Can Pazarı. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 21

Название: Can Pazarı

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-99-0

isbn:

СКАЧАТЬ elli olsam bu sefil kıyafette böyle aç gezmem. Fakat tavcılık, hırsızlık dalaverelerine, polis işlerine çok merakım vardır. Bu merak yalnız bende değil ya, çarşı halkının yarısı bugün vakanın arkasında geziyor.”

      Kapıdan orta yaşlı, düşkünce kıyafetli biri daha girdi.

      Kahvedekiler: “Ooo Tahsin Efendi geldi. Nereden böyle?”

      “Çarşıdan…”

      “Ne haber?”

      “Sormayınız dehşet… İş büyüdü.”

      “Ne oldu?”

      “Tavcı Patlıcan Ahmet’ten başka Yavuzlar Çetesi’nden bir delikanlı yakaladılar. Nasılsa oralarda dolaşıyormuş. Ne büyük bir kumpanya imiş! Ne hırsızlıklar, ne cinayetler, ne melunluklar… Âdeta bir teşkilat diyorlar.”

      Ali Baba şaşkınlıkla Kahraman’ın kuyruğuna basıp hayvanı acı acı bağırttıktan sonra:

      “Heyyy birader artık bu memlekette kuru ekmeğini kırıp da rahat yiyecek bir yer kalmadı. Paran olsa soyulursun, tavlanırsın. Olmasa aç kalırsın.”

      Tahsin Efendi: “Çete adamları çokmuş, hep buralara avcıya dağılmışlar. Evlerin, dükkânların hâlini, paralı parasız adamları öğreniyorlarmış. Polis her tarafı arıyor. Bu taraflarda dolaşan yabancı adamlardan şüphe ediniz.”

      Bütün müşterilerin gözleri kuytu köşede oturan Veysi ile Maşuk’a dikildi. Yabancı çehreli bu delikanlılar hiç söze karışmayıp arada bir fısıldaşıyorlardı. Öyle sessiz dinleyişleri, hâl ve şanları, gizlemeye uğraştıkları sırlar bulunduğu şüphesini veriyordu. Hele türlü mübalağalar içinde, Yavuzlar Çetesi’nden bir delikanlının yakayı ele vermiş olduğu haberini duyunca Muhsin’in yakalandığına hiç şüpheleri kalmadı. Ateş üzerinde kızgın bir ızgarada oturur gibi yerlerinde duramaz oldular.

      Şimdi ne yapsınlar? Şaşkın bir çurçur gibi gider gitmez oltaya yakalanmak… Bu, Muhsin’in zekâvetine yaraşır mı? Ne oldu? Nasıl tutuldu? Soruşturmada, kendisini şurada kahvede bekleyen iki arkadaşı olduğunu haber vermek ahmaklığında bulunmasın? İlk adımda üç yüz lira çırpmak âlâ fakat böyle başlangıçta yakalanmak ne bela…

      Tahsin Efendi: “Tanıdığım bir polis vardı. Bu işin ne olduğunu ondan sordum: ‘Merak etmeyiniz, tavcılardan ve Yavuzlar Çetesi’nden iki kişi yakalandıktan sonra ötekileri elde etmek kolaydır. Görürsünüz yarına kalmaz çete reisi yakalanır.’ dedi.”

      Aziz: “Bu mübarek adamın tutulduğunu haber alınca gidip hürmetle elini öpeceğim.”

      Kahvede herkesin ağzından bir kötüleme gürültüsü koptu:

      “Ulan habis, haydutluğa mı özeniyorsun? Nerede varsa öyle kanlı eşkıyaları Allah kahır ismiyle kahretsin, Ümmet-i Muhammed’i şerlerinden korusun.”

      Aziz: “Âmin. Fakat bu adamların yaradılışlarında ben bir başkalık görüyorum. Cesaretine güvenerek bütün insanlara harp ilan etmek şunun bunun yapacağı bir iş değil…”

      Yarı sahi, yarı şaka Aziz’in arkasına birkaç kuvvetli yumruk indi. Oğlanın vücudu kafes gibi güm güm inledi.

