Bin dereden su getirdikten sonra bir mitralyöz silsilesi ve şiddetiyle muhabbetini püsküren meçhul erkeğin yaptığı bu bombardıman, onları da şaşırtmıştı. Nevcivan, birer ateşli tane gibi arka arkaya kulağına çarpan o “seviyorum” kelimelerinden garip bir eza duymuş; Aleksandra, yanlış bir hedefe tevcih edilen bu aşk kurşunlarının taşıdığı tatlılıkla sarsılmıştı.
Hülasa: Üçü de dalgındı. Ani bir yaylım ateşine uğradıktan sonra sığındıkları yerde heyecanlarını gidermeye çalışan askerler gibi karışık bir hâletiruhiye geçiriyorlardı. Sinirlerine ağır bir bulut sarılmış gibiydi. Dakikalardan sonradır ki bu bulut çözülmeye ve kızlar kendilerini toplamaya başladılar. İlk uyanıklığı gösteren gene Aleksandra idi. Evvelce eğlene eğlene dinlemek istediği mektubun yüreğinde uyandırdığı kıskançlıkla sarsılıyordu ve yine ikiyüzlü konuşuyordu:
“Tebrik ederim, Nadire Hanım! Değerli bir âşık bulmuşsunuz.”
Çirkin kız, tatlı bir uykudan uyanır gibi silkindi ve mırıldandı: “Ben onu bulmadım, o beni buldu!”
“Seviştikten sonra hepsi bir kapıya çıkar. İster siz onu bulun, ister o sizi bulsun, ne farkı var?”
“Sevişmeyi de birdenbire nereden çıkardın? Süruri Bey beni sevdiğini söylüyor, bakalım ben onu sevecek miyim?”
“Nazlanıyorsunuz, böyle bir delikanlıyı sevmeyip de kimi seveceksiniz. Sözü güzel özü güzel bir adam.”
“Sözünü güzel buldun diyelim. Özünün güzelliğini nasıl anladın?”
“İyi söz, iyi özden çıkar. Öyle değil mi, Nevcivan?”
Nevcivan, dalgın dalgın cevap verdi:
“Siz, düş görüp el çırpıyorsunuz. Kendi kendinize dernek yapıp gerdeğe giriyorsunuz. Bir kere işi kökünden taraklasanıza!”
Nadire de, Aleksandra da sordular: “Neyi kökünden taraklayalım?”
“Süruri Bey mi, Süruri Efendi mi, nedir, işte o adam küçük hanımı nerede görmüş?”
Aleksandra, Nadire’den evvel atıldı: “Elbet bir yerde görmüş. Bu kadar bilgili, görgülü bir delikanlı, görüp tanımadığı kızlara mektup yazacak değil a.”
“Hayır! Mektupta hanımı gördüğünü söylemiyor yahut söylüyor da ben anlamıyorum.”
Sual, mühimdi. Süruri Bey’in Nadire Hanım’ı şahsen görüp beğendiği tahakkuk etmedikçe24 iddia ettiği aşkın doğruluğuna inanmak safdillik olacaktı. Gerçi onun Nadire’yi tanıdığına delalet eden emareler yok değildi. Mesela kızın, babasının isimlerini, mahallelerini, sokaklarını, evlerinin numarasını biliyordu. Demek ki Nadire Hanım’ın pek de yabancısı mevkisinde bulunmuyordu. Fakat hanımı nerede gördüğünün bilinmesi gene lazımdı. Aksi takdirde onun muziplik yaptığından, alay olsun diye böyle bir mektup yazdığından gerçekten şüphe edilebilirdi.
Nevcivan, sualinin uyandırdığı tereddütten cüret alarak fikrini izah etti:
“Dost var, düşman var… Komşulardan birinin eğlenmek için böyle bir düzen kurmadığı ne malum? Bunu düşünmek lazım değil mi?”
Besleme kız, kendi de bilmediği hâlde, hakikatin bir kısmına temas etmişti. Filhakika Tatlıdil mecmuasına Nadire imzasıyla gönderilen kupon, komşu kızlardan biri tarafından doldurulmuştu. “Çirkinlerin bahtı iyi olur!” kanaatini besleyen bu komşu çocuğu, Nadire’ye söylemeye lüzum görmeden bilmece kuponuna onun imzasını koymuş ve tesadüf de kanaatini tasdik edivermişti. Bu zararsız hileyi yapan kız, Nadire namına verilecek hediyeyi bile almıştı ve hilesini çirkin komşusuna söylemeyi hatırına getirmiyordu. Şu hâle göre, Nevcivan, kısmen bir hakikate temas etmiş oluyordu.
