Kahvenin hikayesi. Stewart Lee Allen
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kahvenin hikayesi - Stewart Lee Allen страница 9

Название: Kahvenin hikayesi

Автор: Stewart Lee Allen

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-16-0

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      “Kahve için Yemen’e gidiyorsun yani,” diyerek bardaki kalabalığa bunu tercüme etti. Herkes kahkahaya boğuldu. “Bugünlerde oraya pek gemi gitmiyor dostum.”

      Adam, daha dün Eritre’nin, iki ülkenin ortasında kalan Yemen’e ait bir grup adayı işgal ettiğinden bahsetti. Kızıldeniz iki tarafın da ordularıyla doluydu ve söylentilere göre Yemen hava kuvvetleri şüpheli görünen gemileri bombalıyordu.

      “Ama sen şanslısın. Arkadaşımın gemisi bugün kalkıyor. Bu gemi için iki hafta boyunca bekleyenler oldu ve bombalar onların umurunda bile değil. Eğer istiyorsan acele etmelisin!”

      Arkadaşının gemisi, parlak boyalı gövdesi uzun zaman önce griye dönmüş 9 metre uzunluğunda bir tekneydi. Teknenin arka tarafına doğru bir çeşit kulübe ve basit bir direk (yelkeni olmayan) vardı, başka da bir şey yoktu. Radyo, lamba ve herhangi bir acil durum donanımı da yoktu. Tuvalet, okyanusun üzerinde asılı duran bir kutuydu. Güverte bile yoktu, sadece 15 Somalili mültecinin üzerinde sağa sola yayıldığı yeşil bir branda altında küfeler vardı.

      Fakat tekne yüzer haldeydi. Kaptan Abdou Hager’le otuz dolara hızlı bir anlaşma yaptık. Tekneye atladım ve beş dakika sonra, Qasid Karin iskeleye bağlı halatların üzerindeki fareleri silkeledi ve denize açıldı. Güneşin yoğun altın rengi ışınlarını tüm göğe yayarak gözden kaybolduğu vakitteydik. Deniz, koyu mora dönmüştü. Ertesi gün Yemen’de olacağımı düşünüyordum. Limanın ağzına vardığımızda tekne yavaşladı. Bir şapırtı sesi geldi ve motor durdu.

      “Aşırı rüzgâr var,” dedi yanımda duran on dört yaşındaki Somalili delikanlı. “Yarın gidiyoruz.”

      Adı Muhammed’di. Muhammed ve kız kardeşi, savaş sona erene kadar akrabalarıyla birlikte yaşamak üzere Yemen’e gönderiliyordu. Aşırı iri kadınsı gözleri ve bükük dudakları olan ince, uzun boylu bir oğlandı ve bence güzeldi. Eğer bir kadın gibi giyinmiş olsaydı, onu genç bir kız sanabilirdim. Amerika’da Somali’deki gibi diktatörler olup olmadığını sordu. Tabii var dedim, tüm büyük yerlerin diktatörleri olmuştur. Muhammed ve kız kardeşi Ali şaşkın görünüyordu. Amerikalı diktatörlerin tankları ve silahlarının olup olmadığını sordular. Pek tankları olmadığını, fakat bir sürü silahları olduğunu söyledim. Amerika’daki pek çok mahallenin Mogadişu’dan farksız olduğuna onları inandırdım.

      Birkaç dakikalık sohbetin ardından çok az İngilizce bilen Muhammed (yine de İngilizcesi benim Somalicemden iyiydi) bana bir hediye verdi.

      Bir tomar Somali şilinini ellerime koyarak “Bunu almanı istiyorum,” dedi. “Al.”

      Kabul etmedim. Somalili mülteciler Amerikalı turistlere nakit para vermemeli. Tam tersi de geçerli. Benim de ona karşılık olarak bir avuç dolusu Amerikan doları vermek gibi bir niyetim kesinlikle yoktu.

      “Hayır, hayır, hayır,” dedim. “Bunu yapmamalısın.”

      “Evet, evet.” Parayı elime tekrar sıkıştırdı. “Al.”

      “Burada çok para var,” dedim. On beş bin Somali şilini vermişti. “Bunu alamam. Sen delirmiş olmalısın.”

      İngilizcesi daha iyi olan bir Etiyopyalı araya girdi. Somali hükümeti çökmüştü ve para değersizdi. Kâğıt parçalarını isteksizce kabul ettim. Hediyesinin değersiz olduğunu düşünüp öyle kabul etmiş olmam Muhammed’i şaşırtmıştı.

      Ali de en çok, Yemen’de peçe takmak zorunda kalacağı için endişeliydi. Elbisesinin kenarıyla alaycı bir şekilde suratını örttü.

