– Heykel bize çok gerekli, Gilman Ağabey, – dedi Zöfer. – O halkı eğitmek için gerek. Başka da… şey… sizin makamınızı yüceltmek için… Kolhoz Nurihanov ismini taşıyor, çiftliğin başkanı da Nurihanov. Kim bilir, şimdilik köyde bir heykel olur sonra da…. – Şoför söyleyeceklerini bitirmedi, lakin Gilman’a yiğidin başka bir sözü gerekmiyordu. Gelecek meselesinde de doğru düşünüyor Zöfer. Bu sözler, köy halkının da ona hürmet ettiğini gösteriyor.
Şoförü aniden, onun düşüncesini böldü:
– Niye, Gilman Ağabey, başka kişilerden fazlası olan biri hizmet kahramanı mı oluyor yani? Bizim kolhoz, ilçede en önde geleni. İdare edebiliyorsunuz. Kahramanlar sülalesi demek bu.
Haber Nurihanov’un gönlüne kaymak gibi sürüldü. Bunlar adaptan olsa da.
– Sen beni, kardeşim daha da büyütmektesin – diyerek sallandı, dışarıya, pencereden ufuktaki sıra dağlara göz gezdirdi. Biraz düşününce Zöfer’e söyledi. Benim bir erkek kardeşim de varmış… Kaybolmuşuz.
Şoför yiğit, şaşkınlığından arabasının hızını azalttı.
– Gerçekten mi Gilman Ağabey?
– Evet, gerçekten, azıcık hatırlıyorum kendisini. Savaşın son ağır yılı idi. Açlık, fakirlik çağları. Annem yolda öldü, ya hastalıktan ya açlıktan… Her bulduğunu bize vermiş demek ki merhume…
– E, küçük erkek kardeşiniz kaç yaşındaydı?
– Ben dört beş yaşındaysam, o daha küçük. Belki ikisi dolmuştur, belki üçü… Yürüdüğünü kesin hatırlıyorum. İşte ismini de unutmuşum. Geynulla idi galiba.
– Yani Gilman Ağabey, kardeşiniz yaşıyor mudur acaba? Şimdi nerdeymiş, bilinseydi?
– Araştırdım, ipucu bulamadım… Nurihanov isteksizce ofladı. Yol üstünde, annemin cenazesi yanında geceyi geçirdik. Kimse yok. Aklımda hâlâ… Sonra sabah olunca birileri geldi atla. Bizi alıp gittiler. Annemi gömdük müydü ki, onu da hatırlamıyorum…
– Acı, çok acı bir durum, Gilman Ağabey. İşte bu kardeşiniz bulunsa ne kadar sevinirdiniz, öyle değil mi?
– Elbette. Bu dünyada en azından iki olurduk. Yalnız, akrabasız yaşamak çok ağır kardeşim. Sen bunları anlamazsın… Hayır, tamam, ne kadar can sıkıcı düşüncelere dalıp gitmişiz…
Araba çok uzun bir yokuşu geçti. Buradan Tavlıkay kasabası da avuç içindeki gibi görünüyor. Çok geçmeden onlar ilçe merkezine ulaşacaklar. Toplantının başlamasına da çok az kaldı. Galiba, bu sefer de başkanlık masasında baş köşeye çağırıp oturturlar.
Gilman biraz daha dik oturdu, çantasından çıkarıp boynuna kravatını taktı.
– Bu şeyi takmazsan olmaz sanki – dedi kendisini savunarak Zöfer’e.
– Herkes takınca, bu da gerek şimdi dedi Zöfer bildik bir tavırla. Ne de olsa, siz Nurihanov ismindeki kolhozun başkanısınız!…
Bu sözlerden sonra Gilman omuzlarını silkip daha da kubararak oturdu.
“İlk önce ona söz verirler muhtemelen.” diye bir fikir geldi aklına. Kâğıda dökülmüş konuşmasını düşünerek geldi. Ama heykel hakkındakiler diline gelince, hafızasına inanmadı, çantasından Nefise’nin hatalı daktilo ettiği kâğıtlarını çekip çıkardı. Kendi sekreterciğini kötülememek için, içinden de “öğrenir” dedi.