Aynı zamanda Aleksandra’nın da zihninde lemalar uyanmıştı. Mektup sahibinin her şeyden bahsettiği ve kendi şahsını uzun uzun tasvire kalkıştığı hâlde Nadire’nin ne saçı ne kaşı için tek bir kelime yazmamasını şimdi garip buluyordu. Süruri Bey, hakikaten mevcut ve Nadire Hanım’a da söylediği gibi tutkun ve bağlanmış ise onun boyuna bosuna dair bir hayli şeyler söylemesi, sevgilisinin nesine ve neresine gönül verdiğini anlatması icap ederdi. Böyle bir kızın sevilmesi esasen mümkünsüz olduğuna ve mektubun da en mühim bir noktayı sessiz bırakmasına göre işin içinde tatsız bir latife, hain bir alay bulunduğu açığa çıkıyordu.
Terzi kızı, bu umulmaz âşığın zaten bir sersem veya sahtekâr olduğuna kani idi. Lakin iki surette de Nadire’yi şahsen tanıdığını sanıyordu. Şimdi bu sanı sarsılıyordu. Besleme Nevcivan, dürüst bir görüşle parmağını hadisenin en canlı yerine basmıştı. Eğer Nadire Hanım, beslemesinin fikrini kabul ederek bu aşk oyununu başlangıcından bozarsa Aleksandra için büyük bir fırsat, intikam fırsatı heder olacaktı. O takdirde, meseleyi sıkı yakalamak, pişmek üzere bulunan aşa su katılmasına mâni olmak gerekti.
Terzi kız, bu düşünce ile sahte bir ciddiyet takındı:
“Nevcivan!” dedi. “Kısa düşünüyorsun. Eğlence için düzinelerle kâğıt doldurulmaz. Sonra, mektuptaki iniltilere baksana! Boş yürekten bu yanık sesler çıkar mı? Ben, işin doğru olduğuna hiç düşünmeden yemin ederim. Süruri Bey’i tanımıyorum. Fakat şu mektup sahibinin küçük hanıma gönül verdiğine işte istavroz çıkarıyorum.”
Besleme kız, ısrar ediyordu: “Peki ama küçük hanımı bu adam nerede görmüş?”
“Ne bilelim biz! Belki çarşıda, belki sokakta gördü, belki bir evde rastladı da anahtar deliğinden gözetledi. Dünya bu, olmaz olmaz ki?”
Nadire Hanım, yüreği sıkıla sıkıla konuşmayı dinliyordu. Utanmasa beslemeyi azarlayacak, odadan kovacak, terzi kızı da kucaklayıp dudaklarından öpecekti. On beş yaşına girdiği günden beri için için doğumunu beklediği muhabbet güneşi, işte otuz yaşına ayak bastıktan sonra ilk nurunu yüreğine dökmüştü. Besleme Nevcivan, bu mukaddes doğumu âdeta söndürmek, o mübarek ve sıcak ziyayı henüz yüreğine yayılırken söküp atmak istiyordu. Aleksandra ise bu zalim taarruzu defe çalışıyordu. Besleme, bir gaddar; terzi kız, müşfik bir dost görünüyordu.”
Fakat ne ötekini azarlamaya ne berikini okşamaya bir müddet cesaret edebildi… Derin bir eza içinde, münakaşanın neticesini bekledi, Aleksandra’nın son sözü üzerine ise artık dayanamadı:
“Mektup…” dedi. “Bana yazılıyor, tasası Nevcivan’a düşüyor. Ben bu işe inandıktan sonra başkasının şüpheye düşmesi saçma olmaz mı?”
Nevcivan, saffetli bir inat ile hanımına da karşılık vermekten çekinmedi:
“Ben sizin için tasalanıyorum, işin sonunda bir maskaralık çıkar da el diline düşerseniz iyi mi olur? Ortada dönüp dolaşan СКАЧАТЬ
24
Tahakkuk etmek: Gerçekleşmek. (e.n.)