Can Pazarı. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 18

Название: Can Pazarı

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-99-0

isbn:

СКАЧАТЬ “Şartın nedir?”

      Veysi: “Biz şu saatten itibaren üç kişilik bir çeteyiz.”

      Maşuk: “Yavuzlar Çetesi.”

      Veysi: “Öyle olsun.”

      Muhsin: “Kabul ettik, paraları ver.”

      Veysi: “Bu güç bir iştir.”

      Maşuk: “Kolay diyen yok. Hissemizi sun bakalım.”

      Veysi: “Bu çetecilik için aramızda bazı kararlar vermemiz lazımdır.”

      Maşuk: “Vereceğimiz kararların birincisi şu olsun: Vurulan paralar evvela hangimizin cebine girerse beş dakikadan ziyade orada durmadan taksim edilecek.”

      Veysi: “Hisselerinizi vereceğim.”

      Muhsin: “Hani ya babam? Artık çenen dursun, elin cebine girsin.”

      Veysi’nin yine ağır davranması üzerine Maşuk onu iki omuzundan hafifçe silkerek: “Eğer paylarımıza Karagöz indirmeyi düşünüyorsan iş fenaya varır.”

      Veysi: “Ne yaparsınız?”

      Maşuk: “Cerh, katil… Haritada her şey yazar.”

      Veysi: “Ulan ne enayi pilakilerisiniz, vereceğim diyorum.”

      Muhsin: “Veysi, sinirleniyorum, yarım saatten beri yalnız ağzınla veriyorsun, elinin hiç karıştığı yok.”

      Veysi, elini yan cebine sokarak: “Paraları alır almaz sıvışmayacaksınız.”

      “Sana dalkavukluk mu edeceğiz, yeni mantarcı?”

      Veysi: “Çete teşkili için aramızda lazım gelen kararı vermeden bugün birbirimizden ayrılmayacağız.”

      “Peki ‘kabultü.’ ”37

      Muhsin: “Kezalik38 efendim.”

      Veysi elini cebinden çıkardı. Hafifçe titreyen avucu içinde biri yüz, ikisi elli, dördü yirmi beşer liralık yedi kayme sayarak: “Nasıl istersiniz?”

      Maşuk: “Yirmi beşerlikleri bana ver.”

      Muhsin: “Hayır… Büyük kaymeler bize kalıyor, bunları bozdururken belki yakayı ele veririz.”

      Veysi: “Uzun ediyorsunuz. Yüzlüğü kim alacak? Bunu dörde bölerek taksim edemeyiz ya…”

      Epeyce bir çekişme sonunda vurgunu paylaştılar. Maşuk’la Muhsin birer ellilik, iki yirmi beşerlik aldılar. Yüzlük Veysi’ye kaldı.

      Paraları elleri titreyerek, gözleri parlayarak, nefeslerini burundan alarak bölüştüler. Herkes payını cebine indirdikten sonra tatlı bir sevinç heyecanıyla birbirlerine sarılıp öpüştüler.

      O vakte kadar yüz liranın, bin liranın yalnız sözünü işitmişler, böyle bir büyük paranın ceplerine girdiği saadetini tatmamışlardı.

      Zannediyorlardı ki bu kadar para ile kaşaneler39 yapılır, en güzel kadınlar ile yatılır, sonu gelmez zevk ve sefalar edilir. Bütün ömründe insan hiç aç kalmaz. Para ne tatlı şey, ne büyüleyici bir kuvvet… Fakat nasibin ondan size ayıracağı hisseye kanaatle boynunuzu büküp miskince beklemek ne ahmaklık! Birtakım kara talihlileri cayır cayır yakan sefaletin bir kısmını ortadan kaldıracak para yok değil, lakin ona sahip olmayı bilenlerin cüzdanlarında, kasalarında saklı. “İnsaniyet”, “yardımlaşma” sözleri bu adamların yalnız dudaklarında; kalpleri doymaz hırs ve tamah ile dolu…

      Para, insanın ayağına gelmiyor. Ona kadar gitmeyi bilenler düdüğü çalıyor, ne vasıtayla nasıl olursa olsun… Her sene daha sağlamlıkta kasalar yapılıyor. Yine her sene bu demir hazineleri kırmakla uğraşanların avadanlıklarında o derecede yenilikler görülüyor.

      Başladıkları işin ticaretini tadanlarda görünen bir sevinç ile başları dönmüş olarak üçü kol kola yürüdüler. Ayaklarının yere değdiğini bilmez bir hafiflikle uçuyorlardı. Nereye gideceklerdi?

      Veysi, Muhsin’den sordu:

      “Senin silahın yoktu. O revolveri nereden buldun?”

      “Bedestenli Nuri Efendi’den…”

      “Para ile mi aldın?”

      “Püf… Dünyalık tutmadığımı bilmiyor muydun?”

      “Nasıl aldın?”

      “Nuri Efendi uzaktan akrabamdır.”

      “Ee?”

      “Dolabına uğradım. Birisi bu silahı getirdi. Dört lira karşılığı bunu rehin bıraktı. Dolap sahibinin çek meşgul olduğu bir sırada revolveri aldım savuştum. Buna ne derler?”

      “Hırsızlık.”

      “Hayır… Habersizce, emanet almak. Çünkü yine götürüp bırakacağım. Fişekleri yok. Fakat bu kuru silah bugün ne kadar işe yaradı, gördünüz ya… İşi becermemizin yüzde seksenini ona borçluyuz.”

      “Mademki biz bu yola döküleceğiz, her zaman kuru yumruk tekme ile iş becerilmez. Hepimize birer revolver, kama, kapı, sandık açmak için alet edevat lazım… Hazır paramız varken bu takımları düzmeliyiz.”

      “Silah satması, alması, taşıması yasak… Silah aldığından şüphelenirlerse enseliyorlar, üzerinde çıkarsa cezası büyük…”

      “Her gün, her gece orada burada silahlar patlıyor, insanlar yaralanıyor, ölüyor. Hep bu vakalar kestane fişekleri ile olmuyor ya…”

      Muhsin, “Durunuz… Durunuz. Ben Bedesten’de Nuri Efendi’nin dolabında iken bu revolveri rehin bırakan adam kaçak silah üzerine konuşuyordu. Ben can kulağıyla dinlemedim doğrusu. Siz şuradaki kahvede oturunuz. Galata’da bir yerde ucuz ve mükemmel revolverler satılıyormuş. Ben işi iyice anlayıp geleyim.” dedi, zıvladı.40

      İki arkadaş Muhsin’in işaret ettiği tenha, loş kahveye girdi. İçeride ihtiyar bir kahveciyle siyahlı beyazlı bir kediden başka kimse yoktu. Kahveci işsizlikten kedinin kulak etrafındaki pirelerini ayıklıyordu.

      Müşterileri görünce bu küçük avcılıktan parmaklarını çekti. Dibe, peykenin en gölgeli tarafına oturan bu iki delikanlının yüzlerine baktı.

      Veysi: “Baba, iki şekerli kahve yap. Fakat yorgunuz, dikkat et kestane suyu olmasın.”

      Yaşlı adam bir baş işaretiyle bu emre uyacağını anlattıktan sonra yarım ay şeklindeki mangalın üzerinden sıcak su musluğunu açtı. Cezveyi doldurup sürdü.

      İki gencin yüreklerinde ta viraneden beri geçirdikleri helecanlardan artakalmış СКАЧАТЬ



<p>37</p>

Kabultü: Kabul ettim. (e.n.)

<p>38</p>

Kezalik: Aynı şekilde. (e.n.)

<p>39</p>

Kaşane: Büyük, süslü köşk, saray gibi yapı. (e.n.)

<p>40</p>

Zıvlamak: Sıvışmak. (e.n.)