek çoğunda olduğu gibi Mısır inancında da hayati ilkenin, (çoğunlukla, “ruh”’ kelimesiyle “ruhsal öz” veya “tamamlayıcı eş” kastediliyordu) vücudun dışında var olabileceği fikri nihai bir şekil kazandı. Açıklama ne olursa olsun, hayati ilkenin vücudun dışında var olabileceği fikrinin benimsendiği kesindir. Hayati ilkenin vücuda geri döndüğü ve geçici olarak vücudu canlandırdığı düşünülmekteydi. Hayati ilke ölünün taştan tasvirinin içine girer ve orada kalırdı. Kimi zaman bu sözde “ruh” ağız, “ağız açma” merasimiyle birlikte heykelin içine giren yaşam kaynağı ile özdeşleştirilirdi.73

      Sör Edward Tylor ve onun animizm hakkındaki teorisini kabul edenler genellikle, “ruh” düşüncesinin Burnet’ın yukarıda alıntıladığım pasajında bahsettiği rüya ve gölge fenomenlerini açıklama girişimlerine dayandığı görüşündedirler. Bir insanın uyurken, tanımadığı insanları rüyasında görebilmesi ve çeşitli maceralar yaşayabilmesi pek çok insan tarafından, bunların gerçekten yaşanan hadiseler olduğu varsayımıyla açıklanmaktadır. Bunlar, kişi uyurken “ruhun” etrafta dolanması sırasında karşılaştığı olaylardır. Bir insanın gölgesi veya kişinin suda ya da aynadaki yansıması, o kişinin tamamlayıcı çifti olarak yorumlanır. Ancak bu yorumun gözden kaçırdığı bir nokta vardır. Rüya ve gölge fenomenleri muhtemelen yalnızca şartların hazırlayıcısıydı. Bunlar, “ruh teorisi”nin gelişimine katkı sağlayan (veya ilave edilen ayrıntıları doğrulayan ve rasyonelleştirme yoluyla içerisine dahil olan) şartlarken, diğer başka şartlar bu teoriyi yaratmadan sorumluydu.

      Daha önce etnolojideki pek çok psikolojik yorumun, insanların en basit, görünüşte en açık ve akla uygun eylemlerini bile belirleyen etmenlerin muazzam karmaşık yapısını neredeyse hiç dikkate almadıklarına dikkat çekmiştim. İnsan kararlarının ve düşüncelerinin, çoğu bilinçdışı ve duygusal güdü olan çok sayıda etkenin nüfuzu altında kaldığını okuyucuya tekrardan hatırlatmam gerekiyor. Ancak bazı belirli duygu durumları insanı bir kez kesin bir sonuca yönlendirince insan, kararlarına arka çıkan birçok başka durumu hatırlayıp onlardan karmaşık bir rasyonelleştirme ağı oluşturur. Bunun gibi bazı süreçler hiç şüphe yok ki “animizm”in gelişiminde rol oynamıştır. Yine de bu fikrin gelişiminin bütün tarihini yeniden inşa etmek mümkün olmasa da hayat ve ölümün doğasını anlamadaki bu ilk çabalar ve ölüyü diriltmek için bu teorileri hayata geçirme girişimleri bir temel sağlamıştır. Son 5000 yıldır ruh hakkında geliştirilen geniş ve karmaşık teoriler bu temeller üzerine kuruludur. Bu büyük yapının kurulmasında milyonlarca insanın düşüncesi ve arzusu rol oynamıştır. Ancak bu temeller, Mısırlı kral veya rahip, “yaşam kaynağını”nı ölüye yeniden getirebileceğini ve “büyük büyücü”74 denen asayla ölünün tekrardan doğmasını sağlayabileceğini iddia ettiğinde sistemleşmiştir. Bazı bilim insanlarına75 göre asa, doğurganlığı kelime anlamıyla ifade edilsin diye ana rahminin geleneklere uygun hale getirilmiş bir simgesiydi. “Büyülü asa” hakkında böyle inançlar ve hikâyeler, İskoç yaylalarından Endonezya ve Amerika’ya kadar hâlâ varlığını sürdürmektedir.

