Terzi kızı, bu son izah ve ihtar üzerine sersem sersem odadan ayrıldı, hanımların yanına girdi. Nesimi Efendi kimini üç, kimini dört köşeli bulduğu, bir kısmını daireye veya başka bir geometrik şekle benzettiği kafaların o vehmi hususiyetlerine göre hacmi istiabîlerini18 tayine başladı. Her kafa için elinde bulunan ölçü tek bir rakamdan ibaret iken o bu rakamlardan kıyas suretiyle çaplar, yükseklikler buluyor ve muhayyel rakamlarla bir üçgen veya karenin hacmini hesap eder gibi ev halkının kafalarına birer enginlik tespit ediyordu. Bu karışık hesaplar bittikten sonra, her kafanın kaç hardal tanesi alabileceğini tayin edecekti. Koca ihtiyar, bu derin meşgale arasında biraz evvel kendisine bir mektup getirildiğini hatırlamıyordu bile.
Hanımların odasında her çene bir çeşit düşünce öğütüyordu. Dürdane Hanım, şu ölçü işinin yeni bir başlık yaptırılmak maksadından doğduğunu, efendinin kendilerine mutlak bir külah giydireceğini iddia ediyordu:
“Bu yaştan sonra…” diyordu. “Konu komşuya maskara olacağız. Allah yokluğunu göstermesin, bel kemiğimizdir, evimizin temel taşıdır filan ama densizliklerine dayanmak da müşkül; aklına ne eserse yapıyor. Şimdi de başımızla uğraşmaya başladı.”
Nimetullah Efendi, yapma sakal takmış bir çocuk saflığıyla annesine cevap veriyordu:
“Babamın fikri, olsa olsa sizin başlarınızı dibinden tıraş ettirmek, bana da kulaç kulaç sakal bıraktırmak olacak. Zaten sokağa çıktığım yok ya… Fakat dört örgü saç sahibi olursam ele güne görünmeye hiç yüzüm kalmayacak.”
Karanfil Kalfa’nın endişesi daha büyüktü. Efendinin kafalar arasında bir değişiklik yapmaya kalkışacağından, bir çaresi bulunup kendi siyah tenine beyaz renkli bir baş geçirilmesinden korkuyordu. Yalnız Nevcivan aldırış etmiyordu, iradesine sahip olduğunu bilmekten gelme bir güvenişle bu işe ehemmiyet vermiyordu. Efendinin herhangi uygunsuz bir teklifini hiç düşünmeden reddedebileceğine kani idi. Beslemelik ettikten sonra ev köküne kıran düşmemişti ya, bu ev olmazsa başka evde çalışabilirdi.
Matmazel Aleksandra, enikonu heyecanlıydı. Hacı Hafız Nesimi Efendi’nin pervasız bir ısrar ve acı bir alay ile söylediği sözler, hele şahsi ve ırki güzelliğine karşı tevcih ettiği hücumlar, son derece sinirine dokunuyordu. Odadakilerin ne konuştuklarından âdeta bihaberdi. Zihninde bir sürü düşünce dönüp dolaşıyordu. Şu insafsız ihtiyardan insafsızca intikam almak için çareler arıyordu. Nesimi Efendi, erkeklik kuvvet ve harareti sönmüş bir bunak olmasa kendisini tuzağa düşürmek Matmazel için kolaydı. İki küçük tebessüm, minimini bir göz cilvesi, bu mühim maksadını temine kifayet ederdi.
Ne çare ki Nesimi Efendi kadın yüzünden gelebilecek her türlü sıkıntılara karşı artık sigortalı idi. Bütün dünya güzelleri bir yere gelse onun buz tutan yüreğine bir kıvılcım düşüremezlerdi.
Terzi kız, bu karışık düşüncelerle ve Nesimi Efendi hakkında beslemeye başladığı hınç ile ne yaptığını bilmiyordu. Büyük hanımın topuk döven çeşitten olması lazım gelen entarisini baldır açan şekilde biçmiş, Nimetullah Efendi’nin bedeninde bir kadın geceliği makaslamıştı.
Gerek o gerek diğer kadınlar, Nadire’nin aralarında bulunmadığını henüz anlamamışlardı. Sıra, şal hırkanın provasına gelince onun yokluğu gözlere çarptı ve hepsinin gözlerinde aynı sual parladı:
“Kız nerede?”
