Название: Ejderhanın Evrimi
Автор: Grafton Elliot Smith
Издательство: Maya Kitap
isbn: 9786258068917
isbn:
Bu durum iki açıdan önemlidir. Birincisi bu sayede semavi tanrılar ve gökyüzünde bir cennet yaratılmıştır. İkincisi, muhtemeldir ki insan formunun ilk defa tasarlandığı bir taş sütunun bile ilahı temsil edebileceğini, daha doğrusu tanrı tarafından canlandırılmış “vücut” haline gelebileceği fikrini göstermiştir.94 Heykellerin canlanmasıyla ilgili bu kadim düşüncelerin anayurdunda bile putun insan suretinde şekillenmesi o kadar da mühim değildi. Bunun yapılabileceği bir defa kabul edilince heykel yontmak için teknik beceriden mahrum olan kültür seviyesi düşük topluluklar için bile bu mümkün oldu. Canlandırma için uygun bir ritüel icra edildiğinde, tanrılarının içine girebileceği basit taş sütunlar ya da şekillenmemiş taş veya tahta yığınları dikiyorlardı.95
Tanrıların, insanların veya hayvanların taşların içinde ikamet edebilmesi fikri zamanla tüm dünyaya yayıldı. Ancak, taşı canlandırmanın bazı keyfi ayrıntılarının bulunduğu her yerde, bütün efsanelerin aynı kökenden türemiş olması gerektiği gerçeği açığa çıkmaktadır.
İnsanların veya hayvanların taşlaşmasının mümkün olduğuna dair bu tamamlayıcı inanç, geniş kapsamlı benzer coğrafi dağılıma sahiptir. Bu olağanüstü olayın hikâyesini “Ejderhalar ve Yağmur Tanrıları” adlı bölümde96 açıklayacağım.
İneğe Tapınma
İneğe tapınma, ele aldığım konuyla son derece yakından bağlantılıdır. İlkel ana tanrıçaların inekle çok yakından ilişkilendirildiği ve hatta özdeşleştirildiği sürecin ayrıntılarına ve ineğin boynuzlarının niçin Hathor’un simgeleri arasındaki ayla ilişkilendirildiği konusuna girmek beni konunun çok dışına çıkaracaktır. Ancak konunun bazı taraflarına değinilmesi gerekmektedir.
Ayın hilal şeklinin inek boynuzuna benzerliğini çağrışımla açıklayan alışageldik bir teoriyi doğrulayacak herhangi bir bulgu olduğunu sanmıyorum. Diğer taraftan hem ayın hem de ineğin birbirlerinden tamamen bağımsız bir şekilde ve çok farklı dönemlerde, Ana Tanrıça’yla özdeşleştirildikleri de bir gerçektir.
İnek ve Ana Tanrıça’nın bu ilişkilendirilmesinin gelişiminde rol oynayan ana sebep muhtemelen, sütün insanlar tarafından bir besin kaynağı olarak kullanılmasıdır. İnek anneliğe ilişkin bu işlevi yerine getirebiliyorsa, aslında insanoğlunun bir nevi üvey annesi de olabilirdi; zaman içinde insan ırkının gerçek annesi olarak kabul edilmeye başlanıp Ulu Ana’yla özdeşleştirildi.
Pek çok değerlendirme bu benzetme sürecini destekler. Sığırın hem beslenmek için et olarak tüketilmesi hem de ölüler için genel ve en karakteristik hayat verici özellikleri taşıması, ineğe ilahlık verilmesinde doğal olarak rol oynamıştır. Buna benzer bir ilişki tütsüyü kutsal bir töz mertebesine çıkarmış ve tütsü ağacının tanrıça olarak kişileştirilmesine sebep olmuştur. Bu tesir sığır için halen pek çok açıdan geçerlidir. Çünkü sığırlar ayrıca, ritüellerde ölülere ve zamanla tanrılara bilinç verilmesi amacıyla kullanılan kanın tedarikçisidir. Bunun yanı sıra sığırlar, ibadet edenlerin yakarışlarını duyup karşılık verebilirler.
Diğer başka olaylar da ineğin önemini vurgulamaktadır. Ancak, bu olaylar bir şekilde bu inançların gelişimine katkıda mı bulundular yoksa yalnızca ineğin kehanetinin sonucu olan bazı uygulamalar mıydı, buna karar verilmesi zordur. Mısır, Uganda ve Hindistan’da ölünün ağzının içine yağ konulması geleneği, sütün kullanıldığı çeşitli ritüeller, mezarda ve bazı gizemli ayinlerde97 ölüleri sarmak için ineğin derisinin kullanılması, inekle yeniden canlanma fikri arasındaki yakın ilişkiyi göstermektedir.
İnek insanoğlunun velisi olarak Ana Tanrıça ile özdeşleştirildiğinde, şu anda “totemizm” olarak adlandırılan ilginç bir düşünce sisteminin gelişmesinde ilk adımın atıldığını düşünmek için yeterli sebebin olduğunu düşünüyorum. Ancak bu, burada tartışamayacağım kadar karmaşık bir meseledir.
