Название: Kahvenin hikayesi
Автор: Stewart Lee Allen
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-16-0
isbn:
Büyük Fransız şair hayatının son günlerini bu acayip şatoda, yanında sevgili uşağı haricinde kimse olmadan geçirmişti. Hiç şiir yazmıyordu ve mektuplarında sürekli yalnızlıktan, hastalıktan ve maddi sıkıntılardan yakınıyordu. Hatta bu sıkıntılar yüzünden köleleri ve silahları Etiyopya imparatoruna satmak gibi talihsiz bir teşebbüste bile bulunmuştu. “Demirden uzuvlar… sert bakışlarla” memleketine geri döneceği kehaneti boşa çıkmıştı. Fransa’ya delirmiş halde ve beş parasız döndü. Sol bacağı kesilmişti. Kısa süre içinde de bilinmeyen bir enfeksiyon sebebiyle öldü.
Bir süre salonda dolaştım, ellerimi duvarlarda gezdirdim, balkona çıkıp dışarısını izledim. Muhitte kimse yaşamıyor gibi görünüyordu. Yırtık pırtık giysiler içindeki bir oğlan, kendisine bir şeyler söylediğim anda kaçıp gitmişti. Eski püskü duvar süslerinin aralarındaki yuvalarından güvercinlerin sesleri duyuluyordu.
Evden ayrılırken, adam Rimbaud’nun torunlarıyla tanışmak isteyip istemediğimi sordu.
“Kızlar vardı,” dedi.
“Rimbaud’nun kızları…”
“Rimbaud’nun çocukları mı vardı?” diye sordum.
“Hem de pek çok. Çok güzel kızlar… Çok genç…” dedi ve bir şeyler ima etmek istercesine durdu. “Rambo kız ister misin?”
Arthur Rimbaud’nun gayri meşru kızlarıyla yattığımı hayal ettim, anlatılmaya değer bir hikâye olurdu doğrusu. Buradaki tüm kadınlar gibi, o da güzel biri olabilirdi ve Fransız kökenli bir Etiyopyalıya yaraşacak şekilde son derece kendini beğenmiş de olabilirdi. Bu beni cezbediyordu. Fakat Rimbaud’nun ölümüne sebep olan şey, Hararlı bir kadından kaptığı belsoğukluğu değil miydi? Teklifi reddettim.
HER GECE ŞEHİR DUVARLARININ DIŞINDA TOPLANAN SIRTLAN SÜRÜLERİNE, yemeleri için Harar’ın çöplerini vermekle görevli sırtlan adamları ararken Abera Teshone’yle tanıştım. Bu sistem, hayvanların şehre girmesini ve insanlara saldırmasını önlemek amacıyla uygulamaya koyulmuştu. Korkunç hayvanların yırtık pırtık kıyafetli adamlardan çöp almalarını gözlemlemenin Disney imparatorluğunu devirmesi pek olası değil, ama sistem bugün pek çok turistin ilgisini çekiyor.
Sol bacağı sağ bacağından daha ince olan genç Abera, bu etkinlikte bana rehberlik etmişti ve daha sonra da bira içmeye gittik. Harar’a neden geldiğimi merak ediyordu.
“Buraya pek turist gelmez,” diye açıkladı.
“Evet, fark ettim. Ben kahve hakkında bilgi edinmek için buraya geldim.” Birden aklıma bir şey gelmişti. “Baksana, ziraat öğrencisi olduğunu söylemiştin, değil mi? Kahvenin doğuşuyla ilgili ne biliyorsun?”
“Kaldi ve dans eden keçilerin hikâyesini biliyor musun?”
“Tabii ki,” dedim. Kahveyle ilgili bayatlamış mitolojik efsanelerden biridir. Şöyle anlatılır:
Kaldi isimli Etiyopyalı bir keçi çobanı, bir gün en iyi keçisinin dans ettiğini ve deli gibi melediğini fark eder. Bu, yaşlı erkek keçinin belirli bir bitkinin meyvelerini yemesinden sonra olur. Keçi çobanı da meyvelerden birkaçını ağzına atar ve çok geçmeden kendisi de dans etmeye başlar.
