Название: Azatlık Türküsü
Автор: Sabir Şahtahtı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-50-8
isbn:
–Yani özgürlük için canımızdan geçmek.
Çocukluk anılarım bana yardımcı oldu. Hatırladım ki bu köyde gizlice Muharrem ayına ait törenler yapıldığı zaman, kadınlar sinelerine vurarak “İmam Hüseyin’in şehadeti!” diyorlardı. Ben, vatanım için her şeye hazırdım ama şehit olmak istemiyordum. Çünkü Şule vardı! Ben ölseydim o nasıl olacaktı? Bir an içim titredi. Hamit konuşkan biriydi. Benim ona kulak vermediğimi görünce başka birini bularak onunla konuşmaya başladı. O gençten duyduğu sözleri kendi düşüncesiymiş gibi cesurca konuşuyordu. Hamit’in meşgul olduğunu görünce bu fırsatı değerlendirip oradan ayrıldım. Yalnız kalmak istiyordum.
Kendim hakkında karar vermiştim: Bir daha miting alanındaki sahneye çıkmayacaktım. Mitinglere gelecek ve iki gecede bir, nöbete kalacaktım. Standların sol tarafında merdivenlerin yanında durdum. Çok tuhaf bir seçim karşısında kalmıştım: Ya Şule’den vazgeçmeliydim ya da sahneyi ondan korumalıydım. Sovyet askerlerinin meydanı boşaltacağı kesindi. Şule hakkında acele bir karar vermezsem onu kaybedebilirdim. Sonra onu nereden bulacaktım. O isterse beni bulabilirdi ama ben bulamazdım… Bu düşünceleri aklımdan geçirerek beş günü bitirdim.
Arada bir son sahnenin basamağına çıkarak hasretle miting alanına bakıyordum. Şule ortalarda görünmüyordu. Belki de ben olmadan merdivenlere çıkmasına izin verilmiyordu. İçimde müthiş bir ümitsizlik vardı. Başlamakta olan aşkımı yitirmiştim.
Diğer taraftan sahneye rahatlıkla girip çıkan Şahve şimdi sıradan birisi olmuştu. Miting alanının etrafında tanımadığım adamlar gezmeye başlamıştı. Böyle giderse yakında istesem bile sahneye çıkamayacaktım.
Şule olmadan geçen altıncı günün akşamı mitingten yurda döndüm. Aslında, ne kadar yorgun olduğumu sözle anlatamam. Ne yalan söyleyeyim, bir an önce yatmaktan başka bir düşüncem yoktu.
Ayaklarımı sürükleye sürükleye hükümet binasının yanına ulaşmıştım ki Şule ile yüz yüze geldik. Sanırım Allah halime acımıştı. Çünkü bir müddet daha Şule’yi görmeseydim deli olacaktım sanki. Onunla yüz yüze konuşmadan duruyorduk. Samimi bakışlarında “Neler oluyor?” der gibi bir hali vardı. Benim ise yüreğimde tek bir şey vardı: “Şule’nin KGB ile ilişkisi olmaz!” diye düşünüyordum. Üstelik KGB gibi bir kurumda görevli birinin görevini bilmiyordum ki… Bir süre konuşmadan durduk. Benim beklediğimi görünce sessizliği Şule bozdu:
–Şahve, insan bu kadar da bekletilmez ki… Yüreğimin patlayacağını hiç düşünmüyor musun, konuşsana?
Zincir gibi art arda dizilen sorulara tek bir kelime ile cevap verdim:
–Hastalanmıştım.
–Ben sana hem gece hem de gündüz nöbete kalma demiştim!
Yüzündeki ifadeden bana inanmadığını anlamıştım. Yine de yalan söylediğimi yüzüme vurmadı. Yanıma gelerek kolumdan tuttu:
–Ben o kadar da aciz değilim. Bazı kararları alırken beni de düşün lütfen.
Ona inanıyordum. Onun sözlerini anlamamazlıktan gelemezdim. Zorla gülümseyip meydana doğru döndüm. O ise yerinden kıpırdamıyordu:
–Senin yatakhaneye gittiğini sanıyordum.
–Gitmesem de bir şey olmaz.
