Azatlık Türküsü. Sabir Şahtahtı
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Azatlık Türküsü - Sabir Şahtahtı страница 11

Название: Azatlık Türküsü

Автор: Sabir Şahtahtı

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-50-8

isbn:

СКАЧАТЬ şekilde yaralanmıştı. Sonuncu yaralanma nedeniyle üç ay komada kaldı. Komadan çıktığında Düşenbe Askeri Hastanesi’ndeydi. Altı ay boyunca tedavi gördükten sonra, emekliye ayırmışlardı. Dediğine göre vatan uğranda gösterdiği kahramanlık nedeniyle madalya almıştı.

      Körpe ile iyi sohbet ediyorlardı. Koğuşun bir köşesinde saatlerce konuşuyorlardı ancak kimse onların ne konuştuklarını bilmiyordu. Onları sanki kan bağları birbirine çekiyordu.

      Ben yatakta uzanırken Körpe genellikle yatağın aşağısında oturur, dizlerini kucaklardı. Sağ bacağında diz kapağının üstünde üstü siyah kıllı, büyük beni vardı. Ferec Dayı ise o kadar utangaçtı ki, onu hiç kimse kısa kollu gömlekle veya çorapsız görmemişti. Giyinirken kimse görmesin diye koğuşta herkesten erken kalkar herkesten geç yatardı.

      Körpe tahliye olduktan iki gün sonra Ferec Dayı hastalandı. Ateşi o kadar yükselmişti ki sürekli sayıklıyordu. Günde iki defa iğne yapılmasına rağmen ateşi düşmüyordu. Sonunda halk arasında yaygın olan tedavi usullerine baş vurduk. Ferec Dayı’nın yeri pencerenin önünde olduğu için onu daha ortada olan benim yatağıma taşıdık. Ben de Körpe’nin oturduğu yerde oturdum. Aniden onun bacağında aynı yerde, aynı büyüklükte aynı ölçüdeki beni gördüm. Şaşırmıştım. İçimden: ”Bu ne sırdır Allah’ım!” diye geçirdim.

      Akşama doğru Ferec Dayı biraz daha iyi olmuştu. Bir kağıt kalem alıp herkesin adını ve doğum tarihini yazdı. Böylece önceden herkesin doğum gününü bilip hazırlık yapacaktık. Aralık ve ocak aylarında bu doğum günlerinin dördünü kutlayacaktık. Benim ismim de bu sıraya giriyordu ama ben Şule’den ayrı doğum günü kutlamak istemiyordum. Bu nedenle doğum günüm olarak 25 Ağustos gününü belirttim. Ancak hapishanede hiçbir sır gizli kalmazdı.

      Doğum günümün tesadüfen öğrenileceğini düşündüğümden, Damet’ten bunun gizli kalmasını rica ettim. Hapishanenin yazılı olmayan kurallarına göre, doğum tarihimi neden gizlediğimi açıklamak zorunda değildim. Bu işi para hallederdi. Damet’e biraz harçlık verip diğer boş boğazları da susturmasını isteyince her şey yoluna girdi…

      Doğum günümde hem Şule’den hem de yurttan bol miktarda yiyecek gelmişti. Öğrenci arkadaşlarımın gönderdikleri hediyeleri tek tek kontrol edip Ferec’e verdim. Herhangi bir tebrik mesajı yoktu ama gelen hediyelerin içindeki doğum günü pastası soframızın süsü oldu.

      Hapishaneye girmeden önce Bayıl’ın nasıl bir yer olduğunu hayal etmek zordur. Burası hasret yuvasıdır. Bayıl dediğimde genellikle hapishane hayatı gözlerimin önüne gelir. Meydanda tutuklananlardan farklı olarak adi suçlardan yakalanmış olanlara tamamen farklı bir davranış vardı. Bazen bu mahkumları öylesine dövüyorlardı ki onlar, haftalarca acıdan kıvranıyordu. Koğuşun gözü önünde birçok dayağa şahit olduk. Bizi ise ne döven vardı ne de söven…

      Bu yüzden kendimi diğer mahkumlarla karşılaştırmak istemiyordum ama yine de hapishanedeydim. Koğuşun yönetilmesinde kesin bir adalet sağlamıştım. Bize gelen para, hediye ve sigaralardan kapalı bölüme ve diğer hapishanelere belli bir pay gönderiyorduk. Onlar da bize el işi hediyeler gönderiyorlardı. Bir gün, 6. koğuştan bir tesbih aldım. Onu verirken Damet yavaşça fısıldadı:

      –Kitabı iyi oku!

