Название: Uğultulu Tepeler
Автор: Эмили Бронте
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-54-6
isbn:
Evin nasıl bir cehenneme döndüğünü anlatamam. Papaz da artık uğramaz olmuştu. Aklı başında hiç kimse yanımıza yaklaşmıyordu; yalnız Edgar Linton, bizim Cathy’yi görmeye geliyordu, o kadar. Catherine, on beş yaşında çevrenin sultanı olmuş çıkmıştı; bir eşi daha yoktu. Bu yüzden de burnu Kafdağı’nda, kafasına koyduğunu yapmaktan hoşlanan inatçı bir yaratık olmuştu. Çocukluk çağını geride bıraktıktan sonra, onu sevmemeye başlamıştım. Kibirlilikten vazgeçirmek için elimden geleni yapıyor, rahat vermiyordum; buna rağmen o benden hiçbir zaman nefret etmemiştir. Zaten, eski tanıdıklarına inanılmayacak derecede bağlıydı hatta Heathcliff bile onun kendisine olan düşkünlüğünden yoksun kalmamıştı. Edgar Linton da bütün üstün özelliklerine rağmen genç kızın üzerinde aynı derecede bir etki yaratmakta güçlük çekmişti.
“Edgar Linton, benim ölen efendimdir; ocağın üzerinde asılı duran resim onun resmidir. Vaktiyle bu resim bir yanda, karısınınki öbür yanda asılı dururdu ama sonradan hanımınki kaldırıldı; kaldırılmasaydı onun resmine bakıp hakkında az çok fikir edinebilirdiniz. Bunu görebiliyor musunuz bari?”
Bayan Dean, mumu yukarı kaldırınca yumuşak hatlı, Uğultulu Tepeler’deki genç kıza benzeyen ama ondan daha düşünceli, daha sevimli bir ifade taşıyan bir yüz gördüm. Çok hoş bir resimdi. Açık renk uzun saçlar şakaklarda hafifçe kıvrılıyordu; gözler iriydi, ciddi bakışlıydı; yüz biraz fazlaca nazikti. Catherine Earnshaw’nun ilk arka daşını böyle bir kimse uğruna unutmasına şaşmadım. Düşünceleri dış görünüşüne pek uyan bir kimsenin benim tanıdığım Catherine Earnshaw’yu etkileyebilmesine şaştım.
Kâhya kadına: “Çok güzel bir portre…” dedim. “Gerçekten ona benziyor mu?”
Ellen Dean: “Evet.” dedi. “Yalnız, neşelendiği zamanlar daha hoş görünürdü. Bu onun her günkü görünüşü; genellikle, ruhsuz bir insandı.”
Catherine, Lintonların yanında beş hafta geçirdikten sonra, onlarla olan dostluğunu devam ettirmişti. Onların yanındayken tabiatının sert yönünü göstermeye hiç de hevesli olmadığı, her zaman kibarlık gördüğü yerde kabalık etmeye de utandığı için, yaşlı bayla yaşlı bayan üzerinde farkına varmadan iyi bir etki yaratmıştı. Isabella’nın hayranlığını, erkek kardeşinin de kalbini ve ruhunu kazanmıştı. Bunlar daha başlangıçta onun gururunu okşamıştı çünkü ihtiraslarla dolu bir kızdı o. Bu da kimseyi kandırmaya heveslenmediği hâlde, onu iki ayrı karaktere sahip olmaya sürüklemişti.
Heathcliff’ten söz edilirken “aşağılık bir serseri”, “hayduttan da beter” sözlerinin kullanıldığı yerlerde onun gibi davranmamaya dikkat ediyordu ama evde, sadece alaya alınmasını sağlayacağını, kendisine itibar da takdir de kazandırmasına imkân olmadığını bildiği için, kibarlık denemelerine girişmek zahmetine katlanmaya pek niyetlenmiyordu.
Edgar Linton, Uğultulu Tepeler’e açıkça gelmeye pek seyrek cesaret edebiliyordu. Hindley Earnshaw’nun kötü ünü, onda dehşet uyandırıyordu; onunla karşılaşmaktan korkuyordu. Ama gene de biz onu elimizden geldiği kadar kibar bir şekilde ağırlamaya gayret ediyorduk. Bey de onun niçin geldiğini bildiğinden canını sıkmaktan kaçınırdı, ona karşı kibarca davranamayacak durumdaysa karşısına çıkmamaya bakardı. Catherine, onun ziyaretlerini biraz tatsız buluyordu sanırım. Kurnaz bir kız değildi, asla cilve yapmazdı, iki arkadaşının karşılaşmasına da herhâlde razı değildi. Çünkü Heathcliff, Edgar’ın yüzüne karşı ondan hoşlanmadığını söylese kız, Edgar’ın yokluğunda yaptığı gibi bu düşünceye yarım ağızla olsun katılamazdı. Edgar da Heathcliff’ten nefret ettiğini, tiksindiğini belli etse arkadaşının kötülenmesi ona dokunmuyormuş gibi davranmak kızcağızın elinden gelmezdi.
