Bin mumlu ev. Meredith Nicholson
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bin mumlu ev - Meredith Nicholson страница 5

Название: Bin mumlu ev

Автор: Meredith Nicholson

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-07-8

isbn:

СКАЧАТЬ Amerika başkonsolosu olan arkadaşım mizah duygusundan yoksun biri değildi. Onu da hemen Larry’nin tarafına çektim. İngiliz adam intikam istiyordu ve bütün güçleri devreye soktu. Mantıklı olarak Larry’nin Britanya tebaası olduğunu, Amerikan konsolosunun ona sığınak sağlamaya hakkı olmadığını iddia ediyordu. Hukuken ve fiilen dayanağı sağlam bir iddiaydı. Ancak Larry, İngiliz değil İrlandalı olduğunu ve ülkesinin Türkiye’de bir temsilcisi olmadığı için nereden iltica teklifi gelirse oraya sığınma imtiyazına sahip olduğunu söylemişti. Larry her zaman tanıdığım en akla yatkın insanlardan biri olmuştu ve aramızda -Amerikan konsolosuyla ben yani- ondan övgüyle söz ederek kendisini korumuştuk.

      İşin komik yanını çok daha sonra öğrenmiştim. Larry aslında İngiltere doğumluymuş ve İrlanda’ya bağlılığı tamamen duygusal ve idealistmiş. Elbette ailesi uzun zaman önce İrlanda’dan gelip İngiltere’ye yerleşmiş. Ancak Larry kendini biraz biraz bilmeye başlayınca -reşit olmasa da- Oxford’dan ayrılmış ve Dublin’den mezun olmakta ısrar etmiş. Hatta ölüm perilerine bile inanıyor ya da inandığını düşünüyormuş. Üniversite yıllarında İrlanda’nın ulusal varlığının ayrılması gerektiğini savunan radikal ve kavgacı insanlarla arkadaş olmuş ve ara ara isyan çıkarmaktan bir ay hapis yatmış. Ama Larry’nin sezgileri bilime oldukça yatkınmış. Üniversitede parlak bir başarı gösterdikten sonra, yirmi iki yaşında dünyayı gezmeye çıkmış ve bu işi çok sevmiş. Babası meşgul bir adammış. Başka oğulları da olduğundan Larry’ye izin vermiş ve saygın birine dönüşmeye hazır olana kadar evden uzak durmasını söylemiş. Konstantinopolis'ten sonra kısa bir Avrupa turu yaptık ve ardından kayıp krallıkların bereketini aramak üzere Akdeniz’i geçtik birlikte. Orada üç yıl geçirdik. Kahire’de gayet dostane bir şekilde ayrıldık. O İngiltere’ye, sonra da çok sevdiği İrlanda’ya döndü. Maceralarımızın en karanlık günlerinde en vahşi Galce şarkılarını neşeyle söylerdi ve benimsediği ülkesinin Çimen’ine -bilhassa büyük harfle kullanırdı- duyduğu sevgiyi hiç yitirmedi.

      Larry’nin tertemiz giyinmek gibi bir alışkanlığı vardı. O akşam Doğu Yakası’ındaki konuk evinden oldukça düzgün bir kıyafetle ve centilmenlere yaraşır bir sükûnetle çıkmış, huzursuzluğu besleme ve isyana teşvik etme yaradılışıyla tamamen zıt bir görüntü sergilemişti. Sherry’s’de rahat bir akşam yemeği yemek için oturduğumuzda, alçakgönüllülükle diyebilirim ki ürkütücü bir görüntü oluşturmuyorduk. Kendimi de dahil etmem gerekirse ikimiz de ortalama uzunluğun birazcık altında, zinde, heyecanlı ve bir de iyi eğitimliydik. İnce, tıraşlı yüzlerimiz iyice esmerleşmişti. Benimkinde gemide geçirdiğim günlerden kalan daha taze bir katman vardı hatta.

      Larry daha önce Amerika’ya hiç gelmemişti ve manzara ikimiz için de bir neşe kaynağı, görülmeye değer yeni bir şeydi. Larry’yle uluslardan ve ırklardan konuşurken, Amerikalıların dünyadaki en iyi görünümlü ve iyi giyimli insanlar olduğunu söylerdim. Sanırım o gece restoranda toplanmış insanların alışılmadık gösterişini izlerken o da buna ikna olmuştu. Işıklar, müzik, kadın kıyafetlerinin çeşitliliği ve zenginliği, kesinlikle yabancı oldukları anlaşılan yüzler, dünyanın harap ve kasvetli yerlerindeki güçlükleri kanıksamış duyularımızın üzerine bir hoş geldin büyüsü serper gibiydi.

      “Anlat bakalım şimdi,” dedim. “Cinayet mi işledin? Vatana ihanet türünden bir suç mu?”

