Anadolu'nun Kültürel Kökleri. Reşit Ergener
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anadolu'nun Kültürel Kökleri - Reşit Ergener страница 5

Название: Anadolu'nun Kültürel Kökleri

Автор: Reşit Ergener

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258068955

isbn:

СКАЧАТЬ Robert 1988, 372)

      Çatalhöyük hanımının adını aramaya, bebeklerin ilk çıkardıkları seslerle başlayalım. Bu sesler arasında ma ya da na var. An, Sümer dilinde “cennet”, ama da anne anlamındaydı. Anna, Hatti dilinde “kadın”, Hitit dilinde ise “anne” demekti. Luwicede anni, “anne” demekti.

      Himalayalar'da Annapurna, “göğsü bereketle dolu dağ”dır (B. Walker 1983, 38). Eski İran'da, kadın kabile liderlerine, büyükanne anlamında hannahanna ya da anna denirdi (B. Walker 1983, 373).

      Sümer tanrısı Anut, tanrıça Anna-Nin'in erkekleştirilmiş biçimiydi. Anna-Nin, Yunanların Anaitis ve İranlıların (Venüs gezegenine verdikleri adla) Ana-hid adıyla çağırdıkları Avesta tanrıçası Ana-hita kimliğinde de göründü (B. Walker 1983, 28).

      Yunanistan'ın yerli halklarından Pelasgilerin tanrıçasının adı Anna'ydı. İtalyanlar onu “Ölümsüz Anna” adıyla çağırdılar. Adını Libya tanrıçası Neith'ten alan Athena da (Ath-enna) bir başka Anna olabilir (B. Walker 1983, 74).

      Ovid, Anna'nın, Ay Tanrıçası Minerva olduğunu söyler. Sappho, “ana” sözcüğünü, kraliçe anlamındaki “Anassa” sözcüğü yerine kullanır (Graves, Robert 1988, 369-70).

      O, İrlanda mitolojisinde, yaşam ve ölüm veren Danaan tanrıçası “Tanrıların Annesi” Ana ya da Anan ve Britanya folklorunda, çocukları öldüren ve öldürdüğü çocukların derilerini, kurumaları için meşe ağaçlarına asan Cat Anna (Kedi Anna) adıyla bilinirdi. Keltlerin üçlü dişi tanrıçası Morriga'nın (Morgan) bakire özelliğinin adı Ana'ydı (Graves, Robert 1988, 370).

      Eski Ahit'te Ana, Esau'nun eşidir (Yaratılış, 36. bap). James Joyce, Anna Livia Plurabelle'in kimliğinde onun evrenselliğini keyifli bir biçimde sergiledi.

      Hıristiyan mistikleri için o, Meryem'in annesiydi: Anna.

      Anna sözcüğüne atfedilen nerdeyse evrensel “anne” anlamı, bize İngiliz ozan Robert Graves'in, bu yazının başına aldığımız şu ifadesinde haklı olduğunu mu gösteriyor?

      “Büyük tanrıçaya tek, basit, kapsamlı bir ad vermek gerekirse, en iyi seçim Anna olacaktır.” (Graves, Robert 1988, 372)

      … Ve Anadolu

      Ve bu toprakların en eski tanrıçasının adı Anna ise, Anadolu adının oluşumunda Anna sözcüğünün tanrıça ya da anne anlamları taşımasının bir etkisi olmuş muydu?

      Yaygın kabul gören bir açıklamaya göre “Anadolu” sözcüğü, Helen dilinde “doğuş, özellikle güneşin doğuşu; doğu” anlamındaki anatole sözcüğünden türemiştir. Bu sözcüğün kaynağı, Eski Yunanca “doğmak, çıkmak” anlamındaki anatéllō αντέλω fiilidir (Nişan-yan 2020).

      Bizim kullandığımız Anadolu adı, Anadolu yarımadasındaki önemli bir Doğu Roma ili olan Anatolikon Thema'nın (thema: kolordu çıkaran il) adını taşıması nedeniyle önce o ilin, sonra tüm yarımadanın kısaca Anatoli diye adlandırılmasıyla ortaya çıkmıştır. “Doğu Roma'nın Anatolikón askeri eyaleti Amorium/ Emirdağ kenti merkez olmak üzere 640 yılından sonra kuruldu. Latince eşdeğer adı Oriens ('Doğu') idi. 1329-1337 yıllarında burada bulunan Arap seyyah İbn Battuta Afyon-Kütahya-Ankara yöresini Anaṭoliyya adıyla anar.” Anadolu, “Fatih döneminden itibaren 'İstanbul'un doğusu ile Fırat arasındaki alan' anlamını üstlendi.” (Nişanyan 2020)

      Anadolu sözcüğünün kısa etimolojisi bu. “Anna” sözcüğünün tanrıçanın ve annenin evrensel adı olmasının, “Anadolu” sözcüğünün oluşumuna bir katkısı olmamış. Bu durumda “Anadolu” sözcüğünün “Anna”yı içermesini hoş bir rastlantı olarak kabul edebiliriz.

