Nevcivan, gene bir müşküle işaret etti:
“Yazacağınız cevabı nereye göndereceksiniz? Süruri Bey, sarı çizmeli Mehmet Ağa gibi bir şey. Evi belli değil, yeri belli değil!”
Aleksandra, bu noktayı deminden beri zihninden geçirip duruyordu. Sayfalar dolusu yazı yazan meçhul erkeğin adres göstermemesi dikkatinden kaçmamıştı. Fakat o, garip görünen bu eksikliği, âşık efendinin ihtiyatperverliğine yormak istiyordu. Nadire’nin böyle bir teşebbüsten kızarak ters bir cevap vermesi, hatta mektubun Nadire’den evvel babasının eline geçerek polise yollanması muhtemeldi. Süruri Bey, şüphe yok ki, bu ihtimalleri göz önüne almış ve ihtiyat gösterip adresini vermemiş olacaktı. Nadire Hanım’ın birdenbire gösterdiği çılgın sevince nazaran lüzumsuzluğu meydana çıkan şu ihtiyatın şimdi zararı da hissolunmaya başlıyordu. Kızcağız, hemen cevap vermeye hazır fakat bu emeli tatmin etmek vasıtasından mahrum bulunuyordu.
Terzi kız bütün bu noktaları çarçabuk tahlil ve terkip etti:
“Sarı çizmeli Mehmet Ağa’mızı…” dedi. “Bulmak kolay!”
Nadire coşkun bir arzuyla, Nevcivan da gizli bir alay ile sordular:
“Nasıl?”
“Beklemekle!”
“Anlamadık!”
“Anlaşılmayacak bir şey yok. Sevdalanan yürek, ateş püskürmeye başlayan dağlara benzer. İçini adamakıllı boşaltmadıkça, lavlarını dökmedikçe dinmez, rahat etmez. Süruri Bey de, sade bu mektubu göndermekle susmayacaktır. Bir daha, bir daha yazacak, derdini anlatıncaya kadar çalakalem inleyecektir. Bu mektupların birinde olmazsa öbüründe adresini görürüz.”
Aleksandra planını çizmişti. Nevcivan’ın zannettiği gibi bu mektup, komşulardan birinin muzipliği eseri olsa bile, kendisi o latifeyi uzatacaktı. Aynı imza ile aynı vadide mektuplar gönderecek, kızın masum zevkini körükleyecek ve icap ederse bir de erkek kiralayarak bu oyunu dilediği noktaya kadar götürecekti. Süruri Bey’in hakikaten mevcudiyeti hâlinde ise bu külfetlere hacet kalmayacaktı. Oyun, kendiliğinden ve pek kolaylıkla cereyan edecekti.
Nadire Hanım’la Nevcivan, Aleksandra’nın neler düşündüğünü bilmedikleri için, ortaya attığı fikrin yalnız görünüşüne bakıyorlardı. Daha doğrusu Nevcivan, bu fikri sadece doğru buluyordu. Nadire Hanım ise doğru bulmakla yetinmiyor, Süruri’nin sık sık kâğıt yazacağını düşündükçe istiğraklar geçiriyordu. Şimdiye kadar kimsenin dikkatini celbetmeyen güzellikleri için kibar bir delikanlının her gün bir kaside göndereceğini düşünmek, zavallı kızcağızı kabına sığmaz bir hâle getiriyordu.
Bu coşkun sevinç arasında ani bir düşünce kafasında titredi. Şu kutsi aşk vesikasını ne suretle elde ettiğini ilk defa olarak hatırlamak mecburiyetinde kaldı. Babasının meşguliyeti sırasında âşığının mektubunu çalabilmişti. Bundan sonra gelecek mektupları o suretle elde etmek imkânı yoktu. O hâlde sevgilisinin ikinci, üçüncü, dördüncü mektupları babasının eline geçecek, kendisi o güzel sözleri, o ateşli çığlıkları, o tatlı iltifatları, o sarhoşlatan tavsiyeleri işitemeyecekti.
Babasının mektuplara karşı alacağı vaziyeti hiç düşünmüyordu. Onları görememek, okuyamamak ihtimaliyle ruhunda uyanan azap, yüreğinde kıvranmaya başlayan ızdırap o kadar büyüktü ki diğer ihtimallerin yaratacağı elemler için benliğinde yer kalmıyordu. Çirkin kız, işte bu azap ve ızdırapla inledi:
“Mektuplar gelecek diyelim. Biz nasıl alacağız? Bunu bile nasılsa gördüm, babamın yanından hırsızlama aldım.”
