Azatlık Türküsü. Sabir Şahtahtı
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Azatlık Türküsü - Sabir Şahtahtı страница 9

Название: Azatlık Türküsü

Автор: Sabir Şahtahtı

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-50-8

isbn:

СКАЧАТЬ yere kapaklandım. Sersemlemiştim, kendimi toparlayıp ayağa kalkmak istediğimde bir ayak sırtıma basarak üstümden geçti. Nefesim kesilmişti. Yüzüm sıcak bir sıvıya yapışmıştı. Tüylerim diken diken oldu. Bu arkadaşlarımın kanıydı. Son bir güçle kalkmak isterken üstümden yeni bir asker geçiyordu. Çığık sesleri ve yerdeki sıcak kanın bana verdiği acı, sırtımdaki asker postallarından daha kötüydü. Bütün gücüm tükenmişti. Çaresizce üstüme basarak geçen askerlerin bitmesini çaresizce bekliyordum. Yerdeki çırpınmam askerlerin benden uzak bir bölgeye yönelmesi ile son buldu. Zorlukla ayağa kalktım. Her tarafım kan içindeydi. Sanki bir kan gölüne batmıştım.

      Daha fazla gurur ve mertliğin burada şansı yoktu. En fazla 15-10 dakikaya kadar herkesi arabalara tıkarlardı. Ben de teslim olmaya karar verdim. Ne kadar çabuk teslim olursam yaşama şansım o kadar fazla olurdu. Artık utanma zamanı geçmişti. Bütün gücümü toplayıp askerlere doğru yürüdüm. O anda ortalıkta bir ses duyuldu: “Ellerinizi başınızın üstüne koyun, yoksa dubinka14 beyninizi dağıtacak!” diyordu. Askerlere varmaya bir iki metre kalmıştı ki arkadan gelen insan selinin yarattığı basınç bizi öyle itekledi ki önümüzdeki askerlerin büyük bir bölümü de bizimle beraber yere düştü.

      Askerlerin arkasında bekleyen yedek kuvvetlere “ileri!” emri verilince askerlerin üstünden atlayan yeni kuvvetler başımızın üstünde dikildi. Hemen toparlanıp kalkmıştım. Benimle aynı boyda pehlivan cüsseli orta yaşlı bir adam vardı. Yanımıza gelen askerlerden birisinin, onun kafasına bir dipçik vurmasıyla birlikte o koca cüsseli adam sesini bile çıkaramadan koca bir ağaç gibi bana doğru devrildi. Onu kucaklamak istesem de gücüm yetmedi. Adamla beraber tekrar yere yıkıldık. Adamın cansız bedeni üstümde kalmıştı. Askerler bizim üstümüze basa basa, sağa sola gidiyorlardı. Üstümdeki bu koca cüsseli adamın altından çıkamıyordum. Nefesim tekrar kesilmeye başlamıştı. Kollarımla ve tüm gücümle üstümdeki yükün basıncını azaltmağa çalışıyordum ki ciğerlerim patlamasın.

      Tek tesellim, Şule’nin yanımda olmamasıydı. Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyorum, askerler üstümdeki adamı kenara çekince sanki dünyaları bana verdiler. İlk defa anladım ki can vermek o kadar da kolay değilmiş. Derin bir nefes alıp ellerim başımda çömeldim. Askerlerin dipçik darbesi ile bayılan adamı ayakların sürükleyerek kamyona attılar.

      Meydana en son gelen Şahve şimdi de orayı en son terk ediyordu. Rusça kuvvetli bir şekilde “Ayağa kalk!” diye emir verdiler. Ellerimi başımdan çekmeden ayağa kalktım. Kollarımdan tutarak voronakaya15 doğru götürdüler. Askerler sanki haram olmuş hayvan cesedi taşır gibi kolumdan tutmuştulardı. Bu kadar adamı toplamaktan onların da yorulduğu anlaşılıyordu. Varanokada iğne atsan yere düşmezdi. İnsanları iterek sıkıştırıp bana yer açtılar. Ölmediğime şükrediyordum.

      HAPİSHANE HAYATIM

      Bakü’nün günümüzdeki Sebail bölgesinde Bayıl Hapishanesi’nde geçirdiğim günleri hayatımın en kötü anları olarak hatırlıyorum. Özgürlük Meydanı ile Bayıl Hapishanesi’nin arası, 10 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Bizi taşıyan mahkum arabası bu yolu en az on saatte almıştı. Elbette, burada on saat biraz abartılmış gibi görünebilir. Hakikaten bu pis kokulu arabada gitmek çok korkunçtu. Yanlış hatırlamıyorsam bizi, bir GAZ-51 arabasına doldurmuşlardı.

