Sonunda bu iğrenç kovuklardan birinde bir boşalma oldu. Veysi yalancıktan bir sıkıntı telaşıyla pantolonunun önünü karıştırarak hemen içeriye atıldı. Pislikle karışmadan kapkara abanozlaşmış kapıyı örttü. Korkunç bir pislik uçurumu üzerine açılan çatal taşın iki yanına bacaklarını ayırdı. Yan duvarlarının bulantı veren nakışları ve baş döndürücü fena bir koku ortasında çömeldi. Öteki keneflerdeki adamların duruşlarını taklit etti. Kapının hayli geniş olan bir ek yerinden Boğmaklı’nın girdiği yer görünüyordu. Gözlerini oraya dikti. Fare deliği bekleyen kedi gibi uzun bir beklemeye katlandı. Beş dakika, on dakika, bir çeyrek geçti. Reşide kovuğundan çıkmıyordu. Bu zaman içinde iki yan komşu hela boşaldı, doldu. O burun dayanmaz kokuya trampetli, borulu, zurnalı iğrenç mızıka sesleri de katıldı. Veysi’nin burnu, kulakları, gözleri, hemen hemen her azası ayrı ayrı acı içindeydi.
Kendi kendisine “Vay tabiatının göbek taşına becerdiğimin cadısı vay; İskeçe tütünü gibi tarlasından hoşlandı!” nakaratıyla küfürleri salıveriyordu.
Gözlerini oradan ayırmıyor fakat o murdar kalın kapının arkasından karının hiçbir yaptığını seçmek kabil olmuyordu. Acaba rüzgâr gibi kapının alt aralığından esip gitti mi, yoksa keme sıçanları kolaylığıyla kuburdan kerize dalarak mı savuştu? Öyle yerde bu uzun kalmanın manası ne olabilirdi?
Veysi yine kendi kendisine, bir kadının erkekler helasına girmesi garip görüleceği için öteki abdesthanelerin birkaç defa dolup boşalarak kendisine dikkat edenlerden kimsenin kalmamasını beklediğini düşündü.
Delikanlı bulantıya dayanamadığı için yine söyleniyordu:
“Orası senin ebedî istirahatine layık bir yer ama ben burada kokuya dayanamıyorum, etrafımın renklerinden sarılığa uğrayacağım.”
Sonunda Boğmaklı’nın kabine kapısı açıldı. Fakat şaşılacak şey… İçeriden çıkan Tavcı Reşide değildi. Veysi, kendisinin yanlış görme hadisesine uğramış olmasından şüphelenerek gözlerini ovuşturduktan sonra açabildiği kadar genişleterek baktı.
Bu, Reşide değildi, hiç değildi. Evvela Reşide kadın, bu ise erkekti. Şaşırtıcı büyük fark buradan başlıyordu. O helaya Reşide’nin girdiğine delikanlının hiç şüphesi yoktu. Ama karı, kozaya tırtıl girip kelebek çıkan mahluk gibi yirmi, yirmi beş dakika içinde nasıl bir değişmeye uğradı? Yahut ki Boğmaklı’nın oradan çıkıp abdesthaneyi bu herife bıraktığının Veysi nasıl farkına varamadı?”
Çocuk meraktan çatlayacaktı. Ama yine mantarcı karının değişerek erkekleşen bu şekline dört gözle bakmaya başladı.
Bu, küfeli satıcılara benzeyen şalvarlı, saltalı, kalıpsız geniş fesinin üzerine yemeni sarılı, kısa, tıkız, buruşuk yüzlü köse bir herifti.
Bu köselik Veysi’nin gözlerini fal taşı gibi açtı. Bu kuru üzümcü kıyafeti altında Reşide’nin yüz çizgilerini tanıdı. Avını kaçırmamış olduğuna sevindi. Hemen arkasından fırladı.
Erkek Reşide’nin koltuğunda yine ufak bir bohça vardı. Kâh zenneye kâh erkeğe çıkan bir orta oyuncu gibi kıyafet değiştirme urbalarını beraber taşıdığını anladı.
Helalarla herkesin yüzünü duvarlara döndüğü işeme yerlerinin arasından yürüdüler. Basamakları indiler. Maşuk birkaç adım ileride duruyordu. Arkadaşını görünce ona doğru yürüyerek: “Hani ya karı?”
Veysi parmağını dudağına götürüp sus işareti verdikten sonra önde giden erkek Reşide’yi gösterdi.
Bunun ne demek olduğunu anlamayan Maşuk, nedir gibilerden başını sallayarak soruyordu. Veysi, ona yaklaştı.
Ağzını kulağına vererek: “Görmedin mi?”
“Kimi?”
“Karıyı.”
“Yok…”
“İşte, önümüzde gidiyor.”
“Bu bir erkek yahu.”
“Reşide Hatun şimdi Reşit Ağa oldu.”
“Nerede kıyafet değiştirdi?”
“Kenefte be… Böyle artistin layığı öyle tuvalet odasıdır.”
“Yanılmayasın Veysi?”
“Reşide oraya kadın girdi, erkek çıktı. Gözümü hiç ayırmadım. Kuş uçsa farkında olurdum. Nuruosmaniye lağımlarıyla bu tavcıların evleri arasında bir tünel varsa onu bilmem.”
7
Boğmaklı önde, iki atmaca arkada Nuruosmaniye Camisi’nin doğu kapısından çıktılar.
Maşuk: “Karı, peşine düştüğümüzün farkına vardı mı acaba?”
Veysi: “Ben de onu düşünüyorum.”
“Şimdi Bedesten’de bu tavcılık vakası duyulmuş, çarşı zabıtasını telaş almıştır. Her tarafta fellim fellim bu mantarcıların izlerini ararlar.”
“Arasınlar; şimdi önümüzde giden bu şalvarlı herifin biraz evvel çarşıda kapalı dükkân önünde oturup ‘merhume’ kerimesinin broşunu satan cennetlik hatun olduğunu kim fark edebilir?”
“Kimse… Sen bana bunun o olduğunu söylediğin hâlde ben hâlâ gözlerime inanamıyorum. Şimdi bu Reşit Ağa ikinci bir manevra ile şeklini değiştirip gözlerimizin önünden kaybolmasın!”
“İşte ben de ondan korkuyorum.”
“Bu karıyı takipte mantarcılara ait çok esrara ereceğiz sanıyorum.”
“Aman Maşuk gözlerimizi açalım. Bir kocakarı bizim gibi iki delikanlıyı kafese koyarsa namusuma dokunur.”
“Koç yiğitliğimize bugüne kadar leke sürdürmedik, bugün de sürdürmeyiz.”
“Şimdi altı yüz lira bu karının üzerinde mi?”
“Öyle sanıyorum. Zannım kuvvetlidir.”
“Tenha bir yerde gırtlağına yapışıp da cebinden mi alacağız?”
“O ne yaman mantarcıdır. Üzerinde para varken tenha yoldan gitmez. Evvela kendi tavcı arkadaşlarından korkar.”
“Onlar da şimdi belki bu karının peşindedirler.”
“Zannederim.”
“Birbirlerine emniyetleri yoktur.”
“Şüphesiz.”
СКАЧАТЬ