Cennetin bu yakası. Фрэнсис Скотт Фицджеральд
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cennetin bu yakası - Фрэнсис Скотт Фицджеральд страница 9

Название: Cennetin bu yakası

Автор: Фрэнсис Скотт Фицджеральд

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-88-7

isbn:

СКАЧАТЬ kendini nefret edilen biri gibi görmesine sebep olduğu için köşelere çekilip somurtuyor ve ışıklar kapandıktan sonra kitap okumaya devam ediyordu. Yalnız kalmaktan ödü koptuğu için birkaç arkadaş edinmişti; fakat bu arkadaşlar okulun elit tabakasından olmadığından onları kendi yansıması olarak düşünür ve kendisi için vazgeçilmez olan tavırları sergileyebileceği bir izleyici kitlesi olarak görürdü. Dayanılamaz derecede yalnız ve çok mutsuzdu.

      Onu rahatlatan bir iki şey vardı. Amory suya dalacak olsa dibe en son batan şey onun kendini beğenmişliği olurdu. Bu yüzden okulun yaşlı kadın hademesi Wookey-wookey, ona gördüğü en yakışıklı çocuk olduğunu söylediğinde Amory’nin gözleri ışıl ışıl parıldamıştı. Okulun futbol takımındaki en çelimsiz ve en genç oyuncu olmak hoşuna gidiyordu. Doktor Dougall’un çok hararetli bir tartışmanın ardından eğer isterse okuldaki en yüksek notları alabileceğini söylemesi de hoşuna gitmişti. Ama Doktor Dougall yanılıyordu. Amory’nin okuldaki en yüksek notları alması mizacı itibarıyla mümkün değildi.

      Acınası, kısıtlanmış, hem öğretmenler hem öğrenciler arasında sevilmeyen… İşte Amory’nin ilk dönemi böyle geçti. Ama yeni yıl geldiğinde ketum ve sevinçli bir halde Minneapolis’e döndü.

      Frog Parker’a tepeden bakan bir edayla “Ah, başlarda biraz toydum,” dedi, “ama iyi uyum sağladım, takımdaki en hafif adam benim. Yatılı okula gitmelisin Froggy. Muhteşem bir şey.”

İyi Niyetli Profesörle Yaşananlar

      İlk dönemin son gecesi başöğretmen Bay Margotson çalışma salonuna haber göndererek saat dokuzda Amory’yi odasına beklediğini söyledi. Amory nasihatlerin yolda olduğunu düşündü, ama saygılı olmaya karar verdi; çünkü Bay Margotson ona iyi davranırdı.

      Davet sahibi onu yüzünde bir gülümsemeyle karşılayarak sandalyeye oturmasını işaret etti. Çok hassas bir mevzuyla karşı karşıya olduğunu bilen bir adam tavrıyla tereddüt ederek konuşuyor ve bilinçli olarak nazik gözükmeye çalışıyordu.

      “Amory,” diye söze başladı. “Seni özel bir mesele için çağırttım.”

      “Evet, efendim.”

      “Bu sene dikkatimi çektin ve senden… Senden memnunum. Bence sen… Sen çok iyi bir adam olabilecek yapıdasın.”

      Amory neler olup bittiğini anlamaya çalışarak “Evet, efendim,” dedi. İnsanların kendisinden kabullenilmiş bir başarısızlık gibi konuşmasından nefret ederdi.

      Yaşlı adam aldırış etmeden “Ama şunu fark ettim ki,” diye devam etti, “çocuklar arasında pek sevilmiyorsun.”

      Amory dudaklarını yalayarak “Evet, efendim,” dedi.

      “Ah, ben düşündüm de, şey… Yani neyden hoşlanmadıklarını tam anlayamamış olabilirsin. Bunu sana söyleyeceğim, çünkü inanıyorum ki, ah… Eğer bir çocuk sorunlarının ne olduğunu bilirse bunların üstesinden daha kolay gelebilir… Yani başkalarının kendinden beklentilerine uyum sağlayabilmek için.” İtina gerektiren bir suskunluğun ardından yine tereddütle devam etti: “Senin şey olduğunu düşünüyorlar, şey… Çok küstah…”

      Amory daha fazlasına katlanamazdı. Sandalyesinden doğruldu, konuşurken sesini zar zor kontrol ediyordu:

      “Biliyorum… Ah, bildiğimi düşünmüyor muydunuz?” Sesi yükseldi. “Ne düşündüklerini biliyorum, bunu bana söylemek zorunda olduğunuzu sandınız!” Duraksadı. “Ben… Ben şimdi geri dönmeliyim… Umarım kaba davranmıyorumdur…”

      Aceleyle odadan çıktı. Serin havada odasına doğru yürürken kendisine önerilen yardımı reddetmekten sevinç duyuyordu.

