Название: Cennetin bu yakası
Автор: Фрэнсис Скотт Фицджеральд
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-88-7
isbn:
Arazinin iki yüz kırk bin metrekarelik bölümüne eski yeni yazlıklar, çeşmeler ve yeşilliklerle kaplı kuytu köşelerde birden göze batan beyaz banklar yayılmıştı. Sayıları giderek artmaya başlayan beyaz kediler çiçek bahçelerinde sinsi sinsi dolanıyor ve geceleri ağaç karaltılarının arasından aniden beliriveriyordu. Sonunda Bay Blaine her akşamki gibi kütüphanesine çekilince Beatrice o kuru patikalardan birinde Amory’yi yakaladı. Kendisinden kaçtığı için onu bir güzel azarladıktan sonra ay ışığı altında baş başa uzunca konuştular. Amory annesinin güzelliğine bir türlü alışamıyordu, zarif boynu ve omuzlarıyla otuz yaşın zarafetini taşıyan bu şanslı kadın onun annesiydi.
“Amory, canım,” diye hafifçe mırıldandı, “senden ayrıldıktan sonra tekinsiz, tuhaf zamanlar geçirdim.”
“Öyle mi Beatrice?”
“Son sinir krizimi geçirdiğimde…” bundan sanki yürek isteyen görkemli bir başarıymış gibi bahsediyordu. “Doktorlar dedi ki…” sesi giderek mahrem bir ton alıyordu, “eğer benim içki alışkanlığım dinç bir adamda olsaymış şimdiye dek fiziken çöker ve çoktan mezarı boylarmış, canım, çoktan…”
Amory ürkerek geri çekildi ve Froggy Parker’ın bu konuda ne düşüneceğini merak etti.
“Evet,” Beatrice hüzünle devam etti, “hayaller gördüm… Muazzam düşler…” Avuçlarını gözlerine bastırdı. “Ebruli sahillere vuran bronz nehirler gördüm ve havada süzülen kocaman kuşlar, gökkuşağına benzeyen tüyleri olan rengârenk kuşlar. Tuhaf nağmeler ve kaba saba borazanların gürültüsünü duydum. Efendim?”
Amory kendini tutamayıp sinsice gülmüştü.
“Ne var, Amory?”
“Devam et dedim, Beatrice.”
“Hepsi bu… Hemen hemen aynı şey tekrarlanıp durdu, bunların son derece sönük gözükmesine sebep olacak gösterişli renklere sahip bahçeler; baş döndürücü bir hızda dönüp duran, kış aylarından daha soluk, hasat aylarından daha parlak aylar…”
“Peki, şimdi daha iyi misin Beatrice?”
“Gayet iyiyim, daha iyi olamazdım. Kimse beni anlamıyor, Amory. Bunu sana tam olarak ifade edemem Amory, ama… Kimse beni anlamıyor.”
Amory çok duygulanmıştı. Kolunu annesine dolayıp başını nazikçe omuzuna sürttü.
“Zavallı Beatrice, zavallı Beatrice.”
“Bana kendinden bahset Amory. İki yılın korkunç mu geçti?”
Amory önce yalan söylemeyi düşündü, ama sonra vazgeçti.
“Hayır, Beatrice. Güzeldi. Burjuvaya ayak uydurdum. Bayağı biri oldum.” Böyle söylediği için kendine şaşıyordu, Froggy bunları duysa ağzı açık kalırdı diye düşündü.
Birden “Beatrice,” dedi, “yatılı okulda okumak istiyorum. Minneapolis’teki herkes yatılı okula gidecekti.”
Beatrice biraz telaşlandı.
“Ama sadece on beş yaşındasın.”
“Evet, ama herkes yatılı okula on beşinde başlıyor ve ben gitmek istiyorum Beatrice.”
Beatrice’in ihtarıyla yürüyüş boyunca bu konu bir daha açılmadı, ama bir hafta sonra Amory’ye müjdeyi verdi:
“Amory, kendi yolunu çizmene izin verme kararı aldım. Eğer hâlâ istiyorsan okula gidebilirsin.”