      “Galway’de arazi sahipleri arasındaki bir kavgaya karıştım ve bir polisi dövdüm. Kavganın gazetelerde ortalığı karıştırmasına bakarak sağlam dövdüm diyebilirim. Birkaç hafta ortalıkta görünmedim. Queenstown’da bir gemi yakaladım ve işte buradayım. Prangaya vurulmadan Çimen’e dönebilmenin bir yolunu bulmayı bekliyorum.”

      “Kesinlikle asılmak için doğmuşsun Larry. Amerika’da kalsan daha iyi. Burada her yerdekinden daha geniş bir alan var. Ayrıca Amerika’da birini kaçırıp öldürmek o kadar da kolay değil.”

      “Değildir muhtemelen ama yine de tam manasıyla huzurlu değil,” dedi çatalına bir parça yaladerma1 alarak. “Çaktırmadan sağındaki süslü centilmene baksana. Saat dört yönündeki masada, pembeli hanımefendinin yanında. O adamın İngiltere konsolosu olduğunu öğrenmek ilgini çekebilir.”

      “İlginç ama önemi yok. Bir an bile sanma ki…”

      “Bana baktığını mı sanmayayım? Asla. Ama notlarında adımın olduğuna şüphe yok. Burada beni takip eden dedektif epey sıkıcı. Bu sabah bankada seninle konuşurken izimi kaybetti. Sonra bir saat boyunca ben onun peşinden gittim ve beni İngiltere konsolosunun ofisine götürdü. Teşekkür ederim, başka balık istemiyorum. Neyse, keyfini çıkaralım. Asılmak için doğmadım. Siyasi bir muhalif olduğum için beni ele geçirirse sürgün edilebilir miyim, ondan da şüpheliyim.”

      İnce, bakımlı parmaklarının arasında tuttuğu kadehindeki baloncukları dalgın dalgın izledi.

      “Sen şimdi ne yapıyorsun, gelecekte ne yapacaksın, anlat biraz,” dedi.

      Büyükbaba Glenarm’ın mirasıyla ilgili hikâyeyi olabildiğince kısa bir özet halinde anlattım, zira kısa anlatımlar arkadaşlığımızın belirlenmiş yasalarından biriydi.

      “Yani bir yıl boyunca ellerini bağlayıp hiçbir şey yapmadan bekleyeceksin, öyle mi? Bana acayip çekici geldi doğrusu. Para olmasa da yapardım.”

      “Ama bir şeyler yapmaya niyetliyim. Eğer içimde bir parça iyilik varsa, büyükbabamın anısı için iyi bir şeyler yapmaya mecburum.”

      “Bu aşırı duygusallık tam senlik Glenarm,” dedi dalga geçer gibi. “Ne gördün, bir hayalet mi?”

      Birkaç adım ötede bir anda Arthur Pickering’i görünce hafifçe irkilmiş olmalıydım. Altı yedi kişilik bir grup ayağa kalmıştı ve Pickering, bir kızla birlikte kısa bir süreliğine diğerlerinden ayrıldı.

      Genç bir kızdı. Pickering’in masasındaki en genç insandı. Pickering’in heybetli görüntüsünün yanında, bu genç kızın boyu ve dış hatlarındaki kadınsılığın altı çiziliyordu sanki. Boynundaki ve bileklerindeki beyaz çizgiler dışında siyahlar içindeydi. Partideki diğer kadınların gösterişiyle ciddi bir zıtlık oluşturuyordu. Yelpazesini düşürünce Pickering eğilip aldı. Genç kadın beklerken ilgisizce bana doğru döndü ve bir an için göz göze geldik. Büyük ihtimalle Pickering’in kız kardeşiydi. Kafamda Pickering’in gençlik yıllarından tanıdığım ailesini yeniden hatırlamaya çalıştım ama karşımdaki kadını bir yere oturtamadım. Kadın Pickering’in önünden geçip giderken gözlerimle onu takip ettim. Dimdik bir duruş. Özgür ve zarif. Ama çekici bir onur ve letafet de vardı duruşunda. Sarı saçları, siyah şapkasının altında parıldıyordu.

      Tamamen bana çevirdiği gözleri hayatta gördüğüm en hüzünlü, en güzel gözlerdi ve o şaşaalı, kalabalık odada bile büyüsünü hissettirdi. Hafızama kalıcı bir şekilde nakşolundu. Hüzünlü, hülyalı ve arzulu. Kendimi kaptırınca Larry’yi unuttum.

      “Haksız avantaj elde ediyorsun,” dedi sessizce. “Arkadaşın mı?”

      “En baştaki iri adam, arkadaşım Pickering,” diye yanıtladım. Larry başını hafifçe çevirdi.

      “Evet, СКАЧАТЬ



<p>1</p>

Çatal kuyruk ya da tüysüz olarak da bilinen bir balık türü. (e.n.)