Bu noktanın aydınlanması lazım olmakla beraber Çelebi kuvvetin şimdilik kendisinde olduğunu, maslahatı dilediği şekle sokabileceğini düşünerek daha fazla üzülmedi, çarçabuk kararını verdi, önünde duran mektubu Leylek Murat’a uzattı.
“Bunu al…” dedi. “Koynuna koy, yerine git, rahat et. Yarın yine görüşürüz, yapılacak işi kararlaştırırız. Sen artık benimsin, benim adamımsın. Ne hacetin varsa görülür, gam yeme, sıkılma!..”
Alık Leylek, muradına ermiş olmak zevkiyle hemen koştu, Hacı Çelebi’nin elini öptü ve artık tahtırevan güzelinden ayrılmayacağını, onu göre göre, onun nurunu içe içe yolculuk yapacağını düşünerek odadan çıktı, yatacağı koğuşa gitti. Oradakiler hep uyumuşlardı, o da hemen bir posta uzandı, heybesini başının altına koyarak gözlerini kapadı, hülyalarına sarıla sarıla uyumaya koyuldu.
Beri tarafta Hacı Çelebi, Sinan Paşa’ya haber göndermişti, mutlaka görüşmek lazım geldiğini bildirmişti. Paşa, günün yorgunluğunu çıkarmakla meşguldü, yuttuğu afyonun sarhoşluğu ile genç ağızlardan masal dinliyordu ve bu masallardan aldığı ilhamlarla birtakım sahneler yaratıp duruyordu. Çelebi’nin davetini işitince yüzünü ekşitti, okkalı bir küfür savurdu, lakin o davete icabet etmemeyi de beceremedi, mahmur mahmur kalktı, kürküne büründü, selamlığa çıktı, Çelebi ile yüzleşir yüzleşmez de dilbazlığa girişti:
“Yine keramet gösterdiniz, gönlümü okudunuz. Odamda hep sizi düşünüyordum, sohbetinizin iştiyakını çekiyordum, yüzümü kızartıp yanlarına gitsem mi diyordum. Lütfettiniz, beni meramıma erdirdiniz.”
Çelebi, çok ciddi idi, bu müdaheneye9 karşı tebessüm bile göstermedi, paşaya yanı başında yer gösterdi.
“Hele oturun…” dedi. “Bir keşfimiz var!”
Sinan Paşa’nın gözlerinde bir hoşnutsuzluk parlayıp söndü. O, şeyhlerin keşiflerini çok görmüş ve çok duymuş bir adamdı. Bir tekke yaptırmak yahut da yapılı bir tekkeye köy bağışlatmak için gaipten emirler getiren bu cerrar10 keşşafların hünerleri birbirinin aynı idi. Hacı Çelebi ihtimal ki böyle bir teklifte bulunacak ve kendisini lüzumsuz bir masrafa sokacaktı. Fakat keşif demek, lahuti11 âlemlerden haber vermek demek olduğu veya o suretle telakki edildiği için hoşnutsuzluğunu belli etmedi, bilakis memnun göründü ve sahte bir tehalükle12 memnuniyetini mırıldandı:
“Hayırdır inşallah, uğurdur inşallah!”
Çelebi, küçük bir peygamber gibi ağırlaştı, dudaklarını paşanın kulağına yaklaştırdı:
“Deminden dualarımızı, niyazlarımızı bitirmiştik, seccade üzerinde şöyle bir dalar gibi olmuştuk, Süheybi Rumi Hazretleri’ni gördük, şevketlu hünkârın dünyadan el çekmekte bulunduğunu söyledi.”
Sinan Paşa’nın rengi attı. Bu keşif, yaman bir keşfe benziyordu, çünkü devlet idaresinde büyük bir inkılap vukuya geleceği söyleniyordu. Padişah ölürse saltanat değişiyor demekti, saltanat değişince valilikler filan da değişecekti, o hâlde kendisinin de mukadderatında iyi veya kötü değişiklikler vukuya gelecekti. Acaba şeyh, bu değişikliği de haber verebilecek mi idi?..
Paşa bu düşünce ve büyük bir heyecanla kulaklarını dikmişti. Çelebi de tekerlemelerine devam ediyordu:
“Doğrusu, pek iyi anlayamadım, Süheybi Rumi’ye de soramadım, onun için hünkârın henüz sağ mı yahut ölü mü olduğunu söyleyemem. Yalnız şurası muhakkak ki Sultan Mehmet hastadır, hem de ağır hastadır. Nişancı Vezir telaşa düşüp Amasya’ya, Konya’ya ulaklar çıkarmıştır.”