Aleksandra, bu büyük mahzura da hemen çare gösterdi:
“Evinize gelenlere ya Nevcivan kapıyı açar ya Karanfil. Onlar bundan sonra bütün mektupları getirsinler, siz de kendinizinkileri alınız.”
Nadire, dalgın ve mahzun başını salladı:
“Nevcivan bu işi hatırım için belki yapar. Fakat Karanfıl’e güvenemem.”
Çirkin kızın acıklı bir sıkıntı içinde söylediği bu söz biter bitmez odanın kapısı açıldı. Zenci aşçı içeriye girdi, ellerini kalçasına dayadı, “Vay!” dedi. “Benim neyimi gördün de için bulandı? Rabb’im yüzümü karaya buladı ama yüreğimi gümüşle kapladı. Nevcivan daha dün geldi, ben senin beşiğini salladım, bezlerini yıkadım, hâlâ tırnaklarımda çocukluğunun kirleri duruyor. Ona bel bağlayıp da benden işkillenmekten utanmıyor musun?”
Karanfil Kalfa, hayli zamandan beri başını eşiğe koyup içerideki muhavereyi25 dinliyordu. Yatak komşusu Nevcivan’ın birkaç saat küçük hanımın yanında kalışı kendisinde şüpheler uyandırmış, şu üç kızın baş başa verip neler konuştuklarını anlamak emeliyle kapı dibine gelmişti. Mektubun ancak sonuncu sayfalarını işitmekle beraber vaziyeti tamamıyla kavramıştı. O da, Süruri Bey isminde birinin küçük hanıma name yolladığını, terzi kızla Nevcivan’ın bu sevda işinde müşavirlik rolü yaptıklarını artık biliyordu.
Bu öğrenişin zenci kızda ilk hasıl ettiği intiba, derin bir yürek ezintisi olmuştu. Nadire’nin ayıla bayıla okuduğu mektubun sevgiye taalluk eden parçaları, onun da doktor eli değmeyen sıtmalı yüreğinde ani bir sarsıntı uyandırmıştı. Irkına has olan ebedî kan iltihabı, yeni baştan kıvılcımlanmıştı. Mektuptaki o sürekli “seviyorum”lar, kömür kümelerini çarçabuk ateş hâline getiren kuvvetli bir yelpaze gibi zavallının siyah tenini alevli bir mangala çevirmişti!
Terziye, besleme Nevcivan’a yürek sırrını açmakta mahzur görmeyen küçük hanımın kendisini yabancı tutmasına canı sıkılmıyor değildi. Fakat küçük hanım gibi bir maskaraya bahtın layık gördüğü bu aşkın kendisine nasip olmayışını düşünüp üzülmekten, o sıkıntıyı pek de hissetmiyordu. Nadire’nin, mahremiyet kadrosuna kendisini asla sokmak niyetinde olmadığını anlayınca düşüncesi değişmiş, bu mahremiyeti cebren kazanmak için odaya atılarak sitemlere girişmişti.
Sevilmeyenler, sevilenlerin sırdaşı olmaktan zevk alırlar. Başkalarının aşk yolunda elde ettikleri hazlar, onların hüsranını sanki tedavi eder. Aynı ihtiyaç, Karanfil’in ruhunda da uyanmıştı. Küçük hanımın aşkına mahrem olmakla kendi mahrumiyetine merhem sürmüş olacaktı!
Terzi kızı, sahnenin yeni bir aktör kazanmasından memnundu. Zihnindeki hıyanet tohumu gittikçe büyüyor, filizleniyordu. O, fasit planını yürütmek için Karanfıl’den de istifade etmeyi tasarlıyordu.
Bu sebeple kendisini okşadı:
“A, güzel bacı!” dedi. “Küçük hanım sana saygı gösterdi de o sözü söyledi. Birdenbire celallenme, ya!”
Saygı! Beşeri duyguların en renksizi veya en çok renklisi saygıdır. Bazen korkudan, bazen sevgiden, bazen şaşkınlıktan, bazen de hilekârlıktan doğan bu duygu, insan ruhunda yaşayan hakiki bir bukalemundur. Saygının en garip bir hususiyeti de kavilerle zayıfların müştereken işlerine yaramasıdır. Gün olur ki zayıflar saygı СКАЧАТЬ
25
Muhavere: İki kişi arasında karşılıklı olarak yapılan konuşma. (e.n.)