–Hayır, gitsen iyi olur! Git, dinlen. Şimdiden randevulaşalım, yarın saat kaçta dersen seni beklerim. Çok yorgun görünüyorsun.
–Seni gördüm, yorgunluğum geçti.
Sözlerimden hoşlanmıştı. Onu meydana doğru çektim. Yanıbaşımızdaki araba yolunu geçtik. Hayal alemine dalmıştım. Şule bir kedi gibi bana sokulmuştu. Biraz gittikten sonra:
–İstersen miting alanına gidelim, dedim.
Yüzüme bakıp gülümseyerek:
–Ben miting alanına senin için geliyordum. Sen buradaysan benim orada ne işim var?
Bu sözleri o kadar inanarak ve kesin olarak söylemişti ki onun samimiyetine inanmamak mümkün değildi. Kendimize ıssız bir yer bulup, durduk. Birisi uzaklardan “vatan” şiirleri okuyordu. Biraz sessiz kaldıktan sonra Şule yine sessizliği bozdu:
–Çantamda epeyce para var. Babam gönderdi. Bunu yerine yetiştirmek lazımdır. Kaç gündür çantamda getirip, geri götürüyorum. Bunları sen götürür müsün?
Burada durup, gözlerimin içine baktı:
–Gelecek misin? Beni bekletmezsin değil mi?
Bir an karar verememiştim. Benim tereddüt ettiğimi görünce kulağıma fısıldayarak:
–Sana kendimden daha fazla güveniyorum. Bunda ne var? Parayı yerine teslim et ve geri gel.
–Birlikte gideceğiz, diyerek kolundan tutup çektim.
Şule aceleyle çantasındaki beze sarılı kalın para destesini kapalı bir şekilde bana uzattı. İlerledikçe kalabalık arttığı için yürümek zorlaşıyordu. Şule birden durarak beni geriye doğru çekti. Ne olduğunu anlamak için ona baktım. Bir şey demek istiyordu ama gözlerini ileride bir noktaya dikmiş bakıyordu. Başımı ona doğru eğince:
–Şahve, o sondan ikinci merdivende duran esmer genç var ya, senden ayrıldığımız günün ertesinde beni burada durdurup bir sürü konuştu. Seninle ilgili çok ilginç şeyler anlattı. Söylediklerinin hiçbirine inanmadım ama merakımdan dinledim.
–Ne dedi?
–Sonra söylerim. Şimdi parayı teslim et ve gel. Bence bizi bir arada görmezse daha iyi olacak.
Dikkatle gence baktım. Bu adam Şule hakkında konuşup yüreğimi bulandıran insan değildi. Demek ki onlar çoktular.
Şule’nin bileğini bırakmamıştım. Onu çeke çeke sahnenin öbür girişine doğru götürdüm. Yukarı çıkmak zor olmadı. Paranın olduğu bezi mikrofonun yakınındaki sandığa koyarak yerini Hüseyin Oruçov’a gösterdim. Hüseyin Bey benim burada en güvendiğim adamdı.
On dakika sonra Şule ile birlikte askerlerin kuşatmasından çıkıp Bulvar’a doğru yürüdük. Her ikimiz de meydanın daimi sakini sayılırdık. Önümüzde bizi pençelerine alacak zorlu bir ayrılığı hissetmiş gibi birbirimizden ayrılmak istemiyorduk.
İnşaat Mühendisliği Enstitüsü’nün öğrencileriydik. O, Mimarlık Fakültesi’ndeydi ben ise inşaat mühendisliği bölümünde okuyordum. Ben Petrol ve Kimya Enstitüsü’ndeki yurtta kalıyordum. İlk kez birbirimizi böyle yakından tanıyorduk. Benim bir yetim olmam, kimsesizliğim onu çok üzdü. Dikkatle yüreğimin derinliklerindeki kederli notalara kulak veriyor, beni anlamaya çalışıyordu. Çünkü o aynı zamanda bir müzisyendi.
İyi keman ve piyano çaldığını ve iyi bir resssam olduğunu söylüyordu ama ben onu ne bir müzik aletini çalarken ne de resim yaparken görmüştüm. СКАЧАТЬ