Название: Grimm Masalları
Автор: Братья Гримм
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-83-8
isbn:
Genç: “Hayır, kâhya olmayacağım; ben başhizmetkârım ve öyle kalacağım. Ancak anlaştığımız şartları da yerine getireceğim.” demiş.
Kâhya, ona ne isterse vermeye hazırmış ancak ne dediyse işe yaramamış; başhizmetkâr her şeye, “Hayır!” diyormuş.
Kâhya ne yapacağını bilememiş ve bir kaçış yolu bulabilmek için on beş günlük bir süre istemiş. Başhizmetkâr da bu süreye razı gelmiş.
Kâhya bütün çalışanlarını konuyu düşünmeleri ve ona fikir vermeleri için bir araya toplamış. Çalışanlar uzun süre düşünüp taşınmışlar; en sonunda başhizmetkâr olduğu sürece kâhyanın hayatının tehlikede olduğunu, kâhyanın devi değirmene gönderip orayı temizlemesini söylemesini ve o aşağıdayken de değirmen taşlarından birini aşağıya yuvarlayıp kafasına düşürerek onu öldürmesini önermişler. Böylece genç devden kurtulacaklarını düşünüyorlarmış.
Bu öneri kâhyanın hoşuna gitmiş, başhizmetkâr da değirmene inmeyi kolayca kabul etmiş. Dev aşağıda dururken en büyük değirmen taşını yuvarlayıp kafasına atmışlar. Bu şekilde devin kafasını kırdıklarını sanırlarken o, aşağıdan bağırmış: “O tavukları değirmenin önünden çekin, toprağı eşeleyip gözüme tanecikler kaçırıyorlar, sonra göremiyorum.”
Bunu duyan kâhya da: “Kışt, kışştt!” diye bağırarak tavukları kovalıyor gibi yapmış.
Başhizmetkâr işini bitirdiğinde yukarı tırmanmış ve boynuna geçmiş olan değirmen taşını göstererek: “Bakın, ne kadar da güzel bir kravatım oldu.” demiş. Başhizmetkâr yine ödülünü almak istemiş ama kâhya ondan bir on beş gün daha rica etmiş.
Çalışanlar yine bir araya toplanmışlar ve kâhyaya; başhizmetkârı gece vakti, o zamana kadar giden kimsenin geri dönemediği lanetli değirmene, mısır öğütmeye göndermesini söylemişler. Bu öneri kâhyanın hoşuna gitmiş, hemen o akşam başhizmetkârı çağırmış ve lanetli değirmene dört yüz kilo mısır götürüp gece boyunca öğütmesini söylemiş.
Başhizmetkâr tavan arasına gidip yetmiş kilo mısırı sağ cebine, yetmiş kilosunu sol cebine, yüz elli kilosunu cüzdanına, otuz beş kilosunu sırtına ve son otuz beş kilosunu da göğsüne alıp yüklü bir şekilde lanetli değirmene gitmiş.
Değirmenci, değirmenden ayrılmadan önce genç deve; mısırları gündüz öğütmesini, geceye kalmamasını, değirmenin lanetli olduğunu ve şimdiye kadar mısır öğütmeye gece vakti giden herkesin sabaha içeride ölü bulunduğunu söylemiş. Genç dev: “Ben hallederim, sen git yat.” diyerek değirmene girmiş ve mısırları yaymış.
Saat on bir gibi değirmencinin odasına gitmiş ve koltuğa oturmuş. Orada otururken aniden kapı açılmış ve içeriye büyükçe bir masa girmiş; masanın üzerinde de içecekler, etler ve birbirinden güzel yemekler varmış. Ancak her şey kendi kendine geliyormuş, onları taşıyan kimse yokmuş. Ardından sandalyeler kendi kendilerine yukarı çıkmış ama yine ortada kimse yokmuş.
Sonra genç dev; çatal ve bıçakları tutan, tabaklara yemekleri koyan parmaklar görmüş ama yine bunun dışında başka hiçbir şey görememiş. Aç olduğundan kendisi de masaya oturmuş, diğer yemek yiyenlerle beraber o da yemeye başlamış.