      Bu taslakta, bir kavrama ait olan devasa karmaşıklığın yalnızca bir ya da iki yönünü ele aldım. Ancak insan zihni, bir hayati özün vücudun dışında var olabileceği düşüncesiyle meşgul olmaya ve onu hayatın nefesiyle özdeşleştirmeye başladığında yeni görüşler de beraberinde gelmiştir. Hayati ilke, hayatın bütün psikolojik belirtilerinde olduğu gibi insan kişiliğinin bütün çeşitli ifadelerinde de kendisini açıkça gösterir. Rüya görmek insanın, “ruh”un ayrıca geçici olarak bedeni terk edebildiğine ve çeşitli deneyimlerin tadını çıkarabildiğine inanmasına yol açar. Somut fikirlere sahip bir Mısırlı, hayati özünün dışarılarda dolandığına dair bu soyut fikri desteklemek için bazı fiziksel kanıtlar talep etmiştir. Bu yüzden ölümden sonra içinde var olabileceği bir heykel yapmıştır. Çünkü ölünün özelliklerini mumyanın üzerinde, gerçeğine benzer bir şekilde layıkıyla yeniden oluşturamamıştır. Bu yüzden, hayati özün heykele can veren “tamamlayıcı eş” veya “ikiz” olarak vücudun dışında var olabileceğine yavaş yavaş kendisini inandırmıştır.

      İlkel insanın inancını desteklemek için maddi kanıt arayışında olması doğal olarak onu, doğumu hakkında düşünmeye sevk etmiştir. İnsanın hayatın doğasıyla ilgili bütün inançları nihayetinde onun kendi kökenine, doğumuna veya yaratılış hikâyesine kadar geri götürülebilir.

      Bir bebek dünyaya göbek bağıyla bağlı olduğu döleşi veya plasentayla birlikte gelir. Bu biyolojik yapının mahiyetinin tam olarak anlaşılması modern bilimin bir başarısıdır. Bunlar, ilkel insan için anlaşılması güç mucizelerdi. Ancak insan, kendisini tamamlayan eşinin uykudayken vücuttan ayrılıp bağımsız bir şekilde varlığını sürdürebilen kendi şeklinde hayati bir özünün olduğu fikri üzerine kafaya yormaya başlayınca, plasenta açık bir şekilde bu özün gerçekliği için elle tutulur bir kanıt oldu. Blackman tarafından ileri sürülen görüşler76 ve Moret, Murray ve Seligman ve diğerleri tarafından yapılan ilaveler, plasentanın ka ile bağlantılı olduğu yönündedir.

      Eski Mısırca ka kelimesinin tercümesi hakkında, özellikle son yıllarda çok sayıda ihtilaf vardır. 1912’ye kadar çeşitli tartışmacıların öne sürdüğü fikirlerin derli toplu bir özeti Moret’nin Mystéres Egyptiens adlı eserinde bulunabilir. 1912’den beri Alan Gardiner, Breasted ve Blackman tarafından bazı çelişkili fikirler ileri sürüldü. Antik literatürdeki birtakım ifadelerin anlamı hakkındaki bu tartışmaya müdahale etmek niyetinde değilim. Ancak söz konusu meselenin öyle tarafları var ki onlara değinmeden kendi esas СКАЧАТЬ



<p>70</p>

A.g.e. s. 45-46.

<p>71</p>

A.e. s. 28.

<p>72</p>

W. J. Perry Endonezya efsanelerindeki korunmuş bulguları yeni kitabında bir araya getirdi, The Megalithic Culture of Indonesia. Çin literatüründe bulunan meselenin bütünü hakkında doyurucu izahlar de Groot tarafından özetlenmiştir. (a.g.e.)

<p>73</p>

Bununla birlikte, izleyen sayfalardaki ayrılmış kısımlara bakınız.

<p>74</p>

Alan H. Gardiner, Davies ve Gardiner, a.g.e. s. 59.

<p>75</p>

F. Ll. Griffith, A Collection of Hieroglyphs, 1898, s. 60.

<p>76</p>

Aylward M. Blackman, “Some Remarks on an Emblem upon the Head of and Ancient Egyptian Birth-Goddess”, Journal of Egyptian Archaology, 3. cilt, 3. kısım, Temmuz 1916, s. 199 ve “The Pharaoh’s Placenta and the Moon-God Khons”, 4. kısım, Ekim, 1916, s. 235.