Sinan Paşa’nın ağzında hayret belirdi ve dişlerinde üç kelime çıtırdadı:
“Konya’ya mı, ne münasebet?..”
“Süheybi Rumi Hazretleri ancak hadiseleri haber verdiler, bu hadiselerin sebeplerini söylemediler, yine o mübarek zat, Konya’ya gidecek ulağın şu dakikada Kütahya’da bulunduğunu, Cem Sultan için vezirin yazdığı mektubu da koynunda taşıdığını söyledi!”
Keşfin bu kadarını ummayan paşa, garip bir ürküntü içindeydi. Eğer bu sözler sahih ise, Karamanlı vezirin Cem Sultan’a yolladığı ulak Kütahya’da bulunuyorsa Hacı Çelebi’nin keramet ehli olduğuna artık şüphe kalmıyordu. Bununla beraber onun büyüklüğü, küçüklüğü sonra düşünülecek bir mesele idi. İlkin yapılacak şey, ulakla mektubu yakalamaktı. Paşa, bu düşünceyle yerinden fırladı.
“İzin ver şeyhim…” dedi. “Herifi buldurayım. Keşfiniz doğru ise büyük bir felaketin önünü almış olacağız.”
“Orasını siz bilirsiniz. Biz ancak gaipten aldığımız haberi söyleriz, ilerisine karışmayız.”
Hemen kaydedelim ki, Sinan Paşa, Fatih’in büyük oğlu Beyazıt’ın eniştesidir. Gerçi Cem Sultan da onun kayınbiraderiydi. Lakin nikâhında bulunan kadın, Beyazıt’la ana baba bir kardeştir, Cem’le anaları ayrıdır, bu sebeple Sinan, kendini yalnız Beyazıt’ın eniştesi tanır. Onun şu uydurma, fakat hakikate uygun keşiften heyecana kapılması da bu yüzdendir, Nişancı Vezir’in saltanatı Cem Sultan’a vermek istemesinden kuşkulanmasındandır.
Böyle bir yakınlık, sıhri13 münasebet de olmasa Sinan Paşa, ulak meselesine kayıtsız kalamazdı. Padişahın ölmek üzere bulunmasının veliahttan evvel diğer bir şehzade tarafından haber alınmasına mâni olmak isterdi, çünkü böyle bir hareket, kendisini yeni hünkâra sevdirmiş olacaktı. Hülasa şahsi ve siyasi sebeplerle Cem Sultan aleyhine cephe almak mecburiyetinde bulunuyordu. Zaten Hacı Çelebi’nin planı da onun bu hususiyetine istinat ediyordu. Kurnaz şeyh, Sinan Paşa’nın Beyazıt’a taraftar olacağına emindi ve Nişancı’nın çevirmek istediği entrikayı bozmak için bu taraftarlıktan istifade etmek istiyordu. Kuvvetle umduğu gibi Sinan, ulağın elindeki mektubu alır ve esrarı meydana çıkarırsa Nişancı için felaket muhakkak demekti. Çünkü Sinan Paşa’nın öğrendiği şeyleri Beyazıt’a bildirmesi gayet tabii idi.
Çelebi bir taşla birkaç kuş vurmak üzere bulunuyordu. Bir kere keramet taslıyordu, gaipten haberler veriyordu, sonra Sinan Paşa’nın itimadını kazanıyordu, daha sonra Nişancı Vezir’i uçuruma sürüklüyordu, tahta namzet olan Beyazıt’ın teveccühünü de temin etmek yolunu bulmuş oluyordu.
Zeki Çelebi, oynadığı oyunun mükemmeliyetinden dolayı için için sevinirken Sinan Paşa da odadan çıkıyordu, eşiğin önünde birdenbire durakladı.
“Şeyhim!” dedi. “Ulak acaba nerede? Handa mı, evde mi? Bağda mı, bahçede mi? Uzun uzun aramayalım, ola ki elden kaçırırız.”
“Şehirdedir, СКАЧАТЬ
9
Müdahene: Dalkavukluk. Menfaat beklediği bir kimseyi yüzüne karşı medhetmek. Koltuklamak. Bir kimsenin yüzüne karşı iyi görünmek. (e.n.)
10
Cerrar: Zorla para alan kimse. Dilenci. (e.n.)
11
Lahuti: İlahi. (e.n.)
12
Tehalük: Can atma, çok isteme. (e.n.)
13
Sıhri: Evlilik yoluyla meydana gelen (akrabalık). (e.n.)