Название: Ejderhanın Evrimi
Автор: Grafton Elliot Smith
Издательство: Maya Kitap
isbn: 9786258068917
isbn:
Çin’de bu düşünceler hâlâ ilkel etkisini ve ifadesindeki açıklığı büyük ölçüde sürdürmektedir. Çinlilerin “resimlerin ve heykellerin temsil ettikleri varlıkla özdeşliğine olan inançları”na gönderme yapan de Groot, kıvan shuk yani “büyülü sanat”ın “Çin büyücülüğünün ana şubesi” olduğunu ifade eder. Bu büyücülük esas olarak, “ruhun, hayatın ve varlıkların benzerliğine dair eylemlerin içine işlenmesinden oluşur. Böylece onları işe yarar bir hale getirmek için bunlar bazı doğrultularda arzu edilir (…) bu içine işleme, tasvirin üzerine üflenerek nefes veya su fışkırtılarak gerçekleşir. Aslında nefes ya da nefes dolu ağızdan gelen su yang ile, yani töz veya hayatla özdeştir.”55
Tütsü Yakma
Şu âna kadar yalnızca içki dökme geleneğini ayrıntılarıyla ele aldım. Ancak bu, heykellere ve mumyalara hayat vermek ve yiyecek sunmak için başvurulan birçok yöntemden yalnızca bir tanesiydi. Hâlâ tütsü yakma ve “ağzı açma” yöntemlerinin açıklanması gerekiyor.
Blackman’in eski Mısır dilindeki metinlerden yapmış olduğu tercümeden açıkça anlaşılmaktadır ki tütsü yakmak, yaşayan bedenin saygınlığını heykele (veya mumyaya) geri vermek için icat edilmiştir ve bu, heykelin canlılık kazanması için zaruri olarak değerlendirilen işlemin bir parçasıdır. Blackman, “tütsü yakmaya olan inanca (daha sonraları kaleme alınan bir belge olan Amon Ritüeli’nde açıklanmaktadır) günümüze kadar ulaşan, Eski Krallık dönemine ait dini metinlerde rastlanmadığını belirtir. Yine de bu gelenek, kuvvetle muhtemel o dönem kadar eskidir. Erman’ın görüşü kesinlikle bu şekildedir” (a.g.e. s. 75).
Sonrasında Blackman, Amon Ritüeli’nden ilgili pasajın tercümesini verir (XII, 11): “Tanrı vücudunun gözüyle tütsülenmiş, süslü bedeniyle, etinden yayılan tanrı tütsüsüyle, yere damlayan ve tüm tanrılara verdiği teriyle birlikte belirir. (…) Bu Horus’un gözüdür. Tanrı yaşarsa, insanlar da yaşar, sen de yaşarsın, vücudun diri olur” (a.g.e. s. 72). Blackman bu pasajı yorumlayarak şunları yazar: “Piramit libasyon formülü göz önüne alınacak olursa bu metindeki ifadeler oldukça makuldür. Libasyonda olduğu gibi, tütsü zerreleri de bir ilahilik emaresidir,56 etinden çıkan sıvı yani tanrının teri, yeryüzüne iner. Burada tütsü yalnızca ‘tanrının kokusu’ değildir. Ayrıca reçine zerresinin, tanrının teri olduğu söylenir” (a.g.e. s. 72). “Hem dini tören hem de içki dökme ve tütsü yakma aynı amaçla yapılır: Tanrı ve insan vücudunun (ya da heykelinin), kaybettiği ıslaklığı geri getirerek vücudu diriltmek” (s. 75).
Tütsü yakmanın bir ritüel eylemi olarak icat edilmesini sağlayan şartları yeniden oluşturma girişiminde, meselenin özünün çözülmesi gerekliliği kendisini tekrardan hatırlatır. Ölümün en açık göstergeleri tenin soğukluğu, terlememe ve canlı kokusunun olmayışıdır. “Canlı kokusu” tabirinin erken dönem Mısır diline kadar uzanıyor olmasına dikkat edilmelidir. Mısır’da hanedan öncesi dönemin erken zamanlarından beri reçineyi, kozmetik ürünlerin başlıca malzemesi (bir eczacının yapıştırma “aracı” diye adlandıracağı) olarak yaygın bir şekilde kullanmak alışageldik bir durumdu. Sıcak bir coğrafyada böyle bir uygulama yapıldığında reçinenin veya balsamın kuvvetli kokusu ile yaşayan birinin kokusu birbirine geçiyor olmalıydı.57 Tütsü yakmanın yaşayanlara zevk verip vermediği bilinmiyor. Halefleri arasında böylesi bir uygulamanın gelenek olması, bunun çok kadim bir uygulama olduğu anlamına gelebilir. Diğer taraftan bunun tamamen ritüele uygun amaçlarla geliştirilen bir uygulamanın, sonradan bozulmuş hali olabileceği ihtimal dahilindedir. Bir cesedin veya bir heykelin önünde tüstü yakma işlemi; onların ısı yaymasını, terlemesini ve canlı kokusu salmasını sağlamak için icat edilmiştir.
Tütsü yakmanın etkin bir canlandırıcı güç olduğu ve özellikle ölüye hayat verdiği inancı iyice yerleşince, tütsü yakma doğal olarak diriltme gücüne sahip olması bakımından ilahi bir töz olarak kabul edilmeye başlandı. Tütsünün zerreleri ağaçların dışa akıttığı sıvılardan ya da antik metinlerin ifade ettiği gibi “onların terlerinden” oluştuğu için, zaman içinde canlandırmanın ilahi gücü ağaçlara devredilmeye başlandı. Ağaçlar artık yalnızca hayat veren tütsülerin kaynağı değildi. Ağaçlar, ter damlaları mumyaya hayat veren bir ilah tarafından canlandırılmıştı.
