Ben böyle deyince, o canan, uyku mahmuru gözlerini süzerek bana baktı: “Sadi, ne söylüyorsun? Bana hem fitne diyor hem de uyuma diye tembih ediyorsun. Bilirsin ki, parlak fikirli padişahımızın zamanında artık fitneyi kimse uyanık göremez.” dedi.
Hikâye
Eski padişahların menkıbeleri arasında rivayet edilir ki: Kardeşi Sâd Zengî’nin yerine tahta geçen Tikle’nin zamanında kimse kimseden incinmemiş. Bu padişahın başka meziyeti olmayıp da yalnız bu meziyeti olsa kâfidir.
Bir gün Tikle, evliyadan bir zata şöyle demiş: Ömrüm boş yere geçti. Bu saltanat, bu taht hep geçip gider. Asıl saltanatı kazanan fakirlerdir. İstiyorum ki saltanattan vazgeçeyim. Bir tarikata intisap ile bir köşeye çekilip ibadet ile meşgul olayım. Hiç olmazsa şu kalan beş günlük ömrümü boş yere geçirmeyeyim.”
Muhatabı olan parlak fikirli zat, Tikle’den bu sözü işitince kızmış ve şöyle cevap vermiş: “Ey şah, ne diyorsun? Bu fikirden vazgeç. İbadet halka hizmetten başka bir şey değildir. İbadet tespih, seccade, hırka demek değildir. Tahtında otur, padişahlık eyle. Fakat ahlakın, tevazuun fakirler gibi olsun. Sadakatle, sevgi ile hizmet et. Şeyhler gibi atıp tutmaya, benliğe kapılma. Tarikatta kadem, yani vazifeyi ifaya hakkıyla çalışmak, ibadete hasrıvücut etmek lazımdır. Dem (lafügüzaf) lazım değildir. Çünkü fiiliyat olmazsa lafın kıymeti olmaz.”
Kalbin safasına malik büyükler, kaftanların altına böyle hırka giyerlerdi.
Hikâye
İşittim ki, Anadolu sultanı, ilim ehlinden bir iyi zatın huzurunda ağlamış; ona dert yanarak şöyle demiş: “Düşmana karşı kudretim yok. Şu kale ile şu şehirden başka elimde bir şey kalmadı. Çok çalıştım, istedim ki benden sonra oğlum da bu illere sahip olsun. Vaktiyle hükmettiğim yerlere hükmetsin. Ne çare ki soysuz düşman bende kudret bırakmadı. Kolumun kuvvetini, gücünü bitirdi. Ne tedbir yapayım ne çare bulayım? Kederden canım eriyip gidiyor.”
Âlim zat, sözleri dinledikten sonra kızmış ve bu ağlamak, lüzumsuz yere ağlamaktır, demiş. Ağlamak lazım ise senin aklına, gönül bağladığın arzuya ağlamak gerektir. Kardeş, sen kendini düşün. Ömrünün çoğu hem de en iyi kısmı geçip gitmiştir. Kalan ömrün için kalan mülkün sana elverir. Sen öldükten sonra yerine birisi gelir. Bu gelen kim olursa olsun, akıllı olsun, akılsız olsun; ne olursa olsun, kendisini kendi düşünsün.
Mademki ölüm var, mademki her şeyi bırakıp gitmek var; şu cihana kılıç çekip cenk etmek, cenk ile onu elde etmek ve sonra bırakıp gitmek zahmetine değmez. İran şahlarından Feridun’a bak, Dahhak’a bak, Cem’e bak ve gör; İran şahlarından hangisinin tahtına, mülküne zeval ermemiştir. Bâki saltanat; ancak Tanrı’ya mahsustur. Dünyadaki bu beş günlük hayata, ikamete mağrur olma. Ahiret için ne tedbirin varsa onu düşün.
Hangi bir padişahtan arta kalan altın, gümüş, hazine, mal ondan az sonra telef olur? Fakat hangi bir kimseden cari bir hayır kalırsa, herkes daima onun ruhuna Fatiha okur. Büyük, o kimsedir ki iyi adı kala. Böyle kimseye ölmemiş nazarıyla bakılabilir.
Padişahım, kerem ağacı dikip yetiştirmeye bak. Zira ondan meyve almak mümkün olur.
Padişahım, kerem et, lütuf ve ihsanda bulun. Yarın mahşerde divan kurulunca herkesin derecesi ihsanına göre olur.