İnek, Ulu Ana ile özdeşleştirildiğinde ve ay aynı tanrıçanın ikamet ettiği yer veya onun kişileştirilmiş hali olarak kabul edildiğinde İlahi İnek, karmaşık bir bağdaştırma süreci sonunda ölünün, ineğin sırtında yükseleceği gökyüzü ya da cennetler olarak kabul edilmiştir. Ra baskın ilah konumuna gelince gökyüzüyle özdeşleştirildi. Bundan dolayı güneş ve ay onun gözleri olarak kabul edildi. Ay hem Ra’nın gözü hem de Ulu Ana olduğundan, göz ile Ulu Ana’nın özdeşleştirilmesinin aracısıydı. Muhtemelen göz, Hayat Veren’in canlandırıcı güçlerini bu şekilde kazanmış oldu.
Antik dönem sanatçıları ve çağdaş etnografların, hakkında benzer kafa karışıklığına sahip olduğu ineğe ilişkin bu inançların neredeyse dünya çapındaki yayılımı üzerine ciltler dolusu kitap yazılmış olabilir.98 Bu inanç batıda İskoçya ve İrlanda’ya kadar; bunların da doğudan gerçekleştirdikleri göçle muhtemelen Amerika’ya kadar yayılmıştır.
İneğin özelliklerinin, hayat bahşedici Ulu Ana’nın özellikleriyle özdeşleştirilmesinin örneklendirilmesi için Profesör Moulton’ın Gatalar üzerine yorumuna99 başvuruyorum. Gatalar’da anlatıldığına göre, Yima insanlara ölümsüz olabilsinler diye inek eti vermektedir. “Bunu, Mitraizm tarafından benimsenen Aryan efsanelerine göre, Mitra›nın yeniden doğmasıyla parçalanmış vücudundan insanoğlunun ilk defa yaratıldığı kadim ineğin yağını insanlara yemeleri için vererek onların ölümsüz kılındığı bir başka efsaneyle bağlayabilir miyiz?”100
Kültürün Yayılımı
Bu sayfalarda, zaten ele almakta olduğum uygulamaların ve inançların doğdukları yerlerden dışarıya doğru yayılmasının geniş kapsamı ve karmaşık durumuna değinmeyeceğim. Ancak, her kültürlü halkın düşünceleri ve arzuları, tepeden tırnağa kadar bu uygulama ve inançlardan miras alınmıştır.
Bu karmaşık geleneklerin ve fikirlerin gelişimindeki neredeyse hiçbir aşama “hazır ürün” değildir. Ayrıca bunları oluşturan bileşenlerin oluştukları yerlerden dışarıya doğru dağıldığı unutulmamalıdır.
İncelemekte olduğum bazı inançların Asya ve Amerika’dan doğuya doğru yayılması gerçeğini kanıtlayan ve bu durumu örneklendiren СКАЧАТЬ
93
L. Borchardt,
94
95
Diğer pek çok etmen ataların taştan doğumu hikâyelerinin gelişiminde bir rol oynar. Deniz kabuğunun (veya diğer başka kabukluların) insanoğlunun atası olması fikrinin kökenine zaten değindim. Kabuk, genellikle insan yaratmaya muktedir olma veya insanoğlunun içinden çıkabileceği bir tür yumurta olma potansiyeli atfedilen kabaca yontulmuş taşlardan temin ediliyordu. Fosilleşmiş hayvanlara ait bulguların, bu inancın gelişiminde önemli bir rol oynaması pek muhtemel değildir. Bu inancın lehine teyit eden kanıtların bulunmasının ötesinde, bu hikâyelerin yaratılmasında başka durumlar etkilidir. Taşın yarılmasıyla kahramanların ve tanrıların doğduğu, doğuya özgü en ayrıntılı hikâyeler, halihazırda insanoğlunun atası olarak kabul edilen fosilleşmiş kabukların çakıl taşlarında bulunmasıyla oluşmuş olabilir. Ancak böylesi açıklamalar yalnızca imkân dahilindeydi. Çünkü bütün şartlar, bir genel teori hakkında bu özel örneklemelerin kabul edilmesi için zaten bir zemin sağlamıştır.
Bu inançlar, heykellerin canlandırılmasına ilişkin fikirlerden önce ve tamamen bağımsız bir şekilde gelişmiş olmalı. Ancak, eğer öyleyse, ikinci hadise güç kazanmış olur ve bazı yerlerde diğer hikâyeyle kaynaşırdı.
96
Neredeyse dünyanın her bölgesinde eşine rastlanan bu ilginç taşlaşma hikâyeleri hakkında kapsamlı bir derleme için bkz. E. Sidney Hartland’ın
97
Bkz. A. Moret, a.g.e. s. 81.
98
Bkz. Maudslay tarafından tasvir edilen Copan heykel anıtları, Godman ve Salvin, “Biologia Centrali-Americana”,
99
100
A.g.e. s. 43. Ancak bence Aryanlara atfedilen bu efsaneler, özellikle de Moret’nin aydınlatmaya çalıştığı olağanüstü gizemler Mısırlıların inekle ilgili inançlarıyla aynı kaynaklara dayanmaktadır.