      “Aptal bunak!” diye bağırdı. “Sanki bilmiyorum!”

      Bunun tekrar çalışma salonuna dönmemek için iyi bir bahane olduğuna karar vererek odasına dönüp koltuğa kuruldu, kurabiye yiyerek Beyaz Birlik’i12 bitirdi.

Harikulade Kız Hadisesi

      Şubat ayında parlak bir yıldız vardı. Uzun zamandır beklenen bir olaymış gibi Washington’ın doğum gününde13 tüm New York’un ilgisini çekmişti. Yıldızın lacivert gökyüzünde bıraktığı bir anlık parlak beyazlık, Binbir Gece Masalları’ndaki şehirlerin akıllarda canlandırdığı tüm ihtişama denkti. Ama bu defa Amory onu sokak lambalarının, Broadway’daki ışıklı at arabası tabelasının ve St.Regis’ten Paskert’la birlikte yemek yediği Astor’daki kadınların gözünden görüyordu. Paskert’la asabi konuşmalar, akort edilen kemanların gürültüsü, boya ve pudranın baştan çıkarıcı yoğun kokusuyla karşılandıkları tiyatronun salonuna girerken Amory muazzam bir zevk ve haz duygusuna sürüklendi. Her şey onu büyülüyordu. Oyun, George M. Cohan’ın “The Little Millionaire”iydi. Oyundaki esmer genç kızın dansını ışıldayan gözlerle kendinden geçerek izlemişti.

      Ah… Sen… Harikulade kız

      Ne harikulade kızsın sen…

      diye söylüyordu tenor ve Amory sessiz ama tutkulu bir şekilde onayladı.

      Senin… Tüm… Güzel sözlerin

      Heyecanlandırıyor beni…

      Kemanlar gittikçe yükselerek son notaları titretti, kız sahnede kıvrak bir kelebeğe dönüştü ve tüm salonda bir alkış koptu. Ah böyle âşık olmak, böylesine büyüleyici bir melodinin sarhoş edici ahengine kapılmak…

      Son sahne bir terasta geçiyordu, çellolar ayın müziğine iç çekti. Sahne, hafif macera ve derinliksiz sabun köpüğü komedi arasında gidip geliyordu. Terasların müdavimi olmak, bunun gibi bir kızla, hayır hayır! Daha iyi bir kızla, anlaşılmaz bir garson, dirseğinin üzerinden şampanyalarını doldururken saçları altın rengi ay ışığıyla kaplanmış hayallerindeki o kızla tanışmak için yanıp tutuşuyordu. Perde son kez indiğinde öylesine uzun bir iç çekti ki ön sıradakiler dönüp ona baktılar ve rahatça duyacağı bir ses tonuyla şöyle dediler:

      “Ne dikkate şayan görünüşlü bir çocuk!”

      Bu sözler hemen dikkatini oyundan alıp götürdü, acaba New York ahalisine gerçekten de yakışıklı mı görünüyorum diye merak etti.

      Paskert ve Amory otellerine doğru yola koyuldular. İlk konuşan Paskert oldu. On beş yaşındaki titrek sesi Amory’nin hayallerine melankolik bir iz bırakarak daldı.

      “Bu akşamki kızla evleneceğim.”

      Hangi kız olduğunu sormasına gerek yoktu.

      Paskert “Onu eve götürüp ailemle tanıştırmaktan gurur duyarım,” diye devam etti.

      Amory kesinlikle etkilenmişti. Bunları söyleyenin Paskert değil kendisi olmasını dilerdi. Kulağa çok olgunca geliyordu.

      “Şu aktrisleri merak ediyorum, hepsi gerçekten de ahlaksız insanlar mı?”

      Tecrübeli genç üstüne basa basa “Hayır, bayım, hiç alakası yok,” dedi “ve o kızın altın gibi pırıl pırıl olduğunu biliyorum. СКАЧАТЬ



<p>12</p>

Beyaz Birlik (1891): “The White Company”, Arthur Conan Doyle’un tarihsel romanı. (ç.n.)

<p>13</p>

Washington’ın doğum günü: Şubat ayının üçüncü pazartesi günü, ABD’nin ilk başkanı George Washington’ın doğum günü onuruna düzenlenen, daha sonra tüm başkanların anıldığı bir kutlama halini alan ulusal bayram. (ç.n.)