– Kapı kilitliydi, nasıl açtın? dedim.
– Sadece senin kapın değil, şimdi bana dünyanın bütün kapıları açık, diye neşeyle cevap verdi.
– Sen yoksa tımarhaneden mi kaçtın? diye sordum.
– Bu dünya zaten büyük bir tımarhanedir. Size kalsın! Ben bugün kaybolacağım, dedi yazar övünerek.
– İki adam geldi, seni arıyorlardı. Bütün evi altüst ettiler.
– Arıyorlar mıydı? Birisi uzun boylu, öbürünün de ön dişleri dağ sıçanına benziyordu değil mi, diye sordu yazar kahkahayla.
– Onlar şeytanın hizmetçileri. Şeytanın duasında kimler varsa bu kitabı asla okuyamayacak.
– Bu kitabı sen de okuyamayacaksın, sen de bir sokak kadınısın,diye bana aynadan bakıyormuş gibi konuşmaya başladı.
– Sana Tais Afinskaya dememin sebebi de buydu zaten. O da senin gibi iffetsiz kadınların sultanıydı. Büyük imparatorların metresiydi. Bu sürtük kadın uğruna bütün bir şehir yok edilmişti. Sen de ona benziyorsun. Kitabın kapağını açtığın zaman demir yolunda öldürmeye çalıştığın bebek, onun annesi ve kalp krizinden ölen kocan aklına geldi, değil mi?
Çok değişmişti. Tekrar görüştüğümüzde yine büyük bir haz alacağımızı düşünüyordum. Şimdi ise canımı sıkıp duruyordu.
– Sen benim kitabıma dokundun, pis ellerinle dokundun. Sana edilen beddualar tutar. Beynin kaynayacak, kan damarların sıvılaşacak. Dünyanın gelmiş geçmiş bütün fahişelerinin ruhları senin bedenini kapsayacak. Sonra da rahmine cin girecek ve sen kendini tutamaz hale geleceksin.
Sanki bir mahkeme kararı okuyordu.
– Biliyor musun dünya neden bozulur? Kötü rahimden, pis kokulu rahimden sadece kötü çocuk değil, onunla birlikte kötülük de doğar.
Aramızda bir süre sessizlik oldu. Bu sessizliği benim sorduğum soru bozdu.
– Sen kimsin? Peygamber misin yoksa evliya mısın? Kimsin?
Düşünceli bir halde pencereye doğru yürüdü. Çocuk gibi gülümseyip derin bir soluk aldıktan sonra kahverengi kapaklı kitabı eline aldı. Konuşmasına yavaşça başlamıştı, coşan deniz dalgaları gibi gitgide sesi yükseliyordu. Bunları yürekten mi söylüyordu, bilmiyorum. Rusça konuşuyordu.
– Üstüme bir ağırlık çöktü. Vücudum kaskatı kesilmişti, her taraftan sıkıyordu. Beni kömür torbasının karanlık bir deliğine çekiyordu. Dayanılmaz bir şangırtı sesi duydum. Aniden karanlık dağılmaya başladı. Işık göründü. Ben aydınlık bir tünelin içinde uçuyordum. Şangırtı sesi şarkıya döndü. Kendimi aşağıda hastane yatağında buldum. Doktor bana eğildi ve çarşafla yüzümü kapattı. Ben alışık olmadığım bambaşka şeyleri hissetmeye başladım. Barış, huzur ve rahatlıktan başka hiçbir şey hissetmiyordum. Bütün endişelerimin kaybolduğunu fark ettim. Ne kadar iyi, sakin ve hiç acı yok diye düşündüm kendi kendime. Ben öldüğümü anlıyordum ve buna hiç üzülmüyordum. Sadece nereye gitmem gerektiğini bilemiyordum. Düşüncelerim ve zihnim hayatta olduğu gibi aynıydı. “Nereye gideceğim? Ne yapacağım? Allah’ım! Ben öldüm! Buna inanamıyorum!” hep bunları düşünüyordum. Geniş ve çok karanlık bir yerde hareket etmeye başladım. Bunu tarif etmem imkânsız. Çok karanlıktı.
