Yabancı kişi ilk önce yatarak doyana kadar su içti. Ondan sonra beraberinde getirdiği lastik kovasını pınara batıracaktı. Mevsile o anda bağırmak istedi, lakin şapkalı da akıllı çıktı. Mazotlu kovasını suya batırmadı. E, yakında duran cam kavanozu gördü ve bununla su doldurmak için olduğu yerden kalktı. İşte tam o anda Mevsile yabancı kişinin şeklini şemalini gördü: Sevimli, geniş yüzlü, koyu kara kaşlı, biraz sivri burnu altında seyrek bıyıklı genç bir delikanlıydı. Gözleri ne kara, ne kahve, çenesi biraz öne çıkık, dudakları da hiç kapanmıyor galiba. Yoksa koşup geldiği için mi otuz iki beyaz dişi de parlayarak görünüyor.
Yiğit de kızı fark etti.
– Nasılsın bacım! – diyerek samimiyetle selamladı o Mevsile’yi. – Yoksa korkuttum mu?
Mevsile öyle pek korkmadı, yiğidin kendini alçakgönüllü, sade göstermesi de ona aslında hoş göründü.
– Korkmasına korkmadım da, mazotlu lastik kovasını bu adam pınara sokmasın diye bakıyorum.
Şapkalı etrafı çınlatarak kahkahayla güldü. Sesi de gövdesi de sağlamdı.
– Demek ki köyentenden pay alacaktım.
– Öyle öyle.
Onların ikisi, aynı anda gülmeye başladı.
– Öyleyse, kovalarını vermez misin? Bu demir araba. – O çenesi ile Kiyevkaşı tarafını işaret etti, – çünkü, öksürüp tıksırmaya başladı. Gün sıcak. Çok kızdırıyor.
– Senin gibi terbiyeli birinden kova esirgenmez ki… – Mevsile iki kovasını yere bıraktı. Köyentesini kolundan çıkarmadı. Bunu beklemiş gibi, yiğit iki adımda kızın yanına geldi. Kovadaki suyu bir hamlede, sanki oyuncakmış gibi, lastik kovaya boşalttı da yeniden su alıp Mevsile’ye tutturdu.
– Sağol bacım!…
Şoför yiğidin alnı ter damlaları ile kaplanmıştı. Boynunun arkası da terlemiş, gömleği tenine yapışmıştı, siyah bir çizgi oluşmuştu. Yakından yiğit daha da hoş göründü. Başka bir yiğit olsa, hiç şüphesiz yabancı kızı konuşturmaya gayret ederdi. Mevsile kendine başka yiğitlerin bakacağını iyi biliyordu. Ancak şapkalı itibar bile etmedi, lastik kovasını doldurup arabasını bıraktı, yamaca koştu. Tam gözden kayboldu derken durup yine arkasına döndü. Mevsile’ye el salladı:
– Sağol bacım!…
Mevsile de cevaben el salladı. Çok geçmeden arabanın hareket sesi duyuldu. Kızın aklına ilk gelen soru, bu yiğit kimdi? Ne işle uğraştığını sorabilirdi en azından. Hiç de havai bir yiğide benzemiyordu, işi çoktu galiba, acele ediyordu. Buna Mevsile biraz üzüldü. Onların köyü yanına bataklıkları kurutacak olan, makineli bir grup gelecekmiş diyorlardı. Galiba bu onlardandı. “Bizde ne kadar bataklık var ki, – diye düşündü Mevsile, kendi orada Atbatkan yaylasını göz önüne getirdi. – Orayı kurutmaya çalışıyorlarmış. Bilmiyorum, at batacak kadar olunca, işin üstesinden gelebilecek mi acaba PMK dedikleri…”
Mevsile PMK denilen sözün ne anlattığını da bilmiyordu. Doğrusu onun ne için kullanıldığını anlıyor, büyük araba falandır diye gözünde canlandırıyordu. Fazlası onun için ilginç de değildi. O iki taraftan da bele kadar olan çiçeklerle, çimenlerle donanmış olan pınar yolunu boylayıp, pır pır uçan türlü kelebeklere büyülenerek baka baka, ağır kovalar altında ince belini sallaya sallaya köy tarafına yürüdü.
İkinci Bölüm
Kolhoz başkanı Nurihanov odasından keyifsiz çıktı. Biraz önce de bağırarak ilçeyle konuştuğunu bu kabul odasında da işittiler. Bundan dolayı da başkanla görüşmek için bekleyenlerden birkaçı, Nurihanov’un kızara bozara parti komitesi sekreterinin odasına girmesini beklerken, el kaldırıp yerlerinden kalktılar.
– Böyle olunca bu boğa gözlünün gözüne görünme şimdi.
– Rengi de kaçmış.
– Ne oldu ki?
– E, patronun kaygısı biter mi? O, bir kişi, e, biz çok.
– Doğru söylüyorsun kardeş, moral gerek şimdi moral.
– Babası yaşlı Semirhan da çok sinirli biriydi.
Ondan sonra arada duran bir düzenbaz bakışlı, yerinden kalkıp, şaplatarak ceplerine vurdu ve hiç kimseye de bakmadan:
– Ya başını ağrıtıyorlardır, eş dost, hiç kimse olmasa bile Nurbike’si bu gece yaklaşmasına izin vermemiştir, boşverin, boşuna kafanızı yormayın, – dedi ve kocaman kocaman adımlarla kapıya geldi. Kapı koluna tam uzandım dediğinde yine döndü. – Niye oturup kaldınız, zaten hiçbirinizi kabul etmeyecek, – diyerek çıkıp gitti.
Onun ardından başkaları hareketlendi. Kabul odasındaki sekreter Nefise’ye seslendiler:
– Kardeş, Nurihanov bu kâğıtları imzalar mı?
Nefise sarı saçlı, mavi gözlü, yavaş hareketli, kibirli bir kız. Havalı havalı bekleyenlerin her birinin kâğıdına, onları eline almadan, göz gezdirdi ve boyalı kalın dudaklarını açar açmaz:
– Bu şeylerinizle cuma gelmeniz gerek, cuma! – diyerek başkanın kapısındaki yazıyı gösterdi.
– Gilman Semirhanoviç düzeni seviyor… – Bundan sonra sizinle benim işim bitti der demez de boyalı tırnaklarını törpülemeye girişti.
– Senin, kardeş, şey… insanlarla daha ihtiyatlı konuşmayı öğrenmen gereken zaman şimdi, – dedi bir babalık öfkelenerek.
– Evet, onu Nurihanov şahsen şehirde yazdırıp getirdi. Bu işin eğitimini almış dedi.
Bekleyen adamlar gülüşe gülüşe, kabul odasından çıkıp gittiler.
– Ne işe yarıyor yani, belirsiz!… – diyen sesi işitildi birisinin.
Nefise kalçalarını sallayarak gelip kapıyı tamamıyla kapattı, yüzünde memnuniyetsizlik, hatta öfke belirtileriyle kendi kendine konuştu.
– Yer böcekleri!
Nefise’nin bu ana kadar genelde sade görünen yüzü daha da güzelleşti. Parti komitesi sekreterinden çıkan Nurihanov, Nefise’ye hayranlıkla baktı. Sert davrandığında nasıl da güzelleşiyor diye düşündü o. Lakin hep sert davranarak da yaşanmaz ki. Bir öğrense… Tabi, genç kız ele geçti artık. Onun için aynı. Köpek sahibinin istediğinden başka bir iş yapamaz ki. Dinlemeden harekete geçerse, sahibi böyle köpeği çabuk kendine getirir. Kemik atmaz önüne. Bu, sadece onun devası. Yani, biraz karnı yapışınca bir et parçası göstersen, o zaman ondan daha sadık bir can СКАЧАТЬ