Oralarda dolaşan bir rahip bunu görünce çobana neden bir keçiyle dans ettiğini sorar. Keçi çobanı da durumu izah eder. Sonra rahip meyvelerden birkaçını evine götürür ve onları yedikten sonra uyuyamadığını fark eder. Tesadüfe bakın ki, bu rahip bütün gece süren, oldukça sıkıcı vaazlarıyla ünlüdür ve öğrencilerini uyanık tutmakta zorlanmaktadır. Meyvelerin uykusunu açtığını görünce, “dervişler” denen öğrencilerine vaazdan önce çekirdekleri çiğnemelerini söyler. Dervişlerin bir daha vaaz sırasında uykusu gelmez ve hayret uyandıran irfanıyla insanları sabaha kadar uyanık tutan bu büyük din adamıyla ilgili bu rivayet tüm dünyaya yayılır.
Bir şehir çocuğu olarak, Abera’ya keçilerin meyve yemesinin bana garip geldiğini söyledim. Normalde yapraklı şeyleri yemiyorlar mıydı?
“Hmm, evet, belki de öyleydi,” dedi. “Köylüler hâlâ bu şekilde yapıyor.”
“Kahveyi yapraklardan mı yapıyorlar?”
“Evet. Ona da kati diyorlar.”
“Gerçekten mi? Denemek isterim. Belki de bir kafede…”
“Yok, öyle değil,” diyerek güldü. “Kati sadece evde içilir. Bugünlerde Harar’da bunu içen neredeyse kimse yoktur. Ogadenlileri ziyaret etmelisin. Onlar hâlâ içiyorlar.”
“Nerede yaşıyorlar peki?”
“Ogadenliler mi? Şu an Jiga’da yaşıyorlar.” Söylerken bir hastalıktan bahsediyormuş gibi yüzünü buruşturmuştu. “Fakat oraya gitmemelisin. Çok tehlikeli. Ah o Somalililer, ah o Ogadenliler yok mu… Çok küstah ve kabalar!”
“Neden? Sorun ne?”
“Kaba insanlar!” Ogadenlilerin görgü kurallarından yoksun oluşu Abera’yı çileden çıkarıyordu. “Neden mi, çünkü daha kısa bir süre önce oraya giden bir otobüse kötü bir şey yaptılar. Otobüsteki herkese.”
“Kötü mü? Ne kadar kötü?”
“Ne kadar mı kötü? Hepsini öldürdüler!”
“Bu oldukça kötü,” diyerek ona katıldım.
Abera’nın anlattığına göre, Ogadenli eşkıyalar Jiga’ya giden bir otobüsteki herkesi otobüsten indirmiş ve her birinin Kuran’dan bir ayet okumasını istemişti. Okuyamayanlar kafalarından vurulmuştu. Çölde yaşayan göçebe Ogaden kabilesinden binlerce kişi, Somali hükümetinin çökmesi sonucu kısa süre önce mülteci yerleşim yerlerine gitmeye zorlandı. En büyük mülteci kampı, Etiyopya – Somali sınırındaki Jiga’nın yakınındaydı, bu nedenle de tüm bölgede gerilla faaliyetleri oldukça fazlaydı. Ölü Amerikalı askerlerin sokaklarda sürüklendiği Mogadişu’daki son karışıklıklar, Ogadenlileri özellikle Amerikalılara karşı düşman etmişti. Durum o kadar içinden çıkılmaz bir hal almıştı ki yardım kuruluşları vurulacakları korkusuyla artık Jiga’ya beyazları göndermiyordu.
“Yabancıların oraya gitmesi çok tehlikeli,” dedi. “Peki, sen neden gitmek istiyorsun?”
“Sadece bir fincan kahve içmek istiyorum,” dedim. “Hiç Jiga’ya gittin mi?”
“Berbat bir yer.” Abera Jiga’yı küçümsüyordu. “Gitmeni asla tavsiye etmem,” dedi.
HARAR’DAN JİGA’YA, SÖZDE “HARİKALAR VADİSİ” ÜZERİNDEN GEÇTİĞİMİZ iki saatlik keyifli bir yolculukla vardık. Yine de vadiyi harika yapan şeyin ne olduğunu anlayamadığımı СКАЧАТЬ