Yeterince yedikten sonra, sofradaki diğer tabaklar da neredeyse boşaldığında, masadaki bütün mumlar aniden söndürülmüş ve her yer kapkaranlık olmuş. Derken dev, kulağında tokat gibi bir şey hissetmiş ve: “Eğer bir daha olursa karşılığında ben de vururum!” diye bağırmış. Kulağına ikinci tokadı da yiyince o da karşılık vermiş. Ve bu, böyle bütün gece devam etmiş. Genç dev her tokadın karşılığını vermiş ve hiç ıskalamamış.
Gün ağarınca her şey sona ermiş. Değirmenci uyandığında genç adamın hâlâ hayatta olup olmadığını merak ediyormuş. Delikanlı onu görünce: “Doyasıya karnımı doyurdum, kulağıma birkaç tokat yedim ama karşılığında ben de vurdum.” diye olanları anlatmış.
Değirmenci sevinerek artık değirmenin lanetten kurtulduğunu söylemiş ve karşılığında ödül olarak ona çok para vermek istemiş.
Ama dev: “Ben para istemem, bende çok var.” diyerek çıkınını aldığı gibi eve gitmiş ve kâhyaya kendisine söylenen her şeyi yaptığını, artık anlaştıkları gibi emeklerinin karşılığını alma zamanının geldiğini söylemiş.
Kâhya bunu duyunca ciddi şekilde afallamış ve kendinden geçmiş, odada bir ileri bir geri yürümeye başlamış; korkudan, alnından ter damlaları pıtır pıtır akıyormuş.
Derken biraz hava almak için odanın penceresini açmış ama daha o, ne olduğunu anlamadan başhizmetkâr ona öyle bir tekme atmış ki kâhya pencereden uçup havaya karışmış ve öyle uzağa gitmiş ki bir daha kimsecikler onu görmemiş. Başhizmetkâr, kâhyanın karısına: “Eğer kâhya geri gelmezse diğer yumruğu da sen yemek zorundasın.” demiş.
Kadın: “Hayır, hayır; ben buna dayanamam.” demiş ve haykırarak terden sırılsıklam olduğu için diğer pencereyi açmış. Derken genç dev ona da öyle bir tekme vurmuş ki kadın, kocasından daha hafif olduğu için ondan daha da uzağa uçmuş. Kocası ona, o kocasına: “Yanıma gel, yanıma gel!” diye bağırıp durarak havada uçmuşlar ama bir türlü birbirlerine yaklaşamamışlar.
Hâlâ, hiç kimse, hatta ben bile; onların gökyüzünde bugün de uçup uçmadığını bilmez. Genç deve gelince… O da demir sopasını alıp kendi yoluna devam etmiş.
Tatlı Lapa
Bir zamanlar annesiyle yaşamakta olan fakir ama iyi kalpli bir kız varmış. Artık yiyecek hiçbir şeyleri kalmadığından kız ormana, yiyecek bir şeyler aramaya gitmiş. Ormanda kızın derdinden haberdar olan yaşlı bir kadın; ona, “Pişir küçük tencere, pişir!” denildiği zaman tatlı lapa pişiren ve “Dur küçük tencere, dur!” denildiği zaman da pişirmeyi bırakan bir tencere vermiş.
Kız tencereyi alıp eve, annesine götürmüş. Artık fakirlikten ve açlıktan kurtulmuşlar, diledikleri zaman tatlı lapa yiyebiliyorlarmış.
Bir gün kız dışarıdayken annesi, tencereye: “Pişir küçük tencere, pişir!” demiş. Tencere, kadın doyasıya yiyinceye kadar pişirmiş. Sonra kadın tencereyi durdurmak istediğinde hangi sözü söylemesi gerektiğini hatırlayamamış. Tencere pişirdikçe pişirmiş, dolup taşmış ama hâlâ mutfak ve hatta ev lapayla dolup taşıncaya kadar pişirmeye devam etmiş. Derken yan ev ve sonra da bütün sokağa lapalar taşmış. Gerçekten bir afet gibi yayılıyormuş ancak kimse tencereyi nasıl durduracağını bilemiyormuş.
En sonunda geriye, lapaların ulaşmadığı tek bir ev kaldığında kız eve dönmüş ve: “Dur küçük tencere, dur!” demiş. Bununla birlikte tencere durmuş. Kasabaya geri dönmek isteyenlere gelince onlar da yollarını açmak için lapaları yiye yiye yürümek zorunda kalacaklarmış.
СКАЧАТЬ