Название: Can Pazarı
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-99-0
isbn:
“Yanlışlığınız var.”
Veysi yumruğunu kaldırarak: “Uzatma saltasını ıslattığımın kancık tavcısı…”
Reşide yumruğun altında biraz eğilerek: “Evvela para altı yüz lira değil… Sonra benim üzerimde bir şey yok…”
Maşuk: “Kocakarıyı söyletme be artık… Tandırname okuyor.”
Veysi: “Mantarcı hanımlar, efendiler işte size kısa bir diskur… Bize Yavuz Çetesi derler. Üçümüz burada, dokuzumuz sokak başlarında pusuda. Düdüğü öttürünce bir dakika içinde hepsini burada görürsünüz. Sizi birer birer karga tulumba edip daha tenha bir yere aşırarak üzerinizi değil derinizi soyup pastırmanızı çıkarırız.”
Muhsin’e haykırarak: “Arkadaş, silahını tetiğe al. Kıpırdayan olursa kurşunu yapıştır. Haydi bakalım, üçer karış ara ile dizi olunuz. Üzerinizi arayacağız… Eller yukarı, lakırtı yok, hareket yok…”
Düdüğü bu komut arkasından Veysi dudaklarına sıkıştırdıktan sonra aramaya Reşide’den başladı. Kollar havada, korkudan vücut titremede, karı, üzerinde gezinen ellere bakarak, arada bir yüzünde gıdıklanma buruşuklukları göstererek duruyordu.
Ötekiler de gözlerini üzerlerine çevrilen revolverin siyah ağzına dikerek hep aynı vaziyeti aldılar. Maşuk da, Patlıcan Ahmet’ten başladı.
Veysi, kocakarının göğsünü, koltuk altlarını aradıktan sonra karnına, beline, kasıklarına indi. Üzerinde mendil, paket, cüzdan, çıkın, kese, ufak torba çeşidinden daha ne kadar şey varsa meydana döktü. Hepsinin evire çevire içlerine dışlarına baktı. Dört yüz yetmiş beş kuruştan fazla para bulamadı. Hasıl ettiği şüphe üzerine nihayet elleriyle iki apış arasına saldırdı. Karı, o zaman doğurur gibi boğuk bir feryat kopardı. Hem de doğurdu. Bütün insanların hayata çıkış kapısı olan yerden altı yüz lira çıktı. Reşide kaymeleri küçük bir keseye koyduktan sonra ıslaklıktan bozulmalarına aldırmayarak onlara âdet bezi gibi tutunmuştu.
Olabildiği kadar katlanarak kâğıtların hacimleri küçültülmüştü. Veysi bunları birer birer açtı, saydı. Para tamamdı. Altı yüz liranın üç yüzünü ayırdı. Geri kalanını vermiş olduğu söze uyarak erkekçe geri verdi.
Sayarken elinden rüzgâr elli liralık bir kâğıt uçurmuş, onu almaya koştuğu zaman kaymenin yanında gördüğü dörde katlanmış başka bir kâğıdı da ne olduğunun farkında olmadan yerden beraber almıştı.
Tavcılar o günkü vurgunlarının büyük bir kısmını bu kim oldukları belli olmayan kabadayı delikanlılara kaptırmış oldukları için kederli, şaşkın, düşkün bir hâlde birbirlerine bakışakaldılar.
Kendilerine Yavuzlar Çetesi süsü veren bu becerikli üç genç, tavcıların önünde baş keserek:
“Ağalar, bugün siz çalıştınız biz kârınıza ortak olduk. Fakat esef etmeyiniz, sokaklar, çarşılar avanak dolu… Reşide Hanım’da bu çene, sizde bu beceri varken daha çok yüklü vurgunlar vurursunuz. Haydi pazar ola…”
9
Ara sıra zorbanın zorbası, hırsızın hırsızı, dolandırıcının dolandırıcısı olur. Fakat bu üç delikanlı kimseyi dolandırmadı, bir şey çalmadı, kanunca olmayan bir kazançtan, yumruklarının kuvvetine güvenerek kanunsuz bir pay aldı. Lakin bu “kanunca”, “kanunsuz” sözlerinde öyle içinden çıkılmaz bir nispilik vardır ki buna hakça bir muvazene koyulabilse dünya hemen düzeliverir. Bundan çıkan mantık sonu şudur: Meşru ile meşru olmayanın sınırı bazı kazançlarda pek darlaşıp sonunda birbirine karışıyor. Hâli vakti yerinde olanlardan hiç kimse açık vicdanla bu ince bilmecenin çözülmesine yanaşamıyor. Yoksul olanlar varlığa erince davanın bu olmaz tarafından olur tarafına geçiyorlar. En büyük kazançlar en ziyade alın teriyle elde edilenler değildir.