      Bu gecelerde sabaha kadar uyuyamadım. “Ne kitabı, hangi kitap, bu adam ne demek istiyordu?” gibi sorular bana huzur vermiyordu. Gecenin bir yarısında zorla da olsa uyumak istedim. İpi kırılmasın diye elimdeki tesbihi yatağımın üst kısmında bir demir parçasına asmak için hafifce yan dönüp dikleştim. O sırada koğuşun zayıf ışığında tesbihin başındaki kitap figürünü gördüm. Tesbihi asmaktan vaz geçip elimde sağa sola çevirmeye başladım. Figürün tam ortasında bir çizgi vardı. Bu çizgi güzel görüntü vermek için yapılmış olabilirdi. Ancak içimden bir ses bu figürün kitap gibi iki parçaya açıldığını söylüyordu.

      Bu figürü açmak için sağa sola itmeye başladım. Ancak bir türlü açılmıyordu. Kafam öyle dalgındı ki Körpe’nin kafamın üstünde durduğunu farketmedim. “Ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sorunca aynı şekilde fısıltı ile: “Bir tane iğne bulabilir miyiz?” dedim. Yüzüme baktı hiçbir şey demeden geri dönüp yatağına doğru gitti. Ben gardiyanlardan para ile satın almayı düşünürken yanıma geri gelen Körpe’nin elinde bir iğne vardı. Gülümseyerek iğneyi bana uzattı. Şaşkınlıkla sordum:

      –Bu nereden çıktı?

      –Dün herkes yatarken telefon etmeye çıkmıştım.18 Üstten istedim, transit19 gönderdiler.

      –İğneyi ne yapacaksın? Terziliğe mi başlıyorsun?

      Körpe gülümsedi:

      –Bu dünyanın işini bilmek olur mu? diyerek hapishanede olduğumuza işaret etti. İğneyi alıp kitap figürünün yanındaki çizgiye sürmeye başladım. Biraz ileri gidince, iğnenin ucu takıldı. Biraz daha itince figürün ikiye bölündüğünü gördüm. Önce onun kırıldığını düşünüp üzüldüm ama elime düşen mektup ile duygularım değişti.

      Toplumun bizi nasıl kabul ettiğine bakmayarak toprak ve vatan duygusu hepimizindir. Demir kapı arkasında elimiz kolumuz bağlı olsa da sesimizi kesmedik. Miting günlerinde Bakü’de “Hırsızlığa dur!” dedik.

      Ben Körpe’ye çok güveniyordum. Okumak için mektubu ona verdim. Sevinçten gözleri büyümüştü. Mektubu okur okumaz şüpheli bakışlarla kapıya baktı. Kimsenin kendisine bakmadığından emin olunca mektubu ağzına atıp çiğnedi ve yuttu. İkimiz de çok mutlu olmuştuk. Dört duvar arasında vatan toprağının bütünlüğü mücadelesinde bir başka dayanışma mesajı almıştık.

      İki gün sonra Körpe bizimle birlikte yaşadığı hapishane hayatını bitirdi. Özgür olduktan sonra bizlere, haftada bir defa yirmi paket filitresiz “Astara” marka sigara gönderiyordu.

      ÖZGÜRLÜĞE GRAM GRAM KAVUŞTUM

      Hapishane hayatı çok zordu. Kimsenin buraya düşmesini asla istemezdim. Bazen, hapishanenin askerlik veya savaş gibi insanı sağlamlaştırdığını düşünüyordum. Yine de, hiçbiri diğerine benzemiyordu. Her birinin kendi felsefi ve maddi yapısı var. Şule’nin doğum gününü Salyan’daki (IEM) Yarı açık cezaevinde kutladım. Burası halk arasında “Xelec Hapishanesi” olarak bilinen bir cehennemdi. Burada en büyük sorun, susuzluk oldu. Mahpushaneye, yüksek kulelere yerleştirilen büyük tanklardan su veriliyordu. Aylarca kızgın güneş ışığına maruz kalmış olan bu su, tadını yitiren ve aslında bir hastalık kaynağıydı. Suyun bayat oluşu kokusundan belli oluyordu. Başka yerden tankerlerle getirilen su, yıllardır bekleyen suyun üstüne boşaltılıyordu. Bu nedenle bu suyun kaynatılmadan içilmesine hiçbir zaman izin verilmiyordu.

      Damet Dayı’nın yaptığı “güzel” hediyesini de Bayıl’dan gelirken yanımda getirmiştim. Kimden geldiğini bilmediğim yalnız Şulelerin gönderdiğini tahmin ettiğim hediyeleşme ve haberleşme burada da İslam adındaki gardiyanla devam ediyordu. 20 Şubat’ta sayım işlemi bitirdikten sonra gardiyan İslam’ı yanıma çağırarak:

      –Bunu ona verir misin?

      Sözlerimde СКАЧАТЬ



<p>18</p>

Koğuşlar arasında pencereden konuşmak.

<p>19</p>

Transit: Kanalizasyon ile selefona sarılıp iple gönderilen küçük paketler.