Название: Can Pazarı
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-99-0
isbn:
“Tehlikeli iş.”
“Neden?”
“Bu takım ağalarının üzerlerinde silahın her türlüsü olmalı. Tavcının cebindeki parayı almak hırsızdan daha hırsız olmak değil midir?”
İkisi böyle görüşürlerken Reşit Ağa caddenin sağ taraf yan sokaklarından birine saptı.
Veysi: “Av kaçıyor. Bas, sen önle, ben arkadan geleyim. Mantarcıyı hep ikimizin arasında bulunduralım.”
Maşuk sekti. Hiç o tarafa bakmadan karıyı aralıklı olarak önledi. İki zağarın33 ortasındaki av, peşine düşüldüğünü duymuş gibi döndü arkasına baktı. Lakin Veysi köşeyi siper alarak kendisini göstermedi. Sokağın boyu uzun değildi. Önden giden Maşuk kendisini üç yol ağzında buldu. Sağa mı sapsın sola mı? Karının gözünün önünde uzun zaman duramazdı. Yürüyüşünü hiçbir hesaba uydurmadan gelişigüzel sola yürüdü. Fakat mantarcı karı o noktaya gelince aksi tarafa, yani sağa saptı. Şimdi Maşuk geri dönse karıyı şüphelendirmiş, ilerlese gözden kaçırmış olacak. Ne yapsın? Düşündü. Karının dikkatini çekerek yüzünü ona belletmektense ilerlemeyi uygun buldu. Bir köşebaşı buluncaya kadar gitti, gizlendi. Karıyı gözden kaybetti lakin o zamana kadar Veysi yetişti. Reşit Ağa’yı yine göz menziline aldı. Öndekine göstermeden iki delikanlı işaretleştiler. Bu karıya şüphe getirmeden Veysi ilerleyecek, arkadan gelecekti. Reşide, hafif meyilli bir yoldan inerken karşısına başı kefiyeli bir adam çıktı. Reşit Ağa ile selamlaştıktan sonra beraber yürüdüler.
Kenefte cinsiyetini, hüviyetini değiştiren bu saltalı, fesli kadını tanımak için mutlak mantarcılar kumpanyasından olmak lazım gelirdi. Yüzünü yarı yarıya kefiye altında saklayan bu herif de belli ki onlardan biriydi. Biraz dikkatten sonra Maşuk, Patlıcan Ahmet’i tanıdı. Demek ötekiler, Moloz Agâh, Hımhım Osman, Şehla Safinaz pek uzakta değildiler. Demek hep birbirlerine zoka yutturan bu ayrı ahlaklı yadigârlar birbirlerini gözden ayırmıyorlardı. Çünkü aralarında paylaşılacak para vardı.
Bu iki kaldırım sanatkârı ağır ağır konuşa konuşa yürüyerek Divanyolu’na çıktılar. Çemberlitaş’ta Reşide yarım okka üzümle ekmek peynir, Patlıcan Ahmet de bir küçük kavun aldı. Sahiden aç mıydılar yoksa böyle nevale düzüşleri de dışarıya karşı bir manevra mıydı?
Tramvay yolunu enine yürüyerek caddenin öbür yanına geçtiler. Oradan aşağı Kadırga’ya doğru iniyorlardı. Ta aşağıda, kıyıya yakın bir viranenin denize bakan setine kadar gittiler. Bacaklarını sallandırarak duvarın kenarına oturdular. Reşide yanına bir mendil yaydı. Ekmeğini, peynirini, üzümünü koydu. Ahmet de bir gazete parçası üzerine kavununu kesti.
Beş on dakika içinde ötekiler de sökün ettiler. Kulis arasından sahneye çıkar gibi her biri bir taraftan peyda oluyordu. Fakat hep başka kıyafette idiler. Bu oyuncular urba ve yüzlerini nerelerde değiştiriyorlardı? Bir örneğini gördüğümüz gibi cami abdesthanelerinde mi? Namuslu adamların yalnız bir türlü işe ayırdıkları yerlerden nasıl faydalanıyorlardı?
Kiminin elinde bir simit, kiminde kâğıda sarılı bir poğaça, bazısının cebinde fındık, hasılı her biri çenesini oynatacak bir türlü yiyecekle gelmişti.
Hepsi tesadüfi olarak oraya gezmeye gelmiş bitli kâğıthane yâranı saf kimseler gibi setin üzerine sıralanıp hem dişleri hem dilleri işleyerek konuşmaya koyuldular.
Peşlerine düşmüş olan iki delikanlı viranenin öbür köşesinde birleştiler. Maşuk sordu:
“Şimdi ne yapacağız?”
Veysi yumruklarını sıkıp gerinerek: “Doğruca gidip çatarız.”
“Polisin baş edemediği erkekli dişili bu beş haydut ile biz iki kişi nasıl tartışabiliriz?”
“Biz onlardan mı korkacağız? Onlar bizden korksun.”
“Veysi, beş kişi iki kişiden korkmaz. Büyük bir haydutluklarına uğramayalım.”
“Korkma be… Gündüz ortasındayız. Hööt desek on polis koşar.”
“Bu köpeklerin ağızlarından kemik alması kolay bir iş değil.”
“Ben de biliyorum. Mantarcıları mantarlamak kolay bir iş değil ama şimdiki zamanda da canını tehlikeye koymadan para kazanılmıyor.”
“Üzerinde ne silah var?”
Veysi, arkadaşının kulağına eğilerek çıplak bir kelime mırıldadı.
Maşuk: “Zevzekliği bırak canım…”
“Şimdi hakiki bir canavar gibiyim. Kurdun dişi, aslanın pençesi, filin hortumu gibi tabiat bana ne silah vermişse işte onlar ile hücum edeceğim. Her zanaatın edevatı vardır. Şu tavcıları tavlayıp da para sızdırabilirsek haydutluk takımı düzeceğim. Revolver, kama, sustalı çakı… Daha neler lazım olduğunu elbette öğreniriz. Bu acuz heriflere de gidip hıyar gibi çatılmaz, hakkın var. Haydi git şuradan iki dilim ekmek peynirle iki küçük karpuz al. Ben buradan ayrılmayayım. Bu dolandırıcı grubunu gözetleyeyim. Onlar gırtlaklayacak adam bulamazlarsa birbirlerini boğarlar. İçlerinden birinin zıbarması insaniyete büyük zarardır.”
“Daha midem dolu… Ekmek peyniri nereme sığdıracağım?”
“Allah’ına şükret ulan, bu zamanda midesi dolu insana yüzde bir tesadüf edilmiyor. Bugün dolu ise on gün boş duracağını falcı olmadan kestirebilirim. Çöl devesi gibi bulduğunu işkembene doldur. Sonra bulamadığın vakitte geviş getirirsin. Haydi baba torik uç bakalım…”
Maşuk seğirtti. Birkaç dakika sonra nevale ile geldi. Yiyintiyi paylaştılar. Ellerinde birer dilim ekmek peynir, koltuklarında birer ufak karpuz ile yürürlerken Veysi: “Ulan, dikkat et, sahneye çıkıyoruz. Mantarcı oyununun taklidini aldık. Çal, ahbaba temaşa ettireceğiz.”
Bir deliğini tıkadığı burnuyla zurna sesi çıkararak: “Düm… Düm tek… Düm tek…”
“Ulan cıvıtma işi… Zuhuriye34 mi çıkıyoruz?”
“Yürü be… Çalgısız oyun olmaz.”
Tavcıların yanına doğru ilerlediler. Veysi cakalı bir yürüyüşle yaklaşarak: “Selamünaleyküm ağalar…”
Bu yanaşma ve selamdan memnun olmayan ağalar soğukça karşılık verdiler. Fakat iki delikanlı bu hoşnutsuzluğa dikkat etmemiş gibi görünerek hemen onların burnunun dibine oturup bacaklarını setten aşağı sarkıttılar. Karpuzlarını bıçakladılar, peynir ekmeklerini çiğnemeye koyuldular.
Mantarcılarda sözlerin perdesi alçaldı, hemen fısıltı derecesine indi. Reşide, bu gençlerin yüzlerine dikkatle baktıktan sonra eğildi, Patlıcan Ahmet’in kulağına bir şey söyledi.
Veysi de ağzını arkadaşının yanağına yapıştırıp: “Karı bizi çaktı galiba… Fakat ehemmiyeti СКАЧАТЬ
33
Zağar: Bir cins çoban köpeği. (e.n.)
34
Zuhuri: Orta oyununda taklitçi. (e.n.)