Tımarhane. Sultan Raev
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tımarhane - Sultan Raev страница 9

Название: Tımarhane

Автор: Sultan Raev

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-64-5

isbn:

СКАЧАТЬ üzerine çökmüşken monoloğu da sona erdi. Bir anda cehennem işkencesinden kurtulmuş gibi yere düştü. Yerde ölü gibi yüzükoyun yatıyordu.

      Tais Afinskaya:

      – Aferin! Bravo! Güzel, diye alay etti.

      Yerde kendinden geçmiş bir halde ara sıra sayıklayan Lir’in yanına gelip eteğini kaldırarak yellendikten sonra “Al sana gazlı parfüm!” deyip salına salına oradan uzaklaştı.

      O gün gerçekten de güneş tutulması olmuştu.

      Kleopatra ve Kozuçak başını İmparator’a yaslayarak oturuyorlardı. İmparator ise sonu bilinmeyen düşüncelere dalmış uzaklara yol alıyordu.

      “Ne de olsa gelecekti.” sanki bunları önceden tahmin etmiş, önceden öğrenmiş gibiydi. Sanki bu cümleyi söylemek için hayatı boyunca hazırlığını yapmış gibi hissediyordu. Ne diyebilir ki? Er ya da geç hayat günün birinde sona erecekti. Bunun da zamanı gelecekti.

      Yıllardır beklediği şey bu muydu? Ya da yılanın gelmesini o mu böyle anlamlandırmıştı? Anlayamıyordu. İmparator çok bıkkındı. Gözlerini bir anlığına kapattığında bile yılanı görüyordu. Yıllar önce bir falcı kadın İmparator’a: “Ölüm nedenin yılan olacak!” demişti. Bu iki çift laf kafasında takılıp kaldığı için bir yılan resmi İmparator’u hayatı boyunca rahat bırakmıyordu. Lânet olsun! Yılanın gelmesi ona ölümün kaçınılmaz olduğunu, her şeyin bir sonu olduğunu hatırlattı.

      Kutsal Topraklar’ın nerede olduğunu bilmemesine rağmen İmparator’un tımarhaneden kaçmasının tek bir nedeni vardı. Kendi cesedinin bu pis kokulu deliler zindanında kalmasını istemiyordu, hoş ıssız bir yerde, hoş vahşi bir çölde. Öyle de olurdu. Ama kaçtığı tımarhanede değil. İmparator her zaman kutsal toprakların var olduğunu, orada insanların günahlarından arındığını ve sonra bu dünyadan ayrıldıkları hayallerine dalıp gidiyordu. Onun peşine düşen delilerin de tek istediklerinin saf bir ruhla ölmek olduğunu şimdi anladı. Ama kendi eceliyle ölmek isteği de vardı bunun yanında. Niçin ölümüne yılanın zehri neden olsundu ki? Tanrı neden böyle istemişti? Kaderi böyle miydi? Böyle karmaşık düşünceler İmparator’u boğuyordu.

      Hayatı gözlerinin önünden hızlı bir şekilde akıp geçti. Bu düşüncelerin derinliği gittikçe acısını da derinleştiriyordu. Gene aynı sakin karanlığa, içinden çıkılması zor olan bilinmezliğe batıyordu.

      Şimdi anıları sanki bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Nedense bir türlü hatırlayamadı. Nereden başladığını hatırlayamadı.

      İMPARATOR

      Hatırlayamadı… Hiçbir şey hatırlayamadı.

      Bir yumruk kadar olan, ona sürekli acı çektiren bu beyin gerçekten İmparatorun muydu? Yoksa onu akşam birisi geldi de kafasına mı yerleştirmişti? İçini huzursuz eden düşüncelere dayanamadan kafasını cansız elleriyle tutarak aynaya doğru eğildi. Ama ateş gibi yanan gözlerinden başka bir şeyi göremedi. Karanlık bir uçurumun kenarında korkuyla duran bir kurdun gözleri gibi parlıyordu. Bu gözlerin onun olduğunu anlayınca içini bir korku sardı. Gözlerini tanıyamadı. Damarları iyice kabarmış, bembeyaz kesilmiş elleriyle aynanın üzerini kapadı. Ama ayna o kadar soğuktu ki bir buz kalıbını tuttuğunu düşündü. Bu eller de sanki ona ait değil başka bir ölünün elleri gibiydi. Ne olduğunu, kendisi de anlamıyordu. Karanlığa isyan ediyormuş gibi odaya giren cılız ışık İmparator’un ilgisini çekti. Karanlık ve gizemli bir dünyadaymış gibi hissetti kendini.

      Nasıl olup da bu duruma düştüğünü hatırlayamıyordu. Uzaktan mı yoksa yakından mı geliyor belli değildi ama sanki şıp şıp diye kapanmamış bir musluktan damlayan suyun sesini duyuyordu. Biraz sonra o ses de duyulmaz oldu, ses belki de dinmemişti ama artık kulakları bu sesi duymuyordu. Odada yine mezar sessizliği hâkimdi.