      İçinde en az 50 kişi vardı. Kalabalıktan yere çömelecek bir alan da yoktu. Zor günlerde Allah insana dayanma gücü verirmiş. Meydandaki baskında, kadın ya da erkek olduğuna bakmadan herkesi sırayla arabalara doldurmuşlardı. Yaklaşık iki saatlik yolculuktan sonra araba durdu. Yolda bir saat kadar bekledik. Arada bir arabanın kenarlarına vurarak bağırıp çağıranlar vardı. Sovyet ordusunun acımasızlığı herkesi şok etmişti. Aramızda yaşlı insanlar vardı. Onlar dahil hiç kimseye ne su verdiler ne de tuvalet izni…

      Arabanın hareket yönüne bakarak bizi Salyan Hapishanesi’ne götürdüklerini düşünüyorduk. Araba epeyce bekledikten sonra hareket edip sağa döndü ve toprak yolda gitmeğe başladı. Ağır yük nedeniyle zorlukla gidiyordu. Yerden kalkan toz dumanı aracın içine dolmuş, nefesimizi kesmişti. Sanki Karadağ bölgesindeki hapishanelere doğru gidiyorduk. Toprak yoldan kurtulunca bütün tutuklular sevinmişti.

      Evet, bizler artık mitinge katılanlar ya da Vezirov yetkililerinin söylediği gibi aşırılık yanlısı göstericiler değil, tutsak sayılırdık. Cinayet işlemeyen, vatanının düşmana verilmesini protesto eden büyük bir halk, aşırı şiddet yanlısı ve eylemleri yapanlara ise tutsak deniyordu. Arabanın kasasındaki pencerelere demir parçaları ile kaynak yapılmıştı. Bununla birlikte, eski arabanın delinmiş kasasından sabah ışığını hissedebiliyorduk.

      Askerlikte levazım şefinin yardımcısı olduğum için işim gece yarısına kadar devam ederdi. Çoğu zaman, tüm iş bittikten sonra, kızartılmış patates ve evde yapılmış votka ile çilingir sofrası açardım. Kışlaya uyumak için geldiğimde gece yarısı olurdu. Benim için en berbat şey, kışlaya geldiğimde içeri dolan pis koku olurdu. Kösele, ayakkabıların, çorapların hatta en az yetmiş kişinin vücudunun salgıladığı koku ve nefesi birbirine karışır, mide bulandıran pis bir koku etrafa yayılırdı. Koğuşlardaki bu pis kokuyu bir balona doldurup bir insanın ağzına dayasan ölürdü diye düşünüyordum. Şimdi ise aynı durumdaydım. Hapishane arabasında yaşıyordum.

      Bizi taşıyan araba kumsalda uzun uzadıya gezdikten sonra asfalta geri döndü. Tutsak arkadaşlarımdan birisi bizi Bayıl’a götürdüklerini söyledi. Araba, asfalt yolda yarım saat gittikten sonra durdu. Epeyce bekledikten sonra hepimizi aşağı indirdiler. Aramızda bulunan kadınların sayısının 11 olduğunu aşağı inince öğrenebildik. Hapishane müdürü orta yaşlı bir Azerbaycan albayıydı. Tutsakların teslim alınmasına bizzat kendisi katılmıştı. Kadınları bir tarafa ayırdı. Herkesin duyacağı bir sesle:

      –Siz bizim vatansever kadınlarımızsınız. Bu hapishane sizin yeriniz değildir. Kadınla erkeği aynı hücrede saklamak zihniyetimize aykırıdır. Hepinizi bırakıyorum. Ancak grup halinde gitmeyin. Askerler ileride kontrol noktası oluşturmuşlar. Eğer dikkati çekerseniz sizi yeniden tutuklarlar.

      Albay, durumu en kötü olan bir kadını hapishane işçilerinden birinin arabasına bindirerek onu sahil şeridindeki metro istasyonuna bırakmasını emretti. Hapishane müdürünün bu davranışı bizi gururlandırmıştı. İnsanları sıraya dizerek içeri aldılar. Bu nedenle kadınların akibetinden haberim olmadı. Bayıl’da, 48 mitingci 12 kişilik hücre tipli odalara kondu. İlk haftayı hiç bir sorgulama olmadan geçirdik.

      Müdür, ertesi gün bizi sıraya dizerek mahkemenin kararını ilan etti. Hepimize bir ay hapis cezası verilmişti. Müdürün içindekini söyleyemediğini hissediyorduk. Epeyce resmi konuşmadan sonra biraz yumuşak bir sesle:

      –Hepinizi anlayabiliyorum. Size katiller gibi davranmak düşüncesine sahip değiliz. Sadece kanunlara ve kurallara uyun. Uyku saatinden sonra gürültü olmasına izin vermeyin ve askerlerin emrine uyun. Öyle yapın ki aramızda karşılıklı olarak saygı kalsın.

      Aslında onun dedikleri okulda “Derse geç kalmayın!” fabrikalarda “İşe gecikmeyin!” gibi uyarı sözleriydi. Yemekten yana zorluk çekmiyorduk. Herkesin evlerinden ve akrabalarından yiyecekler geliyordu. Aynı şekilde bana da tabii. Bana gelen hediyelerden biri de öğrenci paketiydi. Üç günde bir de türlü türlü ev yemekleri, yıkanmış meyve СКАЧАТЬ



<p>14</p>

Dubinka: Sert lastik cop.

<p>15</p>

Varanoka: Özel yapılmış hapishane aracı.