Catherine’in benim alaya almamdan çekindiği için saklamaya çalıştığı dertlerine, çoğu kere gülmüşümdür. Bu belki de kötü bir davranış havasını yaratıyordu ama kız, o kadar gururluydu ki o biraz daha alçak gönüllü olmayı öğrenmedikçe ona acımak imkânsızdı. En sonunda, her şeyi itiraf edip benimle sırdaş olmak zorunda kaldı. Ona öğüt verebilecek başka kimsesi yoktu ki…
Bir gün öğleden sonra, Hindley evden gitmişti; Heathcliff de bunu fırsat bilip işini paydos etmişti. O sıralarda on altı yaşına basmıştı sanırım. Akıldan yoksun olmaması, yüzünde kötü bir ifade bulunmaması sayesinde, gerek içten gerekse dıştan sevimsiz görünmemeyi başarmıştı, bugün bunların izi bile kalmamıştır.
Bir kere, küçükken öğrendiklerini artık unutmuştu. Sabahın erken saatlerinden başlayıp geç vakitlere kadar sürüp giden devamlı ağır iş; vaktiyle edindiği öğrenme hevesini, kitap sevgisini, bilgi ihtiyacını söndürmüştü. Çocukluğunda, yaşlı Bay Earnshaw’nun yaptığı iyilikler sayesinde edindiği üstünlük duygusu da silinip gitmişti. Uzun bir süre Catherine’in çalışmalarını izleyip ondan geri kalmamaya gayret etmişti ama sonra sessizce, büyük bir üzüntü içinde bundan vazgeçmişti; hem de tam anlamıyla vazgeçmişti. Hele bulunduğu seviyeden aşağıya inmek zorunda olduğunu anladıktan sonra ona, yükselmesi için bir adım attırmak imkânsızlaşmıştı.
Derken dış görünüşü de ruhundaki bozukluklara uygun bir hâl alıverdi: Yürüyüşü şapşallaştı, bakışları bönleşti, doğuştan içine kapanıklığı daha da arttı; suratsız, insanlarla bağdaşamayan bir budala oldu çıktı. Üç-beş tanıdığında hoşnutluk yerine hoşnutsuzluk uyandırmaktan gizli bir zevk duyduğu besbelliydi.
Catherine’le olan arkadaşlığını çalışmadığı zamanlarda hâlâ devam ettiriyordu ama oğlan kıza olan düşkünlüğünü sözleriyle hiç belli etmeyip onun genç kızlara özgü sevgi gösterilerinden de hırçın bir kuşkuculuk içinde şüphelenir olmuştu. Bu davranışıyla bu yakınlıkların kendisinde en küçük bir minnet duygusu uyandırmayacağını anlatmak istiyordu sanki… Dediğim gün de hiçbir iş yapmayacağını haber vermek için eve gelmişti. Ben Cathy’nin giyinmesine yardım ediyordum. Kızcağız oğlanın aklına esip işini yarım bırakacağını hiç düşünmemiş, bütün gün evde yalnız olacağını düşünerek Edgar’a da ağabeyinin evde bulunmadığını bildirmenin yolunu bulmuştu. O sırada misafirini karşılamaya hazırlanıyordu.
Heathcliff: “Cathy, bugün öğleden sonra işin var mı?” diye sordu. “Bir yere gidecek misin?”
“Hayır, gitmeyeceğim, yağmur yağıyor.”
“Öyleyse bu biçimsiz elbiseyi neden giydin? İnşallah gelecek kimse yoktur…”
Küçük Hanım kekeleyerek: “Benim bildiğime göre yok.” dedi. “Ama sen bu saatte tarlada olmalıydın, Heathcliff. Yemek paydosunu bir saat geçti; ben seni gittin sanıyordum.”
Oğlan buna: “Hindley uğursuzu, bizi lanetli varlığından pek seyrek uzak bırakabiliyor.” diye karşılık verdi. “Bugün başka iş yapmayacağım, senin yanında kalacağım.”
“İyi СКАЧАТЬ