Название: Azatlık Türküsü
Автор: Sabir Şahtahtı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-50-8
isbn:
Ne bağırıyordu ne de fiziksel şiddet kullanıyordu. Azerbaycan dilini bilmediği için tercüman kullanıyordu. Benimle doğrudan Rusça konuşuyordu ama yine de onun yanında bir tercüman vardı. Mitingin düzenleyicileri, anti-Sovyet sloganları, toplanan paranın akibeti ve silahlı milis gücünün oluşturulması konularıyla ilgileniyordu. Tatmin olmadığı cevaplara rağmen, bu mitinglerin doğal üyelerinden biri olduğumu, aynı zamanda bu mitinglerin en faal üyelerinden biri olduğumu da zaten anlamıştı. Sorgulama süreci, ekmeğin içinde gönderilen “ksiva”daki bilgilerle örtüşüyordu. Ben de mektupta söylendiği gibi açık vermiyordum.
13 Mart’ta ilk defa bir Azerbaycanlı hakim beni sorguladı. Azerbaycan dilini iyi bilmiyordu. İlk görüşmede, kendisinden bile şüphe duyan milis giyimli bu adam tehdit ve korku ile istediği cevapları almak istiyordu. Üç ayı geride bıraktığım hapis hayatı, benden bu tür korkuları uzaklaştırmıştı. Bu süre zarfında dövülmekten başka tüm baskıları görmüştüm. Zaten meydandayken dört defa kuvvetli darbelerle cop yemiştim. Sorgulamanın ikinci gününde, Azerbaycanlı hakim bana:
–Sorularıma benim istediğim gibi cevap verirsen, seni derhal özgür bırakacağım, dedi.
Benden önce Azerbaycanlı hakimler tarafından sorgulanan koğuş arkadaşlarımın dediklerinden yola çıkarak ne soracağını tahmin ediyordum. O nedenle acı bir tebessümle isteksizce sordum:
–Hangi konularda?
–Haydar Aliyev’in emirleri size nasıl ulaştırıldı? Çadırlara uyuşturucu maddelerini kim getiriyordu? Toplanan paraları kimler yerine ulaştırıyordu?
–Size bir soru sorabilir miyim? Samimi bir cevap verirseniz ve bizi ikna edebilirseniz söz veriyorum sorularınıza sizin istediğiniz cevapları yazıp imzalayacağım, diyerek gözlerinin içine baktım.
Hakim pek memnun olmasa da başı ile bana onay verdi.
Kinayeli bir sesle:
–Sayın Hakim Bey, bu sorulara sizi memnun eden cevaplar verirsem Ermeniler Karabağ’da hak iddia etmekten vazgeçecekler mi?
Hakimin yüzü kızardı, sinirle ayağa kalkıp:
–Kes sesini, nankör isyancı!
Sanki içinden bana tokat atmak da geçiyordu. O ayağa kalkınca ben de kalktım. Ellerimi aşağı uzatarak birbirinin üstüne koydum. Sorum onu asabileştirmişti. Fikirlerini açıkça ifade edemiyor, bağırıp çağırıyordu. Bağırarak söylediği karışık cümlelerden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Ağızdan çıkan tükürükler suratıma sıçrasa da temkinli bir şekilde yerimden kıpırdamıyordum. Çok geçmeden, biraz sakinleşti. Yerine geçip oturdu. Bu defa daha sakin ama hızlı hızlı nefes alıp vererek:
–Koğuşta ağız birliği yapıp, kanunu korumakla görevli emekçilere karşı saygısızlık yapıyorsunuz. Bugün enstitüden kovulman için bir rapor göndereceğim. Resmî bir yazı ile hepinizi tek kişilik hücrelere koyduracağım.
Aslında onun bu tehditleri beni korkutmadı. Tabii ki, tek kişilik hücrelerde kalmanın sıkıcı, üzücü ve zor olduğunu burada duymuştum. Mantıken de böyleydi. Ancak hakimin söylediği gibi koğuşta hangi soruya hangi cevabı vereceğimizi tartışmıyorduk.
Gelen haberlere göre, ülkedeki durum gittikçe karmaşıklaşıyordu. Ermeniler iyice azmışlardı. Bu nedenle iktidarın bizi daha fazla burada tutamayacağını biliyorduk. Çünkü fabrikalarda, diğer devlet kurumlarında ve yüksek öğrenim kurumlarında kurulan grev komiteleri 5 Aralık’ta tutuklananların serbest bırakılmasını istiyordu.