“Evet!”
“Connecticut’taki St. Regis’e gideceksin.”
Amory hemen heyecanlandı.
Beatrice “Hazırlıklar yapılıyor,” diye devam etti. “Gitmen senin için daha iyi olacak. Şahsen ben Eton’a, oradan da Oxford Chris Church’e gitmeni yeğlerdim; ama şu an için bu, pek olası gözükmüyor. Mevcut durumda üniversite meselesinin kendiliğinden çözüme kavuşmasını bekleyeceğiz.”
“Sen ne yapacaksın Beatrice?”
“Tanrı bilir. Kaderimde bu ülkede yaşlanmak varmış gibi gözüküyor. Amerika’da bulunmaktan pişman değilim, aslına bakarsan bunun sıradan insanlara özgü bir pişmanlık olduğunu düşünüyorum. Ayrıca gelecek vaat eden büyük bir ulus olduğumuzdan da eminim ama yine de…” diyerek iç çekti, “ömrümün çok daha eski, yıllanmış bir medeniyette, yeşilin ve sonbahar renklerinin hâkim olduğu bir ülkede geçmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Amory cevap vermeyince annesi devam etti:
“Tek pişmanlığım senin başka ülkeleri görememiş olman. Ama sen bir erkek olduğun için burada, öfkeli kartalın gölgesinde yetişmende bir sakınca yok, bu doğru bir ifade mi: öfkeli kartal?”
Amory öyle olduğunu söyledi. Japon istilasına anlam veremiyordu.
“Okula ne zaman başlayacağım?”
“Gelecek ay. Sınavlara girmek için oraya biraz daha erken gitmelisin. Ondan sonra bir hafta boşluğun olacak, o sürede Hudson’a gidip birini ziyaret etmeni istiyorum.”
“Kimi?”
“Monsenyör Darcy’yi, Amory. Seni görmek istiyor. Harrow’a, oradan da Yale’e gitti, sonra da Katolik oldu. Onun seninle konuşmasını istiyorum, sana faydası olacağını sanıyorum…” Çocuğun kumral saçlarını nazikçe okşadı. “Sevgili Amory, sevgili Amory…”
“Sevgili Beatrice…”
Böylelikle eylül başında Amory yanına altı kat yazlık çamaşır, altı kat kışlık çamaşır, bir süveter ya da tişört, bir hırka, bir palto, kışlık vesaire alarak okullar diyarı New England’a doğru yola koyuldu.
Orada New England’ın ruhsuz hatıraları ve büyük, üniversite benzeri sosyal hiyerarşileriyle tanınan Andover ve Exeter; Boston ve New York’un en zengin ailelerinden üyeleri kabul eden St. Mark, Groton ve St. Regis; büyük kayak pistleriyle St. Paul; başarılı ve iyi giyimli üyeleriyle Pomfret ve St. George; Orta Batı’nın zenginlerini Yale’deki sosyal başarılara hazırlayan Taft ve Hotchkiss; Pawling, Westminster, Choate, Kent ve daha yüzlerce özel okul vardı. Hepsi, zihinlerini harekete geçiren tek şey olan üniversite giriş sınavlarına odaklanarak, “bir Hıristiyan beyefendisi olmak için gereken zihinsel, ahlaki ve fiziksel eğitimi eksiksiz verdiklerini, gençleri çağın ve kuşağın getirdiği problemlerin üstesinden gelecek şekilde yetiştirdiklerini ve Fen-Edebiyat alanında sağlam temeller sağladıklarını” ve kendi geleneksel, güçlü, etkileyici mezunlarını imal ettiklerini ilan eden yüzlerce yönerge yayımlarlardı.
Amory St. Regis’te üç gün kaldı, küçümsemeye varan bir özgüvenle sınavlara girdikten sonra rehberlik alacağı ziyaretini gerçekleştirmek üzere New York’a döndü. Sabahın erken saatlerinde etraflıca göremediği büyük şehirde Hudson Nehri’ndeki vapurdan görünen uzun, beyaz binaların temizliği dışında onu etkileyen СКАЧАТЬ