Название: Azatlık Türküsü
Автор: Sabir Şahtahtı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-50-8
isbn:
–Yaprak toplamak için mi?
İkimiz de güldük Şule benden daha fazla hastalanmıştı. Yüreği benim yanımda olsa da benimle vedalaşıp gitti. Ben ise meydana doğru yürümeye başladım. Hükümet binasına geldiğimde buradaki durumun her zamankinden farklı olduğunu anlamıştım. Ancak farklılığın ne olduğunu tam anlayamadım. Standlarda da bu farklılık hissediliyordu. Herkesin suratında korku ve heyecan vardı. Ben ona ulaştığımda, tanımadığım bir adam bağırarak askerlere yemek, su ve sigara verilmeyeceğini söylüyordu.
Aynı güne kadar her şeyimizi askerlerle paylaşmıştık. Acaba bugün neden yiyecek verilmeyecekti? Sanırım emir böyle gelmişti. Bir süre sonra Bakü askeri komutanının miting organize komitesi ile diyalog kurmadığı haberi yayıldı. Demek ki gruba dahil olanların hiçbirinin sözü diğerleri tarafından beğenilmiyordu. Belki de bu rahatsızlık psikolojik gerginlikten kaynaklanıyordu!
Standlarda yaklaşık iki saat durdum ve aniden ses sistemlerine giden tellerin kesildiği şeklindeki konuşmalar duyuldu. Bu durumda miting yönetilemezdi. Aslında son günlerde mitingi yönetenler arasında fikir ayrılıkları çoğalmış, miting meydanındaki kişiler, herhangi bir düzenleme yapıldığında karşı karşıya gelmeye başlamışlardı. Tribünlerde meydanın dağıtılması için geniş tedbirler alındığı söyleniyordu. Meydanın yakınlarında özel kuvvetler, özel eğitimli köpekler getirildiği ile ilgili söylentiler dolaşıyordu.
İkinci günde meydana yemek götürülmesi yasaklandı. Meydanın çevresindeki durumu öğrenmek için dışarı çıktım. Ben öz suyunu bırakan ağacın yanından geçiyordum ki Şule ile karşılaştık. Meydana doğru gidiyordu. Şüphesiz ki benim için gelmişti. Başında büyük gül desenleri olan süt renginde bir şal vardı. Gözlerinde gözlükleri vardı. Onu bu tip bir giyim tarzı ile ilk defa görüyordum. Bu elbiseyi çok beğenmiştim. Ama kendini gizlemek için mi yoksa hasta olduğu için mi böyle giyinmişti anlamadım. Duyulacak kadar bir sesle:
“Önemli bir sözüm var,” dedi. Bakü AVM’si karşı yönü konut olarak kullanılıyordu. Burada aslında memurlar yaşıyordu. Mahalleye girdik. Sanki başka bir dünya vardı… Burada ne mitingden ne de Karabağ’ın işgâlinin heyecanından eser vardı. Şule aniden durdu. Etrafta kimsenin olmadığından emin olunca karşıma geçerek ağlamaya başladı. Titreyen bir sesle:
–Bugün kan dökülecek. Meydana dönme!.. Gel bize gidelim. Sabahleyin yine dönersin yatakhaneye.
–Ne oldu? Doğru düzgün anlatsana?
–General Dubinyakın’ın en yakın adamı babamın dostudur. Moskova’dan emir gelmiş. Bugün meydanı boşaltacaklar. Ahalinin gözünü korkutmak için ölüm de olacak, toplu tutuklamalar da… Mitingi organize edenlere de bilgi verilmiş ancak hiç kimse bu sorumluluğu üzerine alarak millete “dağılın” demek istemiyor.
Aslında bu konudaki içimde oluşan korku tüm bedenimi titretiyordu. Korkularımı belli etmemek için yavaş bir sesle:
–Dağılsak da dağılmasak da tutuklamalar olacak. Bence iş işten geçti…
–Doğru söylüyorsun. Seninle aynı fikirdeyim. Gitme, ne olur? Senden bir daha bu kadar ısrarla hiçbir şeyi istemeyeceğim. Gel benimle gidelim. Evde herkes seni bekliyor. Kardeşimi de silahlandırmışlar. Emre uymayan milisleri Sibirya’ya sürgünle tehdit etmişler. Bu gece kötü şeyler olacak.