Bu ağaçlarda ikamet eden tanrının genellikle niçin ana tanrıçalarla özdeşleştirildiği ilerleyen sayfalarda açıklanacaktır. Bu, muhtemelen esas olarak tütsünün ana kaynağının, ilkel doğurganlık tanrıçalarına da ev sahipliği yapan Güney Arabistan’a dayandığı örneğinde de gördüğümüz gibi coğrafi şartlardan dolayı böyledir. Zira bu tanrıçalar aslında, Kızıldeniz’deki hayat verici deniz salyangozu tılsımlarının kişileştirilmesinden başka bir şey değildir.
Nitekim Robertson Smith’in ifadesi şu yöndedir: “Bir tılsım olarak akasya sakızının değerinin âdet kanaması pıhtısıyla, yani ağacın bir kadın58 olduğu fikriyle ilişkilendirilmesi, muhtemelen sebeple sonucun birbirine karıştırılmasıdır. Sakızı değerli yapan, ağaca canlılık veriyor olmasıydı. Efsanenin geri kalanı yalnızca, ağacın ana tanrıça ile özdeşleştirilmesi fikri üzerine kurulu olan hikâyenin rasyonel hale getirilmesidir. Samora (akasya) ağacı sakızının (…) canlandırıcı veya ilahi bir bitki olduğu fikri gibi öne sürdüğü görüşlerinden dolayı benzer eleştiriler ‘tütsünün dini değerine’ ilişkin öteki görüşleri için de geçerlidir” (s. 427).
Pek çok unsur ağaca tapınmanın gelişmesinde etkili olmuştur. Ancak ağaçların kutsal görülmesinin asıl sebebi muhtemelen, bünyesinde ölüyü canlandırma gücü olduğu inanılan tütsü ve kokulu tahtaları barındırması olmalıdır. Çok daha erken bir dönemde başka düşünceler tapınma fikrinin desteklenmesini ve genişletilmesini sağladı. Osiris toprağa gömüldüğünde, kutsal bir çınar, “Osiris’in ölümsüzlüğünün görünür bir sembolü” olarak meydana çıktı. Ancak ağacın özü, hayat verici su ile ilişkili hale getirildi ve böylelikle Osiris’le başka bir bağlantı kuruldu. Öz ayrıca, ağaçların kanı ve ter olarak dışarı attığı tütsü olarak kabul edildi. Tıpkı su dökmenin Osiris’in vücut sıvısı olarak görülmesi gibi, bu rasyonelleştirme süreciyle, tütsü de benzer bir değere sahip oldu.
Libasyon meselesinde açıklananlara çok yakın olan sebeplerle tütsü yakma geleneği, başlangıçta cenaze heykelini canlandırmak için icra edilen bir ritüelken, nihayetinde ilaha hürmet etme yöntemlerinden birine dönüştü.
Semavi tanrılar kültü ortaya çıktığında,59 tütsü yakma ayrıca özel bir önem kazandı. Çünkü yanan tütsünün dumanını çekmek, ölünün ruhunu gökyüzüne ulaştırmanın veya yeryüzünde yaşayanların dileklerini oraya iletmenin bir aracı olarak kabul edilmeye başlandı.60
“İnsan ruhu genellikle insan şeklinde ve özelliklerinde, nadiren de bir hayvanın özellikleriyle СКАЧАТЬ
54
Kelime, algımızda, ancak bilginin artmasıyla alınan tedbirlerin istenen sonu elde etmede yetersiz olduğu gerçeğini ortaya çıkarınca “büyülü” oldu. “Büyücü” fizik ötesi anlamlarla o sonu elde edebiliyormuş gibi yapmaya devam etti.
55
De Groot, a.g.e.
56
İleride açıklayacağım üzere, tütsü ağacının ilahiliği fikri tütsü yakma uygulamasının sonucudur, sebebi değildir. Dirilişin elde edilmesinin bir aracı olarak tütsü ilahilik sağlayıcısı oldu. Basit bir rasyonelleştirme süreciyle bu ilahi özü meydana getiren ağaç bir tanrı oldu.
“Vücudun gözü”, gökyüzünün “gözü” olan, hayat veren tanrı veya tanrıça anlamına gelmektedir. Yani ölü kralın özdeştirildiği tanrıdır.
57
Bu meseleyle yakından ilişkili olan koku ve merhem kullanımı hakkındaki bir tartışmaya girmek beni konumdan uzaklaştıracaktır.
58
59
İlerleyen sayfalarda açıklayacağım sebeplerden dolayı.
60
Ayrıca bu düşüncenin gelişiminin ölü yakma uygulamasını meydana getirmede rol oynayıp oynamadığı dikkate değerdir. Bu uygulama hem canlandırıcı tütsüyü hem yaşayanların yakarışlarını hem de ölenlerin vücutlarını semavi âleme ulaştırmanın bir aracısıydı. Elbette bu, Mısır’da uygulanmadı. Ancak Mısır’ın tütsü yakma uygulamasını benimseyen diğer bazı bölgelerde, vücudun kutsallığını koruyan dini taassup tarafından engellenmedi.