Nevcivan, hayli zamandan beri aralarından ayrılmış olan küçük hanımın babasından çaldığı mektubu okumaya gittiğini biliyordu. Fakat onun da içini kemiren kurtlar vardı. Mektup neydi, kimdendi, küçük hanımı neden alakadar etmişti ve bilhassa o, niçin hırsızlığa lüzum görmüştü? Güzel besleme de işte bu meçhulleri hal için kafasını yoruyordu.
Terzi Aleksandra’nın ihtarıyla Nadire’nin odada bulunmadığı anlaşıldıktan sonra Dürdane Hanım emir verdi:
“Nevcivan, koş, Nadire’ye bak. Vakitsiz uykuya mı daldı, ne oldu? Şayet uyumuşsa uyandır.”
Besleme odadan çıktı. Ayaklarından ses çıkarmamaya çalışarak yatak odasına, sandık odasına, misafir odasına, helaya ve her yere baktı, Nadire’yi bulamadı. Bu hâl, güzel beslemenin merakını büsbütün kımıldattığından çirkin kızın saklandığı yeri bulmak için evin üst katında bir duvara yaslandı, düşünceye daldı. Odalarda ve helada bulunmayan küçük hanım, dolaplara ve sandıklara saklanmamışsa evden çıkmış olması icap ederdi. Acaba, çalınan mektup böyle bir hadiseyi mi doğurmuştu?
Gerçi, komşulardan bir genç kızın, seviştiği delikanlıdan aldığı mektup üzerine bohçasını koltuklayıp evden kaçtığı, son günlerin en dağdağalı haberlerindendi. Fakat Nadire Hanım’ın evden kaçmaya hazır bulunduğu kabul edilse bile böyle bir davetname almasına imkân yoktu. Çirkinliği dillerde destan olan kalık kıza hangi bir erkek dönüp de bakar ve hele mektup yazardı?
Nevcivan, bir aralık, küçük hanımın kendisini kuyuya atmış olması ihtimalini düşündü. Çalınan mektubun acı bir haber getirmiş, Nadire’nin evlenme ümidini tamamen öldürmüş olması, onun da yeise düşerek canına kıyması mümkündü. Lakin bu ihtimal üzerinde de durmadı. Görenleri iğrendirecek kadar çirkin olmasına rağmen Nadire’nin kendisinde bazı güzellikler tevehhüm ettiği ve o vehmini kimseye kabul ettiremediğini sezince de, ‘Yüz güzelliği kalay gibidir, bir gün olur silinir, altından kızıl zehir çıkar. Asıl güzellik yürek güzelliği!’ diye kırıttığını biliyordu. Böyle düşünen bir kız, kolay kolay kuyuya atılmazdı. O hâlde neredeydi?
Besleme Nevcivan, bu müşkülü hal için derin derin düşünürken kulağına bir ses, yakından gelen bir inilti çarptı. Tavan arasından sızan bu acıklı seda, boğazı sıkılan bir kedinin ızdıraplı miyavlamasını andırıyordu. Fakat Nadire Hanım’ın sesine de pek benziyordu.
Nevcivan kulağını kabarttı ve ikinci bir inleyiş üzerine mırıldandı:
“Sansar gibi tavan arasına girmiş, gamlı gamlı ağlıyor. Bu işte büyük bir sır var!”
Ve hemen merdiveni tırmandı, orta boylu bir adamın emeklemeksizin yürüyemeyeceği kadar dar ve o nispette de kirli olan tavan arasına çıktı. Nadire, o daracık yerin biricik penceresi önünde tozlu tahtalar üzerine çömelmiş, başını ellerinin içine almış, ağlamaya koyulmuştu. Çaldığı zarfın içindeki kâğıtlar darmadağın, kucağında duruyordu. Ara sıra onlardan birini alıyor, ötesine berisine bakıyor ve müteakiben iniltili ağlamasını tazeliyordu.
Nevcivan bir müddet bu manzarayı seyrettikten sonra seslendi:
“Küçük hanım, anneniz sizi istiyor!”
Nadire vaziyetini bozmadı, gözyaşlarını silmedi, kâğıtlarını toplamadı, çirkin çehresini büsbütün berbatlaştıran tuhaf bir kişilikle beslemeye baktı ve birdenbire tüyler ürpertici bir çığlık kopardı:
СКАЧАТЬ
18
Hacm-i istiabî: Bir şeyin içine alabildiği miktar. (e.n.)