Bugün piyasada “spekülasyon” ile milyonlar kazanan birisi binlerce açın nafakasını kasasına çekiyor. Buna insanlık vicdanı da, kanun da seyirci kalmaktan başka bir şey yapamıyor.
Bu açık bir çalma işi. Bunun kapalı ve gizli hırsızlıklarla farkı var. Birincisi için sermaye, paraca meşhur olmak ve beceriklilik lazım. Bu şartları kendisinde taşıyan çok kimse bulunamıyor.
İkinci çalma için çalmak cesaretinden başka bir şey lazım değil. Onun için bu ikinci yolun heveslileri o kadar çok ki kanun biraz göz yumsa yumruğuna güvenemeyenler güvenenlerin haracına bağlanır, hayatta güven ve düzen kalmaz.
Gazeteler, borsa oyunlarında birinin milyoner olduğunu veyahut filan kimseye büyük piyango çıktığını yazdığı vakit bu havadis gayet merakla okunur, herkesin ağzı sulanır, yüreği titrer, çekemezlik gözü açılır; niçin ona da, bize değil!
İçimizden fışkıran her istek, her günah, onu ötekilerinde gördüğümüz zamanki tehlikeyi, serliğini ve ayıplığını kaybeder, bir çeşit mübahlık alır.
Veysi, Maşuk, Muhsin viraneden çıkıp da daldıkları ilk sokağın köşesini döndükten sonra ıssız bir yerde durdular.
Günahkârlıkta kaşarlanmak da tekrarlama ile olur. Ömürlerinde hiç böyle büyük vurgun vurmamışlardı ve ceplerine bu kadar para girmemişti.
Kaymeleri cebinde tutan Veysi’nin kaçmasından korkuyorlarmış gibi öteki ikisi “Haydi, paylaşalım.” dediler.
Veysi söyleneni anlamıyormuş gibi durgun, sessiz, cevapsız, bir zaman arkadaşlarının yüzlerine baktı. Ötekiler yürekleri içlerine sığmaz bir acele ile tekrar ettiler:
“Ne duruyorsun? Haydi, kaymeleri sökül… Cebinde kaldıkça paraların sıcağı geçecek.”
Veysi dalgınca: “Telaşınız ne be… Durunuz, düşündüğüm var.”
Maşuk: “Bunda düşünecek karışık bir şey yok. Üç kişiyiz. Üç yüz lira. Adam başına yüz lira düşer. Hakça taksim budur.”
Bu “hak” ve “adalet” sözlerinde o kadar sınırsız bir anlaşılma var ki, en bayağı hırsızlar bile birbirlerini inandırmak ve susturmak için bu kelimelerden yardım bekliyorlar.
Veysi ciddi ve düşünceli: “Arkadaşlar, size birkaç nasihatim var, dinler misiniz?”
Maşuk: “Evvela para, sonra nasihat…”
Muhsin: “Benden de al o kadar…”
Veysi: “Korkmayınız paraları aramızda hakça pay edeceğim, şimdi beni dinleyiniz.”
Maşuk: “Paralar cebimize inmedikçe kafamıza laf girmez.”
Veysi: “Hisselerinizi vereceğim fakat bir şartla…”
Maşuk: “Uzatma Veysi… Bu mantarcı herifler bu vurgunun acısını bizde bırakmazlar. СКАЧАТЬ