Ve o anda ruhumun bedenimden nasıl ayrıldığını hissettim. Yataktan kayıp yere düştüm. Sonra yukarıya doğru yükselmeye başladım. Bu arada birkaç hemşirenin odaya koşarak girdiklerini gördüm. Lambanın arkasından doktoru ve hemşireleri izleyebiliyordum. Tavanda uçarken kendimi bir kâğıt parçasıymış gibi hissettim. Beni hayata döndürebilmek için ne kadar uğraştıklarını gördüm. Vücudum yatak üzerindeydi ve hepsi onun etrafında toplanmıştı. Göğsüme masaj yaptıklarını, ellerimi, ayaklarımı ovaladıklarını gördüm. “Bunlar niye endişeleniyorlar ki?” dedim. Çünkü kendimi çok iyi hissediyordum. En ufak bir ağrı duymuyordum. Sanki o beden benim değilmiş gibiydi.
Bir anda kendime acımaya başladım. Fakat tünelin sonundaki ışık görünmeye başladı. Orada beni uzun zaman önce ölmüş sevgilim bekliyordu. Ona bakıyordum, gizemli bir halde gülümsüyordu. Saniyeler içerisinde bütün hayatım gözlerimin önünden geçti. En ince detaylarıyla hayatımı tekrar yaşadım. Sanki hâlâ yaşıyormuşçasına geçmişte kalan kederler üzerine ağladım, mutlu anılarıma sevindim ama bir değişiklik vardı sanki. Sevgilim bana “Geri dön!” der gibi bir işaret yaptı. Hayatta yapmam gereken işleri daha tamamlamadığımı anladım ve geri döndüm. Gözümü açtığımda beyaz bir çarşaf gördüm. Bağırmak istedim ve inledim. Doktor şaşırarak yüzümdeki çarşafı kenara attı ve “O yaşıyor.” dedi. Evet, bu adam öldükten sonra tekrar dirildi! Bir an sustu. Kimsin? diye soruyorsun değil mi? Ben Peygamber de evliya da değilim. Ben öldükten sonra dirilmiş birisiyim. Ölümün ne olduğunu hissedip, o ölümün elinden tekrar dirilip bu kitabı getirdim. Bu kitap ölümsüzlüğün kitabı, bunu ben getirdim. Sözlerini de ben yazdım, en baştan yazdım. Şimdi ise herkes paniğe kapıldı ve bu kutsal kitabı arıyor. Hanlar da, imparatorlar da, cumhurbaşkanları da, krallar da, zenginler de, yoksullar da, şeytanlar da, cinler de… Hiçbirisi ölmek istemiyor, hepsi bu dünyayı yönetmek istiyor. Dünyayı tamahkârlık yönetiyor. İnsanlar çok aç. İktidarı, zenginliği, hizmeti, parayı, kadını, hayatı, mutluluğu, sevgiyi elde etmek uğruna birbirini yiyip bitirmeye razılar. Ama tamahkârlığın onları ölüme götüreceğini anlamıyorlar. Zaman çok değişti artık. Ölümün yüceliğini anlamıyorlar. Kendilerini Peygamberden de üstün görenler var. Tanrı insana hayat verdi, fakat kaderini değil. İnsanın kaderini Tanrı belirlemiyor. Fakat Tanrı, kendi şefkatinde yaratılmış insanın böyle bir kader yaşayacağını beklemiyordu. O, insana inanç verdi, sevgi verdi, umut verdi, hayat verdi… Kaderin sahibi insanın kendisidir! Ben bugünden itibaren yok olacağım, havada eriyip kaybolacağım. Ben dünyanın sırrını çözdüm, benden başka kimse çözemedi. Bundan sonra burada kalmam feci bir akıbete dönüşebilir. Dünyanın sırrını çözmüş birisi artık bu dünyada yaşayamaz. Bugün benim son günüm.”
Bu sözler tüylerimi diken diken etti. Alnım soğudu, kocaman bir yılan boynuma sarılmıştı sanki. O an ıstırap içinde geçirdiğim günler, gözyaşlarım, talihsiz hayatım gözümün önünden geçti. Bağıra çağıra ağlamak istedim. Elim ayağım titriyor boğazıma yumruk gibi bir şey oturmuş gibi yutkunamıyordum. Soğuk bir şey hissedince elimle boynumu kontrol ettim. Boynumu üç kat saran yılan, parmak kadar başını kaldırarak, parlak gözleriyle gözümün içine bakıyordu. Bakışlarıyla beni esir etti. Bir anda bütün ömrüm gözümün önünden geçti. Ben de ağlaya ağlaya gözyaşlarına boğuluyordum. Ama geçmişteki o tren olayını nedense göremedim.
O gün bir meteor düştü. Bu meteor Tanrı’nın verdiği ilk işaretti. Ahir zaman ateşin eşliğinde gelecekti. Yazar havada eriyip, gökte yıldız gibi kayboldu. İp gibi bana СКАЧАТЬ