      Yine de Kubaba'nın, Kibele'nin, Artemis'in ve diğer Anadolu tanrıçalarının olası anneannesi, Çatalhöyük hanımının ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğimiz adı için yapabilecek en uygun tahmin “Anna” olacaktır.

      2

      TANRIÇANIN SİMGELERİ

      Tanrıça Uygarlıkları

      Bütün insanlığın, babaların bilinmediği ortak yaşamda, sadece anne bağlarına dayalı bir dönemden geçtiğini ileri süren Bachofen, annelik bilincinin hayvanlarda da olduğunu ama babalık bilincinin insana özgü olduğunu söyler. Dolayısıyla anaerki, ataerkiden geridir ve ataerki ileri bir adımdır. Çünkü ataerki, insan bilincinin, hayvan bilincinin ötesine geçtiğini gösterir.

      Ancak insanlığın geçirdiği (ya da geçirdiğine inanılan) anaerki aşaması, barışçı, anne sevgisiyle beslenen parlak bir dönem olarak yüceltildi de. Yirminci yüzyılda, Litvanya kökenli Amerikalı arkeolog Marija Gimbutas, tarımın başladığı ve insan topluluklarının yerleşik düzene geçtiği neolitik dönemde, Güneydoğu Avrupa'da bereketi kutsayan, barışçı, eşitlikçi ve anaerkil bir uygarlığın egemen olduğunu ileri sürdü. Bu uygarlık, kadınlar tarafından ya da kadınlarla erkekler tarafından birlikte yönetiliyordu.

      Gimbutas'a göre çoğu doğum yapar durumdaki kadın figürinler, bu uygarlığın tanrıçalarını temsil ediyordu. Barışçı ve eşitlikçi tanrıça uygarlıkları, savaşçı ve katmanlaşmış ataerkil Hint-Avrupalı Kurgan halkları tarafından ortadan kaldırıldı. Onların yerini savaşçı, uyumsuz, kavgacı erkek egemen toplumlar aldı.

      Prehistorik toprak figürinler gerçekten tanrıçaları mı temsil ediyordu? Kadınlar tarihte sadece bereketle ilgili ve barışçı roller mi üstlendi? Tanrıçalar anaerkiye, tanrılar babaerkiye mi özgüdür? Kibele ve Artemis gibi güçlü tanrıçalara tapınılan toplumlardaki babaerkiyi nasıl açıklayabiliriz? Bunlar ve benzeri sorular bilim insanları tarafından tartışılıyor.

      Tanrıçanın Alfabesi

      Arkeolog Marija Gimbutas, neolitik dönemde bazı geometrik simgelerin Orta Avrupa'dan Anadolu'ya uzanan geniş bir coğrafyada, çömlekler, mühürler ve duvar resimlerinde binlerce yıl boyunca (yaklaşık MÖ 6500-3500 arası) sistematik olarak yinelenmesinin bir rastlantı olamayacağı kanısındadır. Gimbutas, bu simgelerin dönemin tanrıça dininin bir tür kutsal alfabesini oluşturduğuna inanır. Ankara Anadolu Uygarlıkları Müzesi'nde sergilenen neolitik objeler üzerindeki simgeleri Marija Gimbutas'ın gözüyle incelemek, bu objelere bakış açımızı zenginleştirecektir.

      Anadolu Uygarlıkları Müzesi'ne girince göze ilk çarpan neolitik simge, bir Çatalhöyük evi rekonstrüksiyonunun duvarındaki üçgenlerdir. Bu müzede üçgen motifini, neolitik çömlekler ve mühürlerde, ayrıca yine neolitik ve daha sonraki dönem kadın figürinlerinin üreme organlarının bulunması gereken yerlerde görürüz. (Çatalhöyük'te çok sayıda mühür bulundu. Bu mühürler, tekstil üzerine baskı yapmak ya da kişisel mülkiyeti göstermek amacıyla kullanılmış olabilir.)

      Güney Fransa'da Dordogne'da, neolitikten çok önce, MÖ yaklaşık 30.000 yıllarında, mağara duvarlarına kadın üreme organı resimleri yapıldı. Gimbutas, bu resimlerin tanrıçanın ilk betimlemeleri olduğunu düşünmektedir (Gimbutas 1989, 99).

      Kadın СКАЧАТЬ