Dördüncü Bölüm
Kaldırma vincinde çalışan yiğit çok yavaş çalışıyor gibi geldi Taştimir’e. Az gayret gösteriyor, şimdiye kadar makinesindeki dört beton kütlenin sadece ikisini yere indirdi. Sonra o sabredemedi.
– Niye yavaşladın, kaynanana misafirliğe mi geldin yoksa? – diye bağırdı şapkasını başına takarak.
Vinççi aldırış etmedi:
– Acele etme, dostum, yavaş giden insan çok gider, – o, Taştimir’e göz kırpmaya da yetişti. – Bilmek istersen, bu Yüzşişme köyünde kaynanalı olma imkânını bulamadın sen.
Güler yüzlü yiğidi, Taştimir önce beğenir gibi oldu, fakat çok geçmedi, onun bu düşünceleri paramparça oldu. O beton kütlelerin demir bağlarına çelik halat bağlanan kancaları indiren genç yiğide kaba bir şekilde söve söve, bağırmaya başladı.
– Sen niye, çişini tutamayan biri gibi, gözünü açmış duruyorsun? Çapraz bağlamışsın halatları falan! Değiştir yerlerini!…
Taştimir birden kızan vinççiye şaşkınlıkla baktı. Biraz önce ona gülümsüyor, onunla güler yüzle konuşuyordu iki yüzlü.
– Hey, delikanlı, senin adın ne? – Taştimir’i niye sorduğunu kendi de tam olarak bilmiyordu. O çabuk bozaran yüzünü çevirdi, öfkesi daha yatışmamıştı.
– Saman şapka! – diye istihzalı gülümsedi onu kastederek. Ama yük arabasının şoförüyle dalga geçilmeyeceğini çabuk anladı. Onun bugün yoluna taş yağsa da, Tavlıkay’a gitmesi gerekti. E, başkanın verdiği iş de hâlâ tamamlanmamış. Bunun için bu şapkalı övüngecin de bir sefer yapması gerek ilçe merkezindeki beton fabrikasına. Ya nerden irtibat kurdular bu kolhozla. Betondan sebze deposu inşa edilmesi gerekiyormuş. Tabi başkanlar daha iyi bilir, onlar daha önceden görüyor. Aman yapsınlar. Bu başkanları cömert davranıyor… Böyle düşündü vinççi delikanlı da, çabucak yüzünü değiştirip:
– Niye, benim adımı sanımı bilmezsen, üzülecek misin, – diye şakaya çevirmeye çalıştı. Taştimir seslenmedi. – Baygildi, Baygildi diye kızmayı seviyor amirler…– diyerek hızlıca laf soktu araya.
Taştimir bu düşüncesiz, dar kafalı, dalkavuk delikanlıya daha önce bir iki kez rastlamıştı sanki arazide, ama bir insanı nereden tam olarak bilebilirsin ki. Bunun için de yine sinirlendi.
– Baksana Baygildi, bu yardımcı delikanlıyı öyle kötüleme! İşe kendi yanına aldıysan, güzelce, sakin sakin öğretmek gerek. Adın Baygildi olsa da buraya zengin olarak gelmemişsindir herhâlde?
Yaklaştığını gören yardımcı, Taştimir’e saygıyla baktı, ama başını eğip çalışmasına devam etti. Baygildi kızacak gibi oldu.
– Hey sen, dönüşlerde dikkatli ol, – dedi o tehdit ederek. – Ne söylesen tamam, benim yardımcım… O vincin üstte olan bölümünden zıplayıp indi, avuçlarını birbirine vurup, makinesinin kapısını açtı. Bir beze elini sildi ve bir sigara alıp yaktı ve kabinin kapısını şak diye kapattı. Renksiz gözlerini çevirip baktı ve yavaşça makinenin pedalına basıp onları gözetleyen Taştimir’e yakınlaştı. Vücudu heybetliydi yiğidin, yumrukları da suyın38 gibi iri görünüyor. Bunun dışında Taştimir’den daha uzun. Kısacası pek çok şeyi görmüş olmalı bu dünyada Baygildi. Sigara СКАЧАТЬ
38
Dökme demirden yapılan kap.