Ara vermeden konuşan Şule’nin daha sonra neler dediğini duymadım. Şimdi benim zihnimde tek bir şey dolaşıyordu: Onu sakinleştirip evlerine göndermek. Bu durum ancak masum bir yalanla mümkün olabilirdi. “Ben burada kalacağım!” desem, o da benimle beraber kalmak için karar verebilirdi. Peki ne yapacaktım? Tehlikeye atılmasına hiçbir şekilde razı olamazdım. Diğer taraftan ise meydana baskın olsa ve beni Şule’nin yanında dövselerdi, bir daha onun yüzüne bakamazdım. Ya da aksine, Şule’yi benim yanımda dövüp ona hakaret etselerdi ne yapardım?
Aniden:
–Gidelim buradan!
Şule bunu beklemiyordu. Şaşkın bir hâlde:
“Sahi mi?” diyerek şaşkınlığını gizleyemedi sonra kendisini toparladı. Biz mahellenin öbür çıkışına, Nizami Sokağına doğru yürüdük. Mahalleden çıkınca yolun kenarında yüzümü meydana doğru dönerek durdum. Yüreğimden geçenleri, Şule’nin dili ifade etti:
–Yazık olacak millete. Belki de herkes ne olacağını biliyor. Ama hiç kimse orayı terk etmeyi gururuna yediremiyor.
Bence meydanı gönüllü boşaltmak Karabağ’ın işgâline razı olmak demektir. Ayrılmanın vakti gelmişdi. Yüzüne bakarak:
–Seni evinize nasıl bırakayım?
–Bize gelmiyor musun?
Tam bu sırada karşımızda bir taksi durdu. Yaşlı bir adam kullanıyordu. Arka koltuktada da bir kadın oturmuştu. Pencereden başını çıkararak heyecanlı bir sesle:
–Ay kurban olayım size, burda niye durumuşsunuz? Bu gece katliam olacak. Sokağa çıkma yasağı başlamadan evinize gidin12. Yirmi dakika sonra ortalık karışacak.
Başka zaman olsa hiç şüphesiz ki, bu hareketimden Şule şüphelenirdi. Ama şimdi beni iki şey düşündürüyordu: Bu tehlikeyi Şule’den uzaklaştırmak ve meydana dönmek için arabaya bindik. Arkadaki müşteri buna itiraz etmedi. Aksine bizim tehlikeden kurtulmuş olmamıza çok seviniyordu. Üç dakika sonra Şule’yi “Nizami” Tiyatrosu’nun arkasında bıraktım. Biraz sonra ise öteki müşteri indi. Sürücüye “Bakü AVM’si yanına sür, orada kalıyorum,” dedim. Taksici gaza bastı. Saat 23:50’de Şule ile görüştüğümüz yerde taksiden indim. Vedalaşıp kapıyı örtünce, şoförün sesi duyuldu:
–Annene, babana yazıktır. Taşı eteğinden dök, seni buradan götürmeme izin ver.
Şoförün sözünü dinlemeyerek meydana doğru yürüdüm. Demir kalkanları elinde meydana doğru duran askerler girişi kesmişlerdi. Yirmi ila otuz metre kenardan giderek iki askerin arasından meydana doğru kendimi attım. Askerlerden birisi tökezleyip yere düştü. Onların dikkati meydana doğru olduğu için arkadan gelecek hamleyi beklemiyorlardı.
Artık kimse beni durduramazdı, meydana girmiştim. Büyük ihtimalle meydana son giren bendim. Kalabalığa girdim ve sahneye doğru yürümeye başladım. Meydanda, önceki geceye kıyasla daha az insan vardı. Belki de, askerler çemberi yavaş yavaş daraltmağa başladıkları için sayı az görünüyordu…
Sakin bir geceydi. Meydanı boşaltmak için arada bir anonslar yapılıyordu. Mitingin organize komitesinin önemli bir kısmı yoktu. Bu sessizliği sabaha doğru tankların gürültüsü bozdu. Ben standlarda duruyordum. Bu gürültü beklenen katliamın ilk işaretleriydi. Herkes alaca karanlıkta ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sık sık duvara çakılmış gerbiye13 tutunarak kendimi biraz daha yukarı çekip etrafa bakıyordum ama bir şey anlayamamıştım. Aniden dört bir yandan güçlü projektörlerin ışıkları yandı. Ben bu tür sahneleri yalnızca Sovyet-Alman savaş filmlerinde görmüştüm. Daha doğrusu faşistlerin esir kamplarında СКАЧАТЬ
12
17 Kasım’da sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Gece saat 24:00’den sabah saat 06:00’ya kadar yasak vardı.
13
Gerbi: Sovyet döneminde şehirlere verilen resmi nişan, logo.