Padişahım, her kimin ayağı ibadet ve taatte ileri ise Hak dergâhında onun derecesi de ileridir. Nefsine hıyanet eden, ibadet ve taatte bulunmayan kimse mahşer günü mahcup olur; Tanrı’dan bir şey dileyemez. Çünkü bir iş görmeden ücret istenilmek âdet değildir.
Gafil kimseleri kendi hâllerine bırak, yarın pişman olurlar. Çünkü tandır kızgın iken ekmeği pişirmemiştir.
Ekin ekmiş olanlar, harman vakti mahsul kaldırırken; ekmemiş olanlar, ne kadar gevşeklik etmiş olduklarını anlayacaklardır.
Hikâye
Şam vilayetinin içerilik bir yerinde, akıllı bir kimse vardı. Bu zat bir mağara içinde yaşardı. Sabrederek o karanlık yeri yurt edinmiş, kanaat hazinesi içinde yaşıyordu.
O kimsenin adı Hudadost idi. Görünüşte insan, fakat hâl ve harekette melekti.
Büyükler onun kapısına baş koymuşlardı. Çünkü onun başı büyüklerin kapısından içeri girmezdi.
Ârif odur ki, kendi nefsinden hırsı, tamahı bir tarafa atmayı ister. Bir kimseye nefsi; “Haydi bana yiyecek bul.” diye hükmedecek kadar mütehakkim ise o nefis onu köy köy, zelilane dolaştırır.
O akıllı ihtiyarın bulunduğu vilayette zalim bir padişah vardı. Bu padişah, en ziyade zayıflara, âcizlere zulmederdi. Gördüğü zayıfın kolunu bükerdi. Bu zalim, cihanı yakıcı, merhametsiz, zebunküş idi.
O taraf ahalisi onun yüzünden meyus ve mustarip yaşıyordu. Ahalinin bir kısmı da onun zulmünden, öyle bir zalimin hükmü altında bulunmak hacetinden kurtulmak için şuraya buraya dağılmışlar;
gittikleri yerlere onun kötü adını yaymışlardı. Hicret etmeyip kalanlar ise birtakım kalpleri yaralı fukara takımı idi. Ona gece gündüz lanet okurlardı. Zalim denilen melun nereye el uzatırsa orada neşve ve şetaret namına bir şey kalmazdı.
Bu zalim padişah, ara sıra Hudadost’un ziyaretine gelirdi. Fakat Hudadost onun yüzüne bakmazdı.
Bu zalim, bir gün Hudadost’a şöyle dedi: “Ey mübarek adam; beni gördükçe yüzünü ekşiterek benden nefret etme. Bilirsin ki, ben seni severim. Bana karşı düşmanlığının sebebi nedir? Şu vilayetin padişahı olmadığımı farz edeyim. Fakat şerefçe bir fakirden de aşağı değilim. Beni başkalarına tercih et, bana hürmet et, demiyorum. Yalnız, başkalarıyla nasıl görüşüyorsan benimle de öyle görüşmeni isterim.”
Akıllı âbid, bu sözleri işitince kızdı ve şöyle cevap verdi: “Senin yüzünden halk perişan olmuştur. Ben halkı perişan edenleri sevmem. Sen benim sevdiklerime düşmansın. Binaenaleyh, beni sevdiğine ihtimal vermem. Gelip muhabbetle benim elimi öpeceğine; git, benim sevdiklerimi sev. Seni Cenabıhak da sevmez. Seni düşman tutar, o hâlde ben seni sevmediğim hâlde, nasıl sevdim derim?
Hudadost’un derisini yüzseler, Tanrı’nın düşmanıyla dost olmak istemez.
O taş yürekli insanın uyumasına şaşarım ki halk ondan mustarip olarak uyumadığı hâlde, o uyur.”
Fakirlerin Rahatını Gözetmek Hakkında Hikâye
Ey büyük adam; küçüklere karşı zorbalık yapma. Çünkü cihan bir kararda kalmaz. Bu zayıfın kolunu bükme; çünkü kudret bulacak olursa insanı ağlatır. Kimsenin ayağını kaydırma, kimseyi yıkmaya çalışma; çünkü ayağın kayarsa elinden tutup kaldıran bulunmaz.
Ey büyük adam, düşmanı küçük görme; çünkü şu koca dağlar ufacık taşlardan vücuda gelmiştir. Görmez misin, karıncalar birleşince yır СКАЧАТЬ