1 Nisan’da beklenmedik bir şekilde beni özgür bıraktılar. Aleyhimde açılan cinayet davasını durdurmadan beni serbest bıraktılar. Ülkenin her tarafında mitingler vardı. Dört kişiyle beraber hapishaneden çıktık. Benden başka herkesin karşılayanı vardı. Şule’nin beni karşılamaya gelmemesine biraz üzülmüştüm. Aynı gün hapishaneye ziyarete gelen tutuklu arkadaşlarımdan birinin kardeşi ile beraber ben de Bakü’ye döndüm. “Juguli” marka arabanın içinde bohçaya sarılı erzaktan kahvaltımızı da yapmıştık. Beni Azneft Meydanı’na bıraktılar. Bir daha o arkadaşlardan hiçbirini göremedim. Orada bir taksiye bindim ve direkt yurda gittim.
Yol boyunca kendimi Sovyet sinemasındaki kahramanlar gibi sanıyordum. Hayalen kendimi “Seher” filminde devrimci Aslan’a benzetiyordum. Ve ben de Aslan gibi yüksek sesle şarkı söylemek istiyordum: Benim adım Şahve’dir, herkes bilsin bunu!.. Ancak Aslan’ın neden Bolşevik olduğuna üzülüyordum. Bu kadar cesur bir kahramanın millî iradesi olmalıydı. İçimden beni öldüreceklerini, böylece milyonlarca kişinin meydanlara geleceğini, insanların tabutumu omuzlarında sokak sokak gezdireceklerini düşünüyordum. Öldürüldüğüm için yeni bir meydan hareketi başlayacak, herkes benimle ilgili konuşacaktı. Ancak ben bütün bunları görebilecektim.
Yatakhanede çiçekle, gülle karşılanacağımı düşünüyordum. Beklediğimin tam tersi oldu. Öğrencilerin girdiği yurt kapısında taksiden inmeden önce biraz durup etrafta kimlerin olduğuna baktım. Karşıdan gelen iki üç kişiyi tanımıştım. Ellerinde kağıt erzak torbaları ile marketten geldikleri belliydi. Aşağıya indiğimde içlerinden bir tanesi beni tanıdı. Arkadaşlarına bir şeyler söyledi. Önce biraz duraksadılar. Benim için durduklarını düşünüp sevindim ama yanımdan geçip gittiklerinde bedenimden soğuk bir şey süzüldü.
Tutuklandığım zaman yurttaki odanın anahtarını atmıştım. Kendi kendimi ve arkadaşlarımı tehlikeye atmamak için bunu yapmıştım ama odanın kapısının önünde durduğumda yanlış yaptığımı anladım. Boş yere anahtarları atmıştım. Şimdi içeriye nasıl girecektim?
Odamızın kapısı kapalıydı. Kapıyı bir iki kez yavaşça çaldım ama kimse açmadı. Koridorun öbür başında mutfak vardı. Oraya gittim ve beklemeye başladım. Aksi gibi odadan kimse çıkmıyordu. Yarım saat içinde yarım kutu sigara içmiştim. Hâlâ bedava sigaraları içiyordum. Meydandan sonra hapishane hayatımda da böyle olmuştu. Ancak hapishaneden çıkarken bu bedava sigaralardan dört paket alıp geri kalanını kapalı cezaevine göndermiştim. Yeni bir sigara yakmak istediğimde odanın kapısı açıldı. Dışarı çıkan Hamit’ti. Demek ki öyle derin uyumuştu ki benim kapıyı çaldığımı duymamıştı. Yanımdan geçip tuvalete giderken hālā yarı uykulu bir hâlde beni fark etmedi. Geri döndüğünde beni yatağın üstünde görünce şaşkınlıktan bağırdı.
…Cephe20 liderleri radikal ve liberal olarak iki kanada bölünmüştü. Öğrenciler de bu ayrışmanın kurbanı olmuşlardı. Siyasi cehalet son haddindeydi. Herkes, bir ağızdan duyduğu ancak tamamıyla anlamadığı kayıtsız düşüncelerle konuşmaya dahil olmuştu. Nedense hapishaneden sonra yurtta ve üniversitede özel bir nüfuza sahip olacağımı düşünüyordum. Şaka değil, soğuk duvarlar arasında dört ay ceza çekmiştim. Fakat söz sahibi, hapishanede tutuklu olan ben değildim. Tutuklu kaldığım sürede ayrı ayrı grupları temsil eden ve reklamlarını yapan kişilerin sözleri geçiyordu.
Koğuşta geçirdiğim uykusuz gecelerde, yurt odasına vardığımda, Fatma Hala’dan temiz çarşaflar alıp yumuşak yatağımda bir hafta boyunca uyumayı düşünüyordum. Tam tersi oldu. O gece uyuyamadım. СКАЧАТЬ
20
Cephe: Azerbaycan Halk Cephesi teşkilat