      Bilinmeyen bir güç İmparator’a emirler veriyordu. Bu sefer de az önce gelen sesi dinlemesini emretmişti. Beyninden gelen emirleri yapamıyordu. Artık bilinmeyen güce büsbütün boyun eğmişti.

      Sanki beyninin içinde kendinden olmayan başka bir şey dolaşıyordu. Bilinmeyen güce ruhunu, var olan her şeyini teslim etmiş gibi: “Hepimiz mahvolduk.” dedi. Ölmek istemiyordu. İnsanın yalnızlıktan ölmesi mümkün değildi. Ölümle ilgili düşüncelerini kendinden uzak tutmaya çalışıyordu. Ama buradaki hava da karanlık da aklına ölümü getiriyordu. Bugün İmparator, ölümün karşısında güçsüz olduğunu anladı. Ağladı. Gözyaşlarıyla birlikte gelen yel sanki ona soru soruyordu. “Sen kimsin?” diyordu. Cevap veremeyince yine o kahrolası su damlalarının sesi gelmeye başlıyordu. Damlalar yere değil de beynine damlıyormuş gibiydi. Acı içindeydi. “Ahir zaman suyla birlikte gelecek.” dedi, gerçi dünyanın sonunun ne zaman geleceğini kendisi de bilmiyordu. “İnsanı bu kuraklıkta su öldürecek.” dedi. Bunu kimin söylediğini bilmiyor, kendisi mi yoksa içindeki o bilinmeyen güç mü? İnsanı kudretli su öldürecek, cesedini de alacak. Ya da karanlık ve yalnızlık öldürecek. Böyle bir fikir erimiş sıcak kurşun gibi durmadan beynini sarıyordu. Sudan da karanlıktan da güçlü, gönlünün yarasına dokunan yalnızlık, isteyip istemediğine bakmadan içine düşmüş bir solucan gibi canını acıtıyor, zorluk çektiriyor, dayanılmaz acılara sokarak onu öldürmeye çalışıyordu.

      Bu dayanılmaz düşünceler bir rüzgâr gibi her tarafı sarmıştı. Musluktan damlayan suyun sebep olduğu hayallerle bambaşka bir dünyaya gitmişken kendine gelince damlayan suyu yeniden düşünmeye başladı. Her şeyi kudretiyle kapsamış bir ölüm gibi gelen karanlığa aydınlık da boyun eğmişti sanki. Bu dünyada yapayalnız, tek başına, öksüz kalmış gibi hissediyorken İmparator titreyerek ağlamaya başladı.

      Uzun uzun ağladı. Kendi ağlamasını kendisi durduramıyordu, nihayet aynanın olduğu tarafa yöneldi, kendisini görmek istedi. İşte ayna şimdi tam karşısındaydı. İmparator hızla nefes alıp veriyordu, buz gibi olan aynanın üzeri buğulandı. Aynanın buzu erimeye başlayınca kendisini göreceği için sevindi.

      Yıllardır kimseyle konuşmamıştı, belki de bu yalnızlıkta aynanın karşısında da olsa kendi kendiyle konuşmak ona iyi gelebilirdi. Yüzünü aynaya yaklaştırdı. Nefes alıp verdikçe aynanın üzeri buğulandı ve bu buğu küçük çiğ damlaları halini almaya başladı. Ama aynaya iyice bakınca içindeki umut aniden yerini üzüntüye bıraktı. Aynada “Kendimi göreceğim.” derken karanlıktan hiçbir şeyi göremedi.

      İmparator’a göre dünyada bütün insanlık, bütün canlılar ölmüştü, sadece kendisi kalmıştı. Ama kendisini aynada göremeyince görme isteği daha da arttı. Tanrı bu adamı niye bu kadar acımasızca cezalandırıyor? Sessizlik uzayınca kendini ölmüş zannetti. Fakat gözlerinden akan yaşlar, ona hâlâ hayatta olduğunu hissettiriyordu. Gözlerinden akan yaş damlalarından birkaçını yere düşürmeden güçsüz ve bembeyaz kesilmiş elleriyle yakalayıp ağzına götürdü, susuzluktan içi yanıyordu. Elindeki iki damla gözyaşını aceleyle yalayıverdi. Tuzlu gözyaşları susuzluğunu daha da arttırdı. Az önce insanı su öldürecek demişti ama şu an içecek iki yudum su bile bulamıyordu. Yeniden aynanın karşısına geçip içindeki sıcak hava ile aynanın yüzünü yaladı. Aynanın yüzü yapış yapıştı, tadı gece boyu yanında kalmış çırılçıplak kadının vücudundaki teri hatırlattı ona. Rüzgâr mı getirdi onun resmini kafasına ya da kaynağı СКАЧАТЬ