      “Kötü, kötü,” dedi. “Ülkemde böyle değil.”

      Yüzü, Arap ve Afrikalı çehresinin harika bir karışımıydı. Bana sürekli çay ve bisküvi ikram ediyordu. Ben de ona Arapça-İngilizce sözlüğümü verdim.

      Gecenin ikisinde, en değerli eşyaları olan küçük bir Casio marka orgu çıkardılar. Onlara Mozart’ın sonatının girişini la majörden çaldım, ancak seçilen tarzda sabit bir senkop16 oluşturan makinenin otomatik ritim kontrolleri onların daha fazla ilgisini çekmişti. Bu tarz bir yolculuğun kahve taşımak için yapıldığı günlerde olsaydık, bu ikisi, rüzgârın sesini bastıran ritmik bossa nova17 parçaları dinlerken, köle olmak üzere yolda olurlardı diye aklımdan geçirdim. Şu an ise sadece mülteciydiler; acaba bu, gerçek bir ilerleme sayılabilir miydi?

      3

      El-Muha’ya Yelken Açış

      Seyahatlerinde bir kahve ağacının yanından geçti ve dini bütün herkesin geleneği olduğu üzere, o da kendisini kahvenin hiç ellenmemiş meyvesiyle besledi. Kahve meyvesini yemenin, uyanıklığını artırarak dini vazifeleri yerine getirilmesini ve ayinlerde uyanık kalmasını sağladığını fark etti.

al-Kawakib al-sa’irn bi-a’yan al-mi’a al-’ashira Najm al-Din al-Ghazzi (1570–1651)

      SABAH TEKNE MOTORUNUN SESİYLE UYANDIM. Artık Cibuti’de değildik. Korkuluk üzerinden etrafı süzerken görebildiğim tek şey, turkuaz renkli deniz suyunun dalgalarla köpürüp benek benek oluşuydu. Gökyüzünü yansıtan kırılmış bir aynaya bakmak gibiydi. Kasırga hiç de bitmiş gibi durmuyordu.

      Diğerlerinin de eşyalarını teknenin arka tarafındaki sundurmaya taşımış olduklarını fark ettim. Olduğum yerde kalmaya karar verdim. Pruvaya bir dalga vurdu ve beni tepeden tırnağa sırılsıklam etti. Bir tane daha dalga geldi ve sonra bir tane daha. Diğerlerinin eşyalarıyla birlikte kendi eşyalarımı teknenin arka tarafına taşırken, güvertenin yirmi derecelik bir açıyla yan yatmış olduğunu fark ettim.

      Qasid ilerlemiyordu. Mürettebat giren suyu kovalarla boşaltıp tekneyi doğrulturken, teknenin burnunu rüzgârdan etkilenmeyecek şekilde döndürdü. Kutular yerlerinden oynamıştı ve bu sorunun, sadece teknenin yükünün yanlış dağıtılmasından kaynaklandığı sonucuna vardım. Sonra bir balıkçı teknesi yarışırcasına yanımızdan geçti ve teknenin ne kadar yüksekten gittiğini fark ettim. Qasid yaklaşık iki metre daha aşağıdan gidiyordu; çünkü kaptanımız tekneyi aşırı doldurmuştu.

      Hareket eder etmez dalgalar pruvaya çarpmaya başladı. Durup suları boşalttık. Bu, tüm gün devam etti. Sonunda mürettebatımız “bisküvi” taşıyan yük teknesinin tuzlu sudan zarar görebileceğinden endişelenmişti. Ancak gerçek sorun, Qasid’in ağırlıklı olarak içki ve AK-4718 taşıyor olmasıydı.

      İçkiler Cibuti’den geliyordu, ancak daha sonra öğrendim ki silahlar Eritre’ye yapılmış başarısız bir satış gezisi sonrasında Yemen’e geri dönüyordu. Bütün o silahların ağırlığı da tekneyi aşağı çekiyordu.

      Mürettebat bir ada bulup fırtınanın dinmesini beklemeye karar verdi. “Mürettebat” diyorum çünkü Kaptan Abdou’yu gemide hiç görmediğimin daha yeni farkına varıyorum. Önemli değil. Qasid’i süren üç genç ve iki yaşlı adam çok geçmeden bir adanın açıklarında demir attılar. Derhal hepimiz eşyalarımızı kurumaları için dışarı СКАЧАТЬ



<p>16</p>

Ritim vurgusunun doğal akıştaki güçlü vuruşa değil, ölçünün hafif vuruşlarına rastlaması. Aksatım. (e.n.)

<p>17</p>

Brezilya kökenli bir müzik ve dans türü. (e.n.)

<p>18</p>

Bir makineli tüfek türü. (e.n.)