Kızıl Cebe. Murtaza Şerhan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızıl Cebe - Murtaza Şerhan страница 11

Название: Kızıl Cebe

Автор: Murtaza Şerhan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-88-1

isbn:

СКАЧАТЬ bir ucunun kendi boynunda, diğer ucunun bolısın elinde olduğunu çok iyi biliyordu.

* * *

      Tukımbay da bir şeylerden kuşkulanıyordu. Kızıl Cebe’nin namı yayıldıkça beyin huzuru kaçmaya başladı. Yüğrük atın sahibine düşman çok olur. Talih kuşunun konduğu yere hasetlik de çöreklenirmiş. Mal sahibini ayakları altına alamayınca, malına zarar vermek kadim zamandan beri süregelen bir kötülük. İşte bunlardan haberdar olan Tukımbay Kızıl Cebe’nin ayağına bilek kalınlığında bir pranga takarak, kara bir keçe evin içine yerleştirdi ve geceleri eşiğinin önüne bekçi koymaya başladı.

      Rıskul bundan da haberdardı. Ay iyice yükselip, dolunay halini aldığında köyün yukarı yamacından aşağı doğru inmeye başladı. Yaban elma ağaçlığının kenarındaki ovadan geçerken, köy ay ışığıyla açıkça görülebiliyordu. Koyunların yattığı ağılı çevreleyen kahverengi evler bulunuyordu. Zenginlerin evlerinin dış cephesi genelde beyaz renkli olurdu. Tukımbay ağılın yakınına ev yapmazdı. Kaplumbağa şeklindeki koca ev köyün tam ortasından yer almıştı. İşte, zenginin evi orasıydı.

      Yay gibi eğik yerleşmiş evlerin tam ortasında, koyun ağılının yanı başında ayrı bir ev belirdi. Kızıl Cebe ise oradaydı.

      Tepedeki yaban elması ağaçlığının arkasına gizlenerek, etrafı iyice gözetledikten sonra Şabdar’ı bir ağaca bağlayıp, yürüyerek köye indi. Ağılın köşesinde nöbetçi duruyordu. Koyunlara bekçilik eden koca ağızlı, uzun tüylü çoban köpekler de oradaydı. Ağılın köşesinden girmeyi denemedi. Rıskul doğrudan zengin beyin koca, kahverengi evinin yanından geçti. Geçerken kulak misafiri oldu. Tüm köyde uyumayan tek kişi varsa, o Tukımbay’ın ta kendisi olmalıydı. Ötekiler aylı gecenin ninnisiyle derin uykudaydılar.

      Uykusu hafif, ürkek ihtiyarın uyanık olduğuna dair işaret yoktu. Hareketsizdi. Sobanın yanı başında uyuyan yaşlı kedinin mırıltısı gibi ses çıkarıyordu. Arada küçük evde hapsolmuş yalnız eniğin acı sesi gibi bir ses duydu. “Zenginin kuması!” dedi Rıskul. “Zavallı, titrek, dermansız bir ihtiyarın elinde sefil olmuşsun. Yanında eğer aklını başından alan bir erkek yatsaydı, bu vaziyette olmaz, uykun su kadar duru ve sakin olurdu”.

      Bir an İzbayşa düştü aklına. Sıcacık yatağında, İzbayşa’nın sımsıcak kucağında papatya ile yıkanmış o güzel saçlarını koklayarak, servi boyu, yay şeklindeki belini sağ eliyle kavrayarak, atlas gibi pürüzsüz vücudunu okşayıp, gecenin hediye ettiği lezzeti almak varken, aç kurt misali köyün eşiğinde sessizce soluk alarak, gizlendiğine çok pişmandı.

      Tanrı geceyi huzur, gündüz çekilen azaptan bir müddet ayrılarak, sıcak bir kucak, tatlı bir uyku için var etti. Fakat Rıskul’un birçok gecesi zorluk, gürültü, baskın ve kavgalarla geçti. “Bu sefer talihim dönerse, bu işi mutlaka bırakacağım” diye kendine defalarca söz verdi.

      Ancak kendi özgürlüğü, kendi elinde olsaydı. Kimsenin görmediği lanet bir tuzak vardır. İstemsiz ve kararsız bırakır, karşına dikilir, lanet olası bu kötü yola sürükler, yine sürüklüyor. Hayat dediğin uzun bir halat, geniş bir kementmiş, çoğunlukla kısalır, daralırmış.

      Kızıl Cebe’nin kapatıldığı eve gizlenmeden, dik ve yavaş adımlarla yürüyerek geldi. Pusuda gizlendiğini insan değil, hayvan da hissederdi. Geviş getirirken çenelerini gıcırdatan koyunlar yatmaktaydı. Ürkmediler.

      Asıl zor olan kapıdan baktığında Kızıl Cebe’nin ürkmesiydi. Geçen seferki kökparda heyecanlanan küheylanı damağından çıkardığı sesle sakinleştirmişti. Evin kapısına yaklaşır yaklaşmaz damağıyla seslendi. At birdenbire hareketlendi, kulağını kabartarak ona gözlerini dikti, burnunu kaldırarak yavaşça kişnedi.

      Eşikte iri yarı yan yatan nöbetçi uyanmadı. Burnundan nefes alamayan ve ağzı açık uyuyan şey dev gibiydi. Rıskul onun üzerinden dikkatlice atladı ve düğümleyip bağladığı yumruk gibi başörtüyü açık ağzına sokuverdi. İki şakağının damarlarına bastırıp, bayılttıktan sonra bir kenara sürükleyip bıraktı. Cebini karıştırarak pranganın anahtarını aldı.

      Gençliğinden bu yana tay kokusuyla büyüyen, insandan ziyade attan sadık dost edinen Rıskul’u Kızıl Cebe de tanımış gibiydi. At yabancılık çekmedi hafifçe koklayıp, yavaşça içini çekip boynunu eğdi.

      Rıskul asil olarak dünyaya gelen kanatlı atın ince kafasını kucaklayıp, ceylan gibi kambur geniş burnunu okşamaya başladı. Hayvan uysallaşıp iki kulağını da aşağıya sarkıttı. Büyük gözlerini kapatıp, burnunu Rıskul’un göğsüne yasladı. Soylu bir at olarak dünyaya gelmiş, tanrının yarışmalarda rakiplerine denk görmediği yüğrüğün değerinden anlayan senin gibi erlerin alnına yazsaydı, diye gamlanmış gibiydi. Rıskul onun göğsünü okşayınca atın vücudu taş atılmış duru su gibi titredi.

      Rıskul artık daha fazla nazlandırmayı uzatmak istemedi. Kızıl Cebe’nin bronz gibi dimdik toynaklarına hızlı bir şekilde keçe çorapları giydirdi.

* * *

      Yaban elmalarının arasına bıraktığı Şolak Şabdar’a ulaşınca, yularlı Kızıl Cebe’yi yedeğine alarak hızla uzaklaştı. İstikameti Soldat ovasında bulunan bolısın köyüydü. Önünde duran hafif kelleşmiş, devenin boynundaki ölü tüy yumağı gibi görünen yaban elma ağaçlı dağ yamaçları endişesizce uykuya dalmıştı. Gökteki ay ve yıldızlar tepeden çullanıp, tüm olup bitenlerin farkındaydı sanki. Rıskul’u bir ara suçluyor gibiydiler. Rıskul’un farkında olmadığı felaketi ay ve yıldızlar önceden sezmiş, şüphelenmişti. “Hay aksi, keşke yapmasaydın”, diye sessizce içlerinden sızlandılar.

      Talğar’ın buzdan başlık giymiş yedi zirvesi kaşına kırağı düşmüş yiğitleri gibi sertti.

      Etrafın sessizliği Rıskul’u rahatsız ediyordu. “Ben böyle ne yapıyorum?”, diye canı sıkıldı. Yüğrüğü ele geçirmek önceleri çok ilginçti. Zor bir işti, kendine has heyecanı da vardı elbet. Elde ettikten sonra aklının başına geldiği, heyecanının kaçtığı ve gönlünün kırıldığı andı.

      Bir müddet Tukımbay için üzülmüştü bile. Geçen seferki aşta Kızıl Cebe’yi verip, kökpar merağını gidermiş, eğlendirmişti. Saymasay’ın öfkesini dindirerek, aralarını yapmıştı. Öyle ki, kendi yetkisindeki köyden yer verip, himayesine alma isteğini de bildirmişti.

      İşte, o iyiliğe cevap olarak verdiği minnetdarlığı buydu. Yuvarlatılmış sivri sakallı ihtiyar, artık sakalını yolup, dizlerini dövecek gibi görünüyor.

      Rıskul’un bu düşüncesini daha güçlü, başka bir düşünce bastırdı. “Bunlardan hiçbirinden bir hayır görmedim. Zenginlerin tamamı aynı hamurdan yoğurulmuştur. Acınır gibi davranır, ardından önüne bir kemik atıp, aldatıp boynuna tasma takıp, ayaklarının altına alıp ezerler. Hayatın boyunca kapana kısılırsın. Tukımbay sudan da temiz, sütten ak ise Kerim fakirin dünüründen Kızıl Cebe’yi inleterek alıkoyar mıydı? Sonuçta Kızıl Cebe Tukımbay’ın malı değildir. Onun da, bolısın da yaptığı zorbalık. Bizim gibi fakirin geçinmesi gerek. Benim hiç bir suçum yok” diye düşündü.

      Bunları düşünürken Şolak Şabdar’ı mahmuzladı. Kızıl Cebe oynarcasına koşuyordu.

* СКАЧАТЬ