      Yine kapı açıldı. Muhsin gözüktü. Kahvede bekleyen iki delikanlının yüreklerine birdenbire su serpildi. Meraktan, düşünceden çatılmış, buruşmuş suratlarına bir gülümseme geldi. Hemen yerlerinden fırladılar.

      Veysi kahve parasını verip dışarıya çıkacağı sırada Aziz’e dönerek: “Birader hafif bir yükümüz var, Aksaray’a götürürsen seni memnun ederiz.”

      Aziz biraz duralayarak: “Cerrahpaşa’ya, Taşkasap’a, Yenibahçe’ye kadar Aksaray derler.”

      Veysi: “Yok, yok korkma. Gideceğimiz yer Laleli’nin altında…”

      Aziz: “Peşin anlatayım, ben arka hamalı değilim. Semerim yoktur.”

      Veysi: “Uzun etme canım. Senin ne kadar yük taşımaya dayanacağını çakar boydanız. Elde gidecek ufak bir şey taşıtacağız.”

      Aziz birdenbire yerinden sekti. Güreşe hazırlanan bir pehlivan gibi vücudunu geri aldı, boynunu ileri uzattı. Kavgadan evvel birbirini koklayan kediler gibi az bir zaman burun buruna, göz göze geldiler. Sanki yürekten anlaştılar, seziştiler. Arkadaşlarıyla beraber Veysi dışarı çıktı. Aziz’i arkasından mıknatıs gibi çekti.

      Sokaktan ıssız bir arsaya yürüyüp dört genç halka oldular. Aziz hangi yükü taşıyacağını anlamak ister bir merakla, şaşkın şaşkın bu yabancı çehrelere bakıp dururken Veysi hemen onun bileğinden kavradı, suratını suratına yaklaştırarak: “Oğlum, gözümün içine bir daha bak, bütün dikkatinle bak…”

      Aziz bileğini kurtarmak için hafifçe kıvırarak: “Ağabey, kulampara mısın?44 Eğer öyleysen uzlaşamayız. Yemin ederim ki o huyum yoktur.”

      Veysi: “Hayır… O pis lakırtıyı ağzından bırak…”

      Aziz: “Ne bileyim ben… Böyle bir teklifle birkaç defa daha beni viraneye çağırdılar da…”

      Veysi avucunun içindeki bileği şiddetle sarsarak: “İyi baktın mı bana?”

      “Baktım.”

      “Kimim ben?”

      “Gözlerin yüreğime ürküntü veriyor.”

      “Ben Yavuzlar Çetesi’nin reisiyim.”

      Aziz yere kapanarak: “Aman şahım…”

      “Seni boklu çocuk taşımak sefaletinden kurtaracağım.”

      “Emret.”

      “Cesaret, sadakat, fedakârlık isterim.”

      “Bana para ver, her şeyi iste.”

      Maşuk’la Muhsin kendi kendisini reis yapan bu arkadaşlarının yüzüne şaşkınlıkla bakıyordu. Yavuzlar Çetesi deminden kendilerinin uydurdukları bir hayal işiydi. İnsanları olmayan çetenin reisi olur mu? Besbelli Veysi sokaklardan böyle it, ipsiz toplayarak bir takım düzecekti. Ama böyle ilk rastlanan haytaya güvenilmek nasıl caiz olabilirdi?

      Veysi, arkadaşlarının bakışlarından gönüllerinden geçenleri anlayarak ikisinin de birer birer kulaklarına eğilip: “Beni bozmayınız. İşin içinde iş var, sonra anlarsınız.”

      Aziz’e dönerek: “Oğlum, teklifimi kabul ediyor musun? Seni çeteye yazıyorum.”

      “Velinimet, Allah ömrünüze bin bin bereket versin. Hiç kabul etmemek olur mu? Namınızı duyduğum dakikada size kulaktan vuruldum. Yerinizi bileydim, aranıza kabulüm için gelip istida45 verecektim.”

      “Okuyup yazman var mı?”

      “Okurum… СКАЧАТЬ



<p>44</p>

Kulampara: Oğlancı. (e.n.)

<p>45</p>

